BÜYÜK DEDELERİMİZDEN HÂZIK MEHMET EFENDİ

 

Düzenleyen: Dr. Necati Aksu

 

DOĞDUĞU YER

 

Şair ve araştırmacı yazar Yunus Zeyrek'in kaleme aldığı "Ahıska Araştırmaları" adlı eserde, meşhur tarihçi Prof. Dr. Fahreddin Kırzıoğlu (Benim de inkılâp tarihi hocam idi), lise yıllarında okuduğu, İspirli Hâzık Efendinin (1690-1763) Divân’ındaki Ahıska’yla ilgili şiirlerde anlatılan cami, medrese ve çeşmeleri, bizzat görmek hevesindeydi. Fakat Stalin döneminin baskısı altında inleyen Sovyetler Birliği sınırını geçme imkânı bulamadı.
Bu bilgiden, İspirli Ebubekir Efendi'nin oğlu olan Hâzık Efendi'nin İspir doğumlu olduğu anlaşılmaktadır.

 

Necati Aksu

 

TÜRKİYE DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ

 

HÂZIK

(حاذق)

(ö. 1177/1764)

Divan şairi.

Erzurum’da doğdu. Asıl adı Seyyid Mehmed, mahlası Hâzık olup ömrünün çoğunu Erzurum’da geçirdiği için daha ziyade Erzurumlu Hâzık diye tanınır. Erzurum Feyziye Medresesi müderrislerinden olan ve Kara Bekir lakabıyla tanınan babası Karabağ’dan gelip İspir’e yerleşmiş olmalı ki (Ziyâeddin Fahri, s. 46) kaynaklarda İspirli Ebûbekir Efendi adıyla anılmaktadır.

İlk eğitimini babasından alan Seyyid Mehmed, daha sonra İhlâsiye Medresesi müderrisi Müftü Ömer Efendi ve Kazâbâdî Ahmed Efendi gibi âlimlerden okudu. Tahsilini tamamladıktan sonra mülâzım oldu. Başta İbrâhim Paşa Medresesi ile Hatuniye Medresesi (Çifte Minareli Medrese) olmak üzere Erzurum’un çeşitli medreselerinde müderrislik yaptı. Erzurum’da elli yıl kadar ilim ve irfan hayatı içinde bulunan, çok iyi Farsça bilen ve klasik edebiyatla da meşgul olan Hâzık, hocalığı süresince birçok öğrenci yetiştirdi. Peygamber soyundan geldiği için Erzurum nakîbüleşraflığı, ardından da 1170’te (1757) getirildiği Erzurum müftülüğü görevini ölümüne kadar sürdürdü. Bazı kaynaklarda Erzurumlu İbrâhim Hakkı’ya Farsça hocalığı yaptığı (Osmanlı Müellifleri, I, 280) veya İbrâhim Hakkı’nın onun Farsça hocası olduğu (Mehmed Nusret, s. 103) kaydedilmişse de İbrâhim Hakkı’nın mektuplarından aralarındaki ilişkinin bir dostluktan ibaret bulunduğu anlaşılmaktadır (İbrahimhakkıoğlu, s. 62). Vefat tarihi Esad ve Râmiz tezkirelerinde, Kāfile-i Şuarâ’da 1181 (1767), Sicill-i Osmânî’de 1188 (1774), hâlen Erzurum müzesinde bulunan kabir taşında ise 1176 (1763) olarak gösterilmiştir. Ancak İbrâhim Hakkı’nın şairin ölümü için söylediği, “Hakk’a yöneldi Hâzık Efendi” mısraının gösterdiği 1177 (1764) yılı daha doğru olmalıdır. Kabri bugün mevcut olmayan Erzincankapı Mezarlığı’nda idi.

Şiirlerinden İstanbul, Çıldır ve bugün Türkiye sınırları dışında kalan Ahıska’da (Gürcistan) bulunduğu, bilhassa İstanbul’u çok sevdiği anlaşılmaktadır. Divanının kasideler bölümünde mahallî şahsiyetler ve yapılar hakkında yazdıkları dikkat çekicidir. Bunlar arasında Erzurum Beylerbeyi Çetecizâde Abdullah Paşa, Erzurumlu Şeyhülislâm Feyzullah Efendizâde Mustafa Efendi, Beylerbeyi Mustafa Paşa, Erzurum’un imarında önemli hizmetleri bulunan Beylerbeyi Yazıcızâde İbrâhim Paşa, Çıldır valilerinden Ahmed ve Yûsuf paşalar hakkında şiirlerle saray olarak adlandırdığı Erzurum Vali Konağı, Ahıska ve Erzurum’daki cami, çeşme ve medreseler için tarih manzumeleri bulunmaktadır.

Kasidelerinde hemşehrisi Nef‘î’nin, gazellerinde Nâbî’nin etkisi altında kalan Hâzık kasidelerinin birçoğunu Nef‘î’ye nazîre olarak yazmıştır. Bazı şiirlerinde Erzurum ve yöresinde kullanılan deyim ve tabirlere rastlanan Hâzık Efendi mahallî özellikleri koruyan bir divan şairi karakteri gösterir. Mânayı ön planda tutmak şartıyla klasik mazmunları ustaca kullanmıştır. Tasavvufî aşkla beraber dünyevî aşk da şiirlerinin konusunu teşkil etmiştir.

Hâzık’ın şiirleri Dîvân-ı Hâzık Efendi adıyla, kendisi de bir şair olan Erzurum nakîbüleşrafı ve Ahmediye Medresesi müderrisi Abdürrezzâk İlmî Efendi tarafından bir araya getirilerek yayımlanmıştır (İstanbul 1318). Eserde seksen dört beyitlik bir mi‘râciyye, bir na‘t, dört kaside, on üç tarih manzumesi, 211 gazel ve eksik birkaç manzume bulunmaktadır. Şiirlerinin tamamını ihtiva etmediği anlaşılan bu divanın birçok yazma nüshası vardır (Millet Ktp., Ali Emîrî, Manzum, nr. 89, 90, 91; Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 449-450, Esad Efendi, nr. 2621; Âtıf Efendi Ktp., nr. 2062, 2063; İÜ Ktp., TY, nr. 1731, 2854, 3432, 3452). Kaynaklar, Hâzık Efendi’nin Talîķāt alâ Tefsîri’l-Beyżâvî ve Fetâvâ adlı iki eserinden daha söz etmektedir.

BİBLİYOGRAFYA:

Şefkat, Tezkire, Millet Ktp., Ali Emîrî, Tarih, nr. 780, vr. 20b-22a; Esad Efendi, Bağçe-i Safâendûz, Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, nr. 185; Râmiz, Âdâb-ı Zurefâ, Millet Ktp., Ali Emîrî, Tarih, nr. 762, s. 61-62; Ârif Hikmet, Tezkire, Millet Ktp., Ali Emîrî, Tarih, nr. 789, vr. 13b-14a; Murâdî, Silkü’d-dürer, IV, 16; Mehmed Tevfik, Kāfile-i Şuarâ, İstanbul 1290, s. 113; Sicill-i Osmânî, II, 96; Osmanlı Müellifleri, I, 280-281; Mehmed Nusret, Târihçe-i Erzurum, İstanbul 1338, s. 103-104; Ziyâeddin Fahri [Fındıkoğlu], Erzurum Şairleri, İstanbul 1927, s. 39-46; TYDK, III, 806-809; Bilmen, Tefsir Tarihi, II, 546-549; Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 518; Konyalı, Erzurum Tarihi, s. 432-433; Mesih İbrahimhakkıoğlu, Erzurumlu İbrahim Hakkı, İstanbul 1973, s. 62; Büyük Türk Klâsikleri, VI, 375-376; Halûk İpekten v.dğr., Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü, Ankara 1988, s. 203; “Hâzık Seyyid Mehmed Efendi”, TDEA, IV, 191.
 

Naci Okçu

 

ERZURUM SANAL ANSİKLOPEDİK SÖZLÜĞÜ

(www.erzurumluyum.net)

 

Hazık, 1688 (H.1102)'da doğdu. Asıl adı Mehmet'dir. Hz. peygamber'in (SAV) soyundan geldiğinden seyyid Mehmet adıyla da anılır. Şiirlerinde "hazakatli, işinin ehli, usta" anlamına gelen "Hazık" mahlasını kullanmıştır.

"Peder kim İspiri Bü Bekr Efendi nam ile ma'ruf "

mısrasından da anlaşıldığı gibi Hazık, Erzurumlu alimlerden İspirli Ebu Bekir Efendi'nin oğludur. Büyük Tefsir Tarihi, Ebu Bekir Efendi'nin Karabağ tarafından Erzurum'a geldiğini kaydeder.

Efendiler namında iki zat Erzurum’a gelmiş. Ak Bekir Efendi tarikat-i Aliyye'yi neşr ile, Kara Bekir Efendi de ta'lim ve tedris ile iştigal ederek muhitlerini tenvire muvaffak olmuşlardır. İşte Hazık Efendi, bu Kara Bekir Efendi'nin oğludur.

Ebu Bekir Efendi, çeşitli ilimlere dair on kadar eser yazmıştır . Oğulları tarafından korunan bu eserler, 1828'de Rusların Erzurum'u istilası neticesinde diğer kıymetli eserlerle birlikte gasp edilmek suretiyle İran'a götürülmüştür.

Babası vefat ettiğinde Hazık otuz üç yaşındadır. Kendisinden çok şey öğrendiği babasının ölümüne tarih düşürür. Bu manzumede onu, il-mi yayma, eser neşretme ve talebe yetiştirme yolunda her türlü sıkıntıyla katlanan fedakar bir alim ve ALLAH rızası haricinde hiçbir şey gözetmeyen kanaatkar biri olarak tanıtır.

Peder kim İspiri Bu Bekr Efendi nam ile ma'ruf
Kana'at eyleyip tengi-i deste sahti-i zıyka

Ser-a-ser dehre külliyat ü cüz'iyyatı neşr etdi
Li-vechillah olup üstad-ı küll erbab-ı tahkika

Yukarıdaki tarih manzumesinden anlaşıldığına göre Ebu Bekir Efendi 1723'te vefat etmiştir.

Hazık'ın diğer aile fertleri hakkında elde mevcut bilgi yoktur. Divandaki "Mersiye-i Zevce-i Hod Hatice Hanım " başlıklı mersiyeden Hazık'ın Hatice Hanım'la evlendiğini , " Tarih-i Viladet-i Ferzend-i Ercüment-i Hod Ebu Bekir Efendi " başlıklı tarih manzumesinde 1732 'de Ebu Bekir adında bir oğlunun dünyaya geldiğini öğreniyoruz.

Alim bir babanın çocuğu olarak dünyaya gelen Hazık , o dönem için iyi sayılabilecek bir öğretim görür. Önce Erzurum 'da İhlasiyye Medresesi Müderrisi Müftü Ömer Efendi ve Kazabadi Ahmet Efendi gibi devrin tanınmış alimlerinden ilim tahsil eder. Daha sonra Feziyye Medresesi müderrisi olan babası Ebu Bekir Efendi'den ders alarak tahsilini tamamlar . İcazetname aldıktan sonra Erzurum'da yazıcızade İbrahim Paşa Medresesi ile bu gün Çifte Minareli Medrese diye bilinen Hatuniye Medresesinde müderrislik yapar. Erzurum'da elli yıl kadar çeşitli ilimlerin öğretimi ile uğraşır.

Hazık'ın uzun süreli müderrisliği esnasında bir çok kıymetli şahsiyetin yetiştirmesine katkıda bulunur. Bunlar arasında Marifetname adlı eseriyle meşhur olan büyük alim Erzurumlu İbrahim Hakkı (öl.1790) da vardır. Hazık, İbrahim Hakkı'nın Farsça Hocasıdır.

İbrahim Hakkı'nın Hazık Efendiden ders alması kaynak eserlerde şöyle kaydedilir.

"Zamanın dar kafalı softa güruhu ve "rüsum uleması" denilen zahir şeriatçılar, İbrahim Hakkı'yı çekemediklerinden yahut -her büyük adama yapıldığı gibi -yazdığı eserleri anlayıp küfür isnat ettiklerinden , kendisini heyet huzurunda sorguya çekmeye karar verirler.

Kalabalığın içinde zamanın müftüsü , ulemadan geçinen sarıklı sınıfı baş köşeye kurulmuş , fen ve fikir adamlarına ,tasavvuf düşmanlarına elebaşlık ediyorlar.
Bunlardan başka mecliste İbrahim Hakkı'nın meşhur muarızlarından Kadızade Mehmed Efendi ,onun birinci sınıf talebelerinden olup "Beyzavi Tefsiri" üzerine "Ta'likat" yazan Kürt Maksut Efendi ' ye verilmiş. İbrahim Hakkı içeriye girer girmez kendisine kötü bakarak adeta azalar gibi sorulan ilk sual şudur:

-Molla, sen bir kitap yazmışsın... İçinde yıldızlardan, ay ve güneşten, gökyüzünden bahsederek Allah'ın işine ve hikmetine karışmakta imişsin. Bunun dinsizlik olduğunu, insanı küfre götüreceğini bilmiyor musun? Söyle bakalım ne cevap vereceksin?

İbrahim Hakkı bakmış ki bunlara akıl, mantık ve ilim yoluyla söz anlatmanın imkanı yok... Evvela reisin gururunu okşayıp işi tatlıya bağlamak ister. Mahcup ve nadim bir halde Hazık Efendi'nin yanına sokulur, kendisine yavaşça:

Henüz pek çok noksanı olduğunu, bunları tamamlamak için kendisinin ilminden, fazlından istifade etmek ihtiyacı duyduğunu, bu sebeple yeniden ders almak istediğini, hatalarını, eksiklerini belki bu suretle düzelteceğini ,kendisini minnettar bırakacak olan böyle bir lütfun esirgenmeyerek ihsan edilmesini, kalabalığın içinde ricada bulunur.

Bu tatlı ve mutevazıane yalvarış Hazık Efendinin hoşuna gider, ulemalık gururunu kabartır. Düşüncelerini hemen değiştirerek İbrahim Hakkı'ya sahip çıkar. Heyete karşı yumuşatıcı sözler söyleyerek işi yatıştırır. İbrahim Hakkı'da bu süretle mühim bir vartadan kurtulmuş olur."

Hazık, İbrahim Hakkı'nın hem hocası hem de çok iyi bir dostudur. İbrahim Hakkı, klasik şiir öğrenme ihtiyacını hissettiğinde baş vurduğu ilk kişi müftü Hazık Mehmed Efendi olmuştur. İbrahim Hakkı'nın tercih etmesinin en önemli sebebi , onun zahir ulamasından olduğu halde tasavvufa karşı kaşlarını çatmamasıydı. İlmiyle sınıfının çoğunda görülmeyen bir hoşgörü ,İbrahim Hakkı ile aralarında ezelde başlamış bir ruh beraberliği , bir fikir anlaşmasını meydana getirmişti.

Edebi bir muhit olarak Erzurum, aynı muhiti paylaşan iki dostun mülatafalarına mekan olur. Evlenmeyi ayağından bağlanmak olarak gören Hazık İbrahim Hakkı'nın ikinci defa evlenmesini çok görür.
ona:

Bir şahsa eylese felek-i pire-zen düzen
Eyler giran nikah ile pa-beste -i düzen

nükteli matlaının söyler.

İbrahim hakkı ise vahdet felsefesine dalmıştı. Ona göre böyle şeyler görüşü dar olanlar içindi. O'da Hazık Efendiye :

Emvac-ı kesret içre yem-i vahdeti sezen
Derya-dil erdir ol ne keder alsa da sezen

Hazık, peygamber'in soyundan gelen bir seyyiddir. "başımda taşır idim çün nişan-ı sadatı" mısrasıyla da kendisi bunu teyid eder. Sadat-ı kiramdan olması dolayısıyla Erzurum nakibüleşraflığına, 1756(H.1170)'da da Erzurum müftülüğüne tayin edilir.

Arif Hikmet Tezkiresi, Müti adlı bir şahsın nüfusunu kullanarak altı ay sonra Hazık'ı Erzurum müftülüğü görevinden azlettirip kendisinin bu göreve atanmasını sağladığı ;aynı şahsın Kuyruk Salih isminde birinin de fetva katibi olarak görevlendirilmesinde yardımcı olduğunu kaydeder. Her iki şahsında bu görevleri yürütebilecek ilim , irfan ve kabiliyete sahip olmadıklarının farkında olan Hazık ,kaygısını nükteli bir beyitle şöyle dile getirir.

Bir zaman hayli semin sement- fetva
Kuyruk'a düşdi zebun oldi diriga hayfa

Kaynak eserlerden Hazık daha sonra tekrar Erzurum müftülüğü görevine atandığı ve bu görevi vefat tarihine kadar sürdürdüğünü öğreniyoruz.

Hazık devrinde Erzurum müftüsü sanıyla tanınmış kudretli bir alimdir. Şakaik-i Numanıyle ve Zeylleri , Hazık 'ın ilmiyle amel eden menşur bir alim olduğunu, "fazileti musellem olan ulema-yı be-nam dadır" cümlesiyle temsil eder.

Diğer kaynak eserlerde Hazık'ın en zor meseleleri halledilebilecek bir ilme vakıf olduğunda birleşirler. bu eserler, Hazık'ın ilimdeki kudretini "el- alimü'l-fazıl ...", "ulema ve şuaradan bir zat olup ....", " Hazık Efendi merhum hen kuvvetli bir alim ...." , " Hazık Efendi zamanın kudretli alimlerindendir. ..." şeklinde kaydederler.

Talebesi ve yakın dostu İbrahim hakkı , vefatına düşürdüğü tarihte Hazık'ı halkın gönlünde taht kurmuş devrinin seçkin ve yegane bir alimi olarak niteler.

Hazık Efendi ilm ercümendi
Alleme kendi alem begendi
Asrında evhad kadriyle emced
Seyyid Muhammed nam-ı bülendi

İbrahim Hakkı, Hazık, Erzurum müftülüğü görevini sürdürürken 1763 yılının Ramazan-ı Şerif ayında vefat eder.

Kaynak eserler, Hazık 'ın ölüm tarihini çok farklı şekillerde kaydederler. Ölüm tarihi şakaik-i Numaniyye ve Zeyllerin'de H. 1167; Arif Hikmet Tezkiresi , silkü'd -dürer fi ayani 'l-karni's -sani Aşer , Keşfü'z -zünün zeyli , Tezkirelere göre divan edebiyatı İsimler sözlüğü Erzurum tarihin'de H.1176 olarak kayıtlıdır.

 

 

Muzaffer Taşyürek

 

ÖMER NASUHİ BİLMENİN BÜYÜK TEFSİR TARİHİ HAKKINDA BİR DEĞERLENDİRME

(Yeni Ümit Dergisi)

 

Muasır Hadiseler

Ömer Nasûhi Efendi, nadiren de olsa bazı muasır hadiselere temas eder. Erzurumlu Mehmed Hazık Efendi’yi tanıttıktan sonra: "Bir teessüf" diye başlayan paragrafında: Hazık Efendi’nin kabrinin yanında Maksud Efendi (Ö. N. Bilmen’in babasının dayısı), Gıdalızade Şeyh Mehmed Efendi, Solakzade Ahmed Efendi (v.1314). "Bu dört zatın medfun bulunduğu kabristanın kaldırılarak yerleri bînam ve nişan kalmıştır. Malumdur ki bir belde için, belki bir ülke için büyük bir alimin, yüksek bir edibin kabri, binlerce muhteşem binadan daha ziyade bir zinet teşkil eder.", diye başlayan teessüfünü, Eşref merhumun şu beyti ile bitirir:

Gözlerim ebnâ-yı asrımdan o rütbe yıldı kim,

İstemem ben Fatiha, tek kırmasınlar taşımı. [s.726-727]

 

  Prof. Dr. Suat YILDIRIM 
 

ERZURUM ÇARŞI PAZAR

(www.erzurumgazetesi.com.tr)

 

Pervizoğlu Camisi 1710 yılında Pervizoğlu Hacı Mehmet Efendi tarafından yaptırılmış, vakfiyesi de 1715'de tesis edilmiş.

Caminin üç tarafını kuşatan İhlasiye ve Muhammediye Medreseleri de aynı şahsa ait. Prof.Dr. İ. Hakkı Konyalı Pervizoğlu Hacı Mehmet Efendi'nin ihlasiye Medresesi Müderrisleğine damadı Ömer Efendi'yi; Muhammediye Medresesi Müderrisliğine de oğlu Ebubekir Efendiyi tayin ettiğini yazmaktadır.

Birinde kelam diğerinde de hadis ilminin okutulduğu medreselerin rasgele bir şekilde bu semtte yer aldığını söylemek mümkün değildir. Bu semt, Caferiye mahallesinden sonra Erzurum'da ilmin, sanatın ifade bulduğu ikinci merkezdir.

Kitabesi Erzurum Müftüsü ve büyük şair Hazık Efendi tarafından yazılan Zeynel Camisi  18. asır eseri. Namıkzade Hacı Zeynelabidin Efendi tarafından yaptırılmış olan camide Yazıcızade İbrahim Paşa tarafından vakfedilen iki tunç şamdan da caminin tarihi önemini artırıyor.

Caminin kitabesinde bugün para, şöhret ve makamın mağrurluğuna kapılıp herşeyi unutan yöneticilere ders veren bir ibare var:

"Değildir devlet u para rikab-ı dehrile mağrur

Heman ancak duadır maksadı ala vü ednadan"

 

diyor Namıkzade Hacı Zeynelabidin Efendi için şair.

Bugünkü Türkçeyle şunları söylüyor: "Para ve makam ile zamanın şöhretiyle perdelenmemiştir gözü Namıkzade Hacı Zeynelabidin Efendi'nin ve o mağrur olmamıştır. Bütün hayatının ve eserlerinin maksadı zengin olsun fakir olsun herkesin hayır duasını almaktır." Bu yükseklik karşısında ne demeli?..
 

 

HAZIK EFENDİ BAHSİ

(www.yesilyurtlular.org)


"Izdıraba halk ile beyhude gavgadır sebeb

Dünyada asayişe ancak müdaradır sebeb"

 

diyor Hazık Muhammed Efendi.
Evliya Çelebi'nin "Hasılı kelam tahsil-i ulum edecek diyar" yani ilmin beşiği olarak tarif ettiği Erzurum'da yetişmiş Hazık Efendi.
17 yaşında İbrahim Paşa Medresesine müderris olmuş. Talikatı a'la Tefsiri Beyzavi ve müretteb bir divan sahibi. 18. asırda Osmanlı topraklarının en ünlü alimi ve şairi. Erzurum'u döneminde bütün İslam alemine tanıtan büyük insan.
 

"Erzurum'un ab-ı tabı nevbahar olsun da gör

Çeşme sâr çeşme pinhân aşikar olsun da gör"

 

beyitleriyle Erzurum sevgisini benzersiz bir mana ve biçimde ifadeye muktedir bir gönül adamı. Hem mevlevi, hem Kadiri dergahlarında nefisini terbiye etmiş çok küçük yaşlarında.


"Ne gaflettir, ne halettir, ne keyfiyettir ahvalim

Bu manayı bilürken ahiret baki, cihan fani.
Heva-yı nefsime uydum o dahi uydu şeytana

Cihanda kalmadı bir masiyet kim ettim anı
Günahkarım,siyehkarım, tebehkarım, sefihkarım

Sezadır olsa şermende benimle nevi insani"

 

beyitleriyle anlatmış bu makamdaki haletini. Kargapazarı dağlarında çileye girmiş günlerce. Nefsi emmare, nefsi levvame makamlarından geçmek için. Ahvalini anlatmış şöylece:
 

"İhtilat nas şimdi çün yasag oldi bana

Guşeyi gam hanemiz cay-i firag oldu bana
Kargapazarı nişimen oldu gülzare bedel

Nağme-yi bülbül sada-yi zişt-zağ oldu bana"
 

Kargapazarı'nın gül bahçelerinden, karga seslerinin bülbül sadasından evla olduğunu dile getirmiş yükseldiği makamda. İlahi aşk yandırmış özünü.
 

"Hasretinle rişte-yi gamda ruz-u şeb ağlarken

Sen yine ağyar ile nuşu şerab ettin yeter"

 

yollu feryatlar etmiş. Halini anlamayanlara:

 

"Aşk-ı mutlakdır eden divaneyi sahra nevred

Gerdiş-i mecnuna sanma sevk-i Leyladır sebep"

 

beytinde, Allah aşkı, aşıkı sahralara düşürür, mecnunun aklı başından gitmiş olarak gezinmesi de leyla yüzünden değil, Allah aşkı sebebiyledir, manasında izahda bulunmuş.
Fenafillah'a erişmek yolunda her türlü mücahededen kaçınmamış. Sahrada nefsini yok etmeye çalışan bir veliye, yalnız başına ne yapıyorsun sualini yöneltenin, "demin hüda ileydim, asıl şimdi yalnızım" şeklinde aldığı cevabın manasına yükselmiş. O makamda:

 

"Aşkınla gönlüm nurdur,

Her bir demi bir surdur

Mey nuş-u cam hurdur

Geh mes ü geh mahmurdur
 

Herkes bana mahrem değil

Mahrem olan adem değil

Küstah olursam gam değil

Divaneler mazurdur


Aç çeşm-i can sorma haber

Sırr-ı enel hak'dan haber

Dünyaya baksan ser-te-ser

Her zerre bir mansurdur


Bi zevk olan erkek dişi,

Beyhude gerdiştir işi

Kendüsüni bilmez kişi

Lütf-u hudadan dur'dur
 

Bak bülbüle gülzarı gör,

Güllerde mürg-ü zarı gör

Esma içinde yâri gör,

Biganeden mesturdur


Her kişinin ermez eli,

Erenlere derler deli

Viranedir gönlüm veli,

Amma yine ma'murdur


Didar-ı yare aşıkım,

Aşkımda amma sadıkım

Tarh-ı gazelde HAZIK'ım,

Tab'ım bana mezburdur"

 

gazeliyle ilahi aşkın ateşine tutulanlarca dünyanın nasıl göründüğünü resmetmiş. Kinden, nemimeden, garezden ve hasedden kaçınmaya davet etmiş insanları.
 

"Zahida eyleme germiyyet rindana hased

Yada gelmez mi neler eyledi şeytana hased"

 

berceste mısrasıyla bu daveti nakşetmiş sevenlerinin gönlüne. Vaz-ü nasihatlerini şu gazeliyle ne güzel ifade etmiştir O.


"Geşteyle dehri ser te ser,

Derd-i dile derman ara

Ser çeşme-yi heyvani bul,

Dünyada baki can ara
 

Alem habib olmuş sana,

Nefsin rakib olmuş sana

Derdün tabib olmuş sana

Fehmetmeye lokman ara
 

Beyhûde gerdiş eyleme,

Efgân-ü naliş eyleme

Dâ'vayı dâniş eyleme

Var mektebe irfan ara
 

Bu yolda ko canı seri,

Beyhude gezme serseri

Vadi-yi aşka düş yürü

Var sen de bir sultan ara
 

Aşıkları sarhoş ider,

Akilleri bihûş ider

Her gamzesi medhûş ider,

Bir afet-i devran ara
 

Hakkeyle yollarda yüzün,

Belürmesün izin tozun

Sür giceler yere yüzün,

Matlubuni pinhan ara
 

HAZIK cihanda ser te ser,

Eyle heman güş-ü güzar

Senden seni agah ider,

Kamili cud insan ara."


18. yüzyılda yazılan bütün tezkirelerde, döneminin en büyük şairi olarak tanıtılan ve 20. asrın ilk dönemlerine kadar gazellerinden birkaç tanesini ezbere bilmeyenlerin cemiyet içinde ayıplandığı Hazık Efendi, ne yazık ki, bütün İslam alemi tarafından bilinmesine ve şiirlerinin beğenilip okunmasına rağmen, Erzurum'da yeterince tanıtılamamış, kıymeti ortaya konamamıştır.
"Erzurum'un nükte sencân-ı sühân erbabına

Taze vâdi gösterir eş'arda Hazık mıdır?"

 

diyerek, bir manada bu duruma da atıfta bulunan Hazık Efendi, ayarında olduğu Nef'i kadar şöhret bulmamıştır memleketimizde.

ÜNİVERSİTEYE DÜŞEN VAZİFE


Hakkında araştırma yapan birkaç Üniversiteli uzman dışında, layık olduğu biçimde anlaşılamamış ve yeni nesillere de aktarılamamıştır şiirleri ve hayatı. Erzurum hakkında araştırma eserleri hazırlayanlar ise, onun ismini verip, Ömer Nasuhi Bilmen Hoca'nın aktardığı malumattan derledikleri birkaç beytini nakledip, Hazık Efendi'nin hakkını teslim edememişlerdir ne yazık ki.
Hatta son zamanlarda neşredilen, araştırmaya dayalı olmayıp sadece birkaç müelliften alıntı yapılarak hazırlanan risalelerde Hazık Muhammed Efendi'nin şiirleri, asla yaşamamış olan Hazık Ahmet Efendi diye bir hayal şairine bile mal edilmiştir maalesef.
Oysa, İbrahim Hakkı'nın Farsça hocası da olan Hazık efendi, Nedim'in:
 

"Haddeden geçmiş nezaket yal ü bal olmuş sana

 Mey süzülmüş şişeden ruhsar-ı al olmuş sana"

gazeline:
"Ateş-i aşkınla bişmiş dil kebap olmuş sana

Hun süzülmüş çeşm-i giryandan şerab olmuş sana" ... şeklinde cevap verecek kadar büyük şair ve emsalsiz bir kalem erbabıdır aslında.
O, 217 gazel, 10 kaside ve 11 tarihin yer aldığı müretteb divanında, insanların, hakiki kıymetleri göremeyecek kadar nefislerine ram olduklarına da değinmiştir şu beyitte olduğu gibi:


"Zamâne kimseye itmez kedersiz ikrâmı

Mekr dedikleri halkın kerem bozuntusudur"


Şöhreti sevmeyen bu mutasavvıf alim,

 

"Nihâli mâsiyetimizin meyvesi melamet imiş

Bu gülistanımızın hasılı nedâmet imiş"

 

diyecek kadar da dünyayı sevmeyen birisidir."
İbrahim Hakkı, Şair Nefi, Sümmani kadar Erzurum üzerinde hakkı olan ve bu şehrin görkemli tarihini; hayatı ve eserleriyle şereflendiren Hazık Muhammed Efendi'nin de layık olduğu şekilde Erzurumlulara takdimini amaçladık.
Kim bilir belki de üniversitenin yeni yönetimi, O'nun adına da bir enstitü kurar, divanı ve tefsiri bugünkü alfabeye aktarılarak, hak ettiği kıymeti verir.

 

HABERFX.NET

Divan edebiyatı yorumcusu Hayati İnanç, Erzurumlu Hazık Mehmed Efendi'yi ve Divan'ını anlattı.

Atatürk Üniversitesi'nin davetlisi olarak Erzurum'a gelen ve Divan edebiyatı üzerine yaptığı sohbetlerle ünlenen Hayati İnanç, "Klasik Türk Edebiyatında Hayata Bakış" konulu konferansta Erzurumlu Hazık Mehmed Efendi'yi ve Divan'ını anlattı.

Kültür Merkezi'nde gerçekleştirilen konferansta konuşan İnanç, birçok divan şairini de bağrından çıkarmış Erzurum'a ilk defa geldiğini hatırlatarak, bundan sonra daha sık geleceğini ifade etti.

Konuşmasında klasik edebiyatın birbirinden seçkin örneklerini okuyarak yorumlayan İnanç, geçmişteki örneklere bakarak günümüzde yaşanan bazı sosyal ve siyasal hadiseleri, 'hikmet' ve yer yer de 'mizah' penceresinden bakarak anlattı.

Son büyük Osmanlı Mutasavvıfı ve şair bilgini olan Hasankaleli İbrahim Hakkı Hazretleri'ne Erzurum'daki medresede Farsça hocalığı da yapan Müderris Şair ve Müftü Hazık Mehmed Efendi'nin divanından da söz eden İnanç, Müftü Hazık Mehmed'in 1690 yılında Erzurum'da doğduğunu, adının Seyyid Mehmed ve mahlasının ise Hazık olduğunu söyledi. Müftü Hazık Mehmed'in, ilk ilmini ulemadan olan babasından öğrendiğini, Erzurum Medrese'lerinde okuduktan sonra, şiir ve edebiyat zevkini ve alimlik icazetini aldıktan sonra İstanbul'a gittiğini ifade eden İnanç, burada Şeyhulislam Efendi ile görüşüp bir gazelinde; "Yok İstanbul kadar cayi mezak ücrada" diye Osmanlı Başkentini pek sevdiğini belirtmişse de, gönlünü sıla hasretinin sardığından, Erzurum Müftülüğü'ne tayinini isteyip, Erzurum'a döndüğünü, İbrahim Paşa Medresesi'nde Farisi Hocalığı yaptığını ve bu sırada İbrahim Hakkı Hazretlerini okuttuğunu anlattı. Müftü Hazık Mehmed'in, 1750- 1752 yıllarında Ahıska'da bulunarak burada beylerbeyi Atabekler sülalesinden Hacı Ahmet Paşa'nın yaptırdığı Ahmediyye Camisi ve Ahmediyye Külliyesi adlı şaheserlere ve şadırvanlarına tarihler düştüğünü, Ahıska'dan dönüşünde Erzurum Müftüsü iken yine müderrisliğe devam ettiğini 1763 yılında burada rahmete kavuştuğunu açıklayan İnanç, Seyyid Mehmed Hazık Efendi'nin, şiir sanatında daha çok Nef'i ile Urfalı Nabi'yi beğenerek onların tesirinde kaldığını, tam ve müretteb bir divanın bugün elimizde olduğunu sözlerine ekledi.

İnanç, Hazık'ın Divanı'ndan beyitler okuyarak açıklamasını da yaptı. Hayati İnanç, Türk insanın kendi kültürünü tanıma ihtiyacı içerisinde olduğunu da belirterek, "Kimseye kendimizi anlatmasak da olur, ama kendimizi tanımalıyız. Değerlerimizle tanışmalı, aynaya bakmalı ve gönlümüz huzur dolu lezzetle yaşamalıyız. Bu bizim hakkımız ve ödevimizdir. Bu konuda elimizden geleni yapmaya çalışmalıyız," dedi.

Divan edebiyatının anlaşılmamasının uzak durmakla bir ilgisi olduğunu ifade eden İnanç, yaptığı programlar ve verdiği konferanslarla pek çok gencin Divan edebiyatını sevdiğini hatırlattı. İnanç, "Demek ki biz onlara ulaşabilirsek, kültürümüzü onlara sunabilirsek, güzel bir biçimde alacaklar ve bunu yaşatacaklar" diye konuştu.

"Benden geriye eski edebiyatımızı anlayan, anlatan beş yüz genç kalırsa" mutlu öleceğim diyen İnanç, muazzam bir mirasın mirasyedi mirasçıları olmaktan bir an önce kurtulup kendi köklerimizden ve kaynaklarımızdan istifade etmenin yollarını aramamız gerektiğini sözlerine ekledi.

 

ZARAFETİ VE HUY GÜZELLİĞİ İLE ERZURUM'DA MEŞHUR ALİM VE ŞAİR HAZIK

(www.erzurumportali.com)

 

Hazık, 1690 yılında Erzurum'da doğdu. Asıl adı Mehmed'dir. Seyyid Mehmed adıyla da anılmıştır.

Şiirlerinde, “hazakatli, işinin ehli, usta” anlamına gelen "Hazık" mahlasını kullanmış, zarafeti ve huy güzelliği ile Erzurum'da meşhur alim şair

 

Hem-nâm-ı hayr-ı kâfile-i silk-i enbiyâ 

Hâzık lakab medîhada nâdir zuhura bak

Zihnî

Kaynak eserlerde ve Divan'ında, Hazık'ın aile fertlerin­den babası, hanımı ve oğlu hakkında kısa bilgi vardır. Hazık, Peder kim ispiri Bu Bekr Efendi nam ile maruf mısraında da belirttiği gibi, Erzurumlu âlimlerden ispirli Ebu Bekir Efendi'nin oğludur. Ebu Bekir Efendi, Karabağ yöresin­den Erzurum'a gelmiştir.

Ebu; Bekir Efendi, çeşitli ilimlere dair on kadar eser yazmıştır. Oğulları tarafından korunan bu eserler, 1828'de Rusların Erzurum'u istilası sonucunda diğer kıymetli eserlerle birlikte gasp edilmek suretiyle İran'a götürülmüştür (Şu Bizim İspir. 1981).

 

Babası vefat ettiğinde Hazık 33 yaşındadır. Kendisinden çok şey öğrendiği babasının 1723 yılında vefat etmesine tarih düşürmüştür. Târih-i Vefât-ı Peder-i Hod Kara Bekir Efendi Rahimehullâh başlıklı ve üç beyitten oluşan bu tarih manzumesinde, babasını, ilmi yayma, eser yayımlama ve talebe yetiştirme yolunda her sıkıntıya katlanan fedakâr bir âlim ve Allah rızası haricinde hiçbir şey gözetmeyen kanaat- kâr bir hoca olarak tanıtmıştır.

 

Divan'ındaki Mersiye-i Zevce-i Hatice Hanım başlıklı mersiyeden Hazık'ın Hatice Hanım'la evlendi­ği, Târih-i Vilâdet-i Ferzend-i Ercümend-i Hod Ebu Bekir Efendi başlıklı tarihten de 1732'de bir oğlunun dünyaya geldiği ve ona Ebu Bekir adını verdiği anlaşılmaktadır.

 

Hazık'ın Tahsili

 

Hazık, önce Erzurum'da İhlasiye Medresesi müderrisi Müftü Ömer Efendi ve Kazabadi Ahmed Efendi gibi devrin tanınmış âlimlerinden ilim tahsil etmiş, daha sonra Feyziyye Medresesi müderrisi olan babası Ebu Bekir Efendi'den ders alarak tahsilini tamamlamıştır.

 

Hazık'ın Görevleri

 

Hazık, tahsilini tamamladıktan sonra Erzurum’da müder­ris, nakibüleşraf ve müftü olarak görev yapmıştır.

 

Hazık, icazetname aldıktan sonra Erzurum'da Yazıcızade İbrahim Paşa Medresesi ve bugün Çifte Minareli Medrese diye bilinen Hatuniye Medresesinde müderrislik yapmıştır. Erzurum'da elli yıl kadar çeşitli ilimlerin öğretimi ile uğraşmıştır.

 

Hazık,

 

"Başımda taşır idim gün nişan-ı sadatı"

 

mısraında da belirttiği gibi Hz. Muhammed'in soyundan gelen bir seyyiddir. Sadat-ı kiramdan olması dolayısıyla Erzurum nakibüleşraflığına, 1756'da da Erzurum müftülüğüne tayin edilmiştir.

 

Erzurumlu şair Zihnî, Erzurum müftülüğüne tayin edilen Hazık'a bir kaside sunarak onu tebrik etmiş, bu göreve liyakatini bildirmiş, görevinin hayırlı ol­masını dilemiş ve bu görevde başarılı olması için dua etmiştir.

 

Arif Hikmet Tezkiresi, Muti adlı bir şahsın nüfuzunu kullanarak altı ay sonra Hazık'ı Erzurum müftülüğü görevinden azlettirip kendisinin bu göreve atanmasını sağladığını; aynı şahsın, Kuyruk Salih adlı birinin de fetva kâtibi olarak görevlendirilmesinde yardımcı olduğunu kaydeder. Her iki şahsın bu görevleri yürütebilecek ilim, irfan ve kabiliyete sahip olmadıklarının farkında olan Hazık, kaygısını nükteli bir beyitle şöyle dile getirmiştir:

 

Bir zamân hayli semin idi semend-i fetvâ

Kuyruk'a düşdi zebûn oldı dirîgâ hayfâ

 

Târihçe-i Erzurum, Hazık'ın daha sonra tekrar Erzurum müftülüğü görevine atandığını ve bu görevi vefatına kadar sürdürdüğünü kaydetmektedir.

 

Hazık, Hicri 1176 yılının Ramazan ayı ve Kadir gecesinde Erzurum'da vefat etmiştir. Bu hicri yıl, ay ve günün Miladi karşılığı Nisan 1763'tür. Hazık'ın mezar taşı kitabesi ve vefatına tanıklık eden Erzurumlu şair Zihnî'nin, onun ve­fatına düşürdüğü iki manzum tarih tarih, Hazık'ın H.1176'da vefat ettiğini göstermektedir.

 

Bu mâh-ı rûzedeşeb-i kadre tesâdüfe

Evtâr-t aşr âhir-i hayrü'ş-şühûra bak

Çıkdı biri vefâtını bî-nokta harf ile

Zihnî dedi hulûs ile zeyl-i sûtûra bak

Şevk-ı niyâz-ı afv ile yâ hû deyüp iriş

Gel gir huzûr-ı hazrete Hâzık sürura bak

 

Hazık, o dönemde Erzincankapı Mezarlığı'na defnedilmiş, daha sonra mezarı başka bir yere nakledilmiştir. Büyük Tefsir Tarihi, Hazık'ın Erzincankapı Mezarlığı'ndaki mezarının ilk zamanlar bir ziyaretgâh olduğunu, Hazık'ın mezarının yanında Maksut Efendi, Gıdalızade Mehmed Efendi ve Solakzade Ahmed Efendi'nin de yattığını, vücutları gibi mezarları da Erzurum için şeref sayılan bu dört meşhur âlimin son zamanlarda mezarlarının kaldırıldığını, yerlerinin bi- nâm u nişân kaldığını yazmaktadır.

 

Hazık'ın dostu Erzurumlu şair Zihnî, varlığı Erzurum için bir şeref sayılan Hazık'ın vefatının, bütün şehrî etkilediğini hem ilim ehlini hem de bütün Erzurum halkını derinden üzdüğünü ifade etmiştir

 

Erzurûmun âb u tâbın nev-bahâr olsun da gör

Çeşme-sârâ Çeşme Pünhân âşikâr olsun da gör

Ol hilâl-ebrû güzel bedr olmamış mehdir henüz

Çâr-deh sâle cevân-ı işve-kâr olsun da gör

Cûylar çekmez mi ol servi derûn-ı sîneye

Sâye-endâz-ı kenâr-ı cûy-bâr olsun da gör

Gör ne kanlar dökecekdir şîve-gâh-ı nâzda

Çeşm-i mahmûrı o şûhun bâde-hâr olsun da gör

 

Hazık'ın İlmi Kişiliği

 

Hazık, zarif bir insan ve ilmiyle amel eden bir alimdir. Mehmet Nusret, Hazık'ın zarafeti ve huy güzelliği ile Erzurum'da meşhur olduğunu, Zihni ise Hazık'ın hayırla yad edildiğini söyler.

 

Hazık, 18.yüzyıl alim şairlerindendir. Erzurum müftüsü sanıyla tanınmış kudretli bir alimdir. Kaynak eserler, Hazık'ın en zor meseleleri halledebilecek bir ilme sahip meşhur bir alim olduğunda birleşmişlerdir.

 

Hazık Efendi

İlm ercümendi

Allame kendi

Alem begendi

Erzurumlu İbrahim Hakkı

 

Hazık'ın Eserleri

 

Hazık'ın manzum ve mensur olmak üzere Divan, Talikat Ala Tefsiri'l-Beyzavi ve Fetvalar adlı 3 eseri bilinmektedir.

 

Kaynak: Atatürk Üniversitesi, Erzurum'un Yüzleri, Prof. Dr. Hüseyin Güfta

 

TÜRK EDEBİYATI İSİMLER SÖZLÜĞÜ

(HÂZIK, Seyyid Mehmed Efendi (yesevi.edu.tr))

 

HÂZIK, Seyyid Mehmed Efendi
(d. 1102/1690-91 - ö. 1176/1763)
divan şairi
(Divan/Yazılı Edebiyat / 18. Yüzyıl / Anadolu-Osmanlı-Türkiye)

ISBN: 978-9944-237-86-4


Hâzık, 1102/1690-91 yılında Erzurum'da doğdu. Asıl adı Mehmed'dir. Hz. Muhammed'in soyundan geldiği için Seyyid Mehmed adıyla da anılmıştır. Şiirlerinde, “hazâkatli, işinin ehli, usta” anlamına gelen “Hâzık” mahlasını kullanmıştır. Ataları Karabağ yöresinden Erzurum'a gelmiş olan Erzurumlu âlimlerden İspirli Ebu Bekir Efendi'nin oğludur (Bilmen 1974: 724). Önce Erzurum'da İhlâsiyye Medresesi müderrisi Müftü Ömer Efendi ve Kâzâbâdî Ahmed Efendi gibi devrin tanınmış âlimlerinden ilim tahsil etti. Daha sonra Feyziyye Medresesi müderrisi olan babası Ebu Bekir Efendi'den ders alarak tahsilini tamamladı. İcazetnâme aldıktan sonra Erzurum'da Yazıcızâde İbrahim Paşa Medresesi ve bugün Çifte Minareli Medrese diye bilinen Hatuniyye Medresesinde müderrislik yaptı. Erzurum'da elli yılı bulan uzun süreli müderrisliği esnasında aralarında Marifet-nâme adlı eseriyle meşhur Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi birçok kıymetli şahsiyetin yetişmesine katkıda bulundu. İbrahim Hakkı'nın Farsça hocası oldu. Sâdât-ı kirâmdan olması sebebiyle Erzurum nakibüleşraflığına, 1170/1756'da da Erzurum müftülüğüne tayin edildi. Bazı kaynaklara göre, Mûtî adlı bir şahıs tarafından altı ay sonra bu görevinden azlettirildi. Fakat daha sonra tekrar atanarak vefatına kadar bu görevi sürdürdü. Erzurumlu Zihnî'nin düşürdüğü tarihe (Macit 2001: 83) ve Arif Hikmet'e (vr. 13b) göre Kadir gecesine rastlayan 1176 Ramazan/1763 Nisan'da Erzurum'da vefat etti ve Erzincankapı Mezarlığına defnedildi. Mezarı daha sonra başka bir yere nakledilmiştir.

Hâzık'ın Dîvân'ı ile mensur Ta‘lîkât Alâ Tefsîri'l-Beyzâvî ve Fetvâlar adlı üç eseri bilinmektedir:

1. Dîvân: 2234 beyitten oluşan Dîvân'da 9 kaside, 2 terkîb-i bend, 2 muhammes, 224 gazel, 30 kıta, 1 nazm, 10 matla ve 7 müfred vardır. Dîvân'ın İstanbul, Ankara ve Erzurum'daki kütüphanelerde 18 yazma nüshası bulunmaktadır. Matbu nüshası da mevcuttur (İstanbul 1318). Matbu divan, Hâzık'ın bütün şiirlerini ihtiva etmemektedir. Dîvân'ın tenkitli metni yüksek lisans tezi olarak hazırlanmış (Güftâ 1992), daha sonra da yayımlanmıştır (Güftâ 2001).

2. Ta‘lîkât Alâ Tefsîri'l-Beyzâvî: Kâdı Beyzâvî Tefsîri'ni açıklayan bir eserdir.

3. Fetvâlar: Hâzık'ın Erzurum müftülüğü görevi sırasında çeşitli konular hakkında verdiği fetvaları ihtiva etmektedir. Ta‘lîkât ve müdevven fetvalar, bu eserlerin kıymetini bilmeyen kişilerin eline geçmesi sonucunda kaybolmuştur (Mehmet Nusret 1338: 104).

Hâzık, huyunun güzelliği ve zarafeti, ilmi ve faziletiyle meşhur olmuş 18. yüzyılın âlim şairlerindendir. Arapça ve Farsçaya hakkıyla vâkıf olan Hâzık, Fars edebiyatını ve bu edebiyatın inceliklerini kaynağından okuyup öğrenmiş mahir bir şairdir. Kıvrak bur zekâya ve yüksek sezgi gücüne sahiptir. Duygu ve düşüncelerini ifade etmekte zorlanmaz. Rahat ve tabii bir söyleyişi vardır. Ona göre, şiir yazmak, Allah vergisidir. Şiirde “mana” önemlidir, pazar yerinde ham meyveyle kimsenin ilgilenmediği gibi söz meydanında da manadan mahrum, sadece tumturaklı sözlerden meydana gelen şiire kimse itibar etmez. Şiirde “mana”nın yanı sıra “mazmun” da önemlidir. Mana ile mazmun, gerçek şiirin iki esas unsurudur. Latif mazmun ve hoş bir üslubun yanı sıra, “darb-ı mesel” de şiire güzellik ve parlaklık verir.

Hâzık, kasidede Nef‘î'nin, gazelde ise Nâbî'nin tesiri altında kalmıştır. “Nef‘îye pey-rev oldığım eş‘ârdır garaz” mısraında belirttiği gibi, kasidelerini büyük oranda hemşehrisi Nef‘î'ye nazire olarak yazmıştır. Yüzyılın birçok şairinde görülen Nâbî'ye ve sanatına karşı duyulan hayranlık Hâzık'ta da görülür. “Hâzık sühanda Nâbi-i sânî diyen bana” ve “Hâzık etdin giderek Nâbiye nazmın taklîd” mısralarında ifade ettiği gibi, Hâzık, Nâbî'nin gazellerini tanzir etmiş ve “Nâbî-i sânî” olmakla övünmüştür. Hâzık, şair olarak en çok hemşehrisi Mustafa Zihnî'yi etkilemiştir. Zihnî, Hâzık'ı üstat olarak kabul etmiş, onun kaside ve gazellerine nazireler yazmış, Erzurum müftülüğüne atandığında bir kaside sunarak onu tebrik etmiş, vefat ettiğinde iki manzum tarih düşürmüş ve üzüntüsünü bir mersiye ile dile getirmiştir. Hâzık, Erzurum valilerine kasideler sunmuş, valilerin yaptırdıkları ve tamir ettirdikleri cami, medrese ve çeşmelere tarihler düşürmüş; şehrin tarihî eserlerini, iklimini, örf ve âdetlerini, güzellerini, geleneksel oyunlarını ve yemek kültürünü sade bir şiir diliyle ifade etmiştir.

Kaynakça

Abdürrezzâk İlmî Efendi (1308). Dîvân-ı Hâzık Efendi. Der-Saâdet.

Arif Hikmet. Tezkire. Millet Kütüphanesi. AE Tarih. Nr. 798. vr. 13b.

Bağdatlı İsmail Paşa. Keşfü'z-Zünûn Zeyli. Süleymaniye Kütüphanesi. Basma Bağışlar. Nr. 2854/1. C.I. 496.

Bilmen, Ömer Nasuhi (1974). Büyük Tefsir Tarihi. C. II. 2. baskı.İstanbul.724.

Bursalı Mehmed Tahir (1333). Osmanlı Müellifleri. C. I. İstanbul: Matbaa-i Âmire. 280.

Fındıkoğlu, Ziyaeddin Fahri (1927). Erzurum Şairleri. İstanbul: Sanâyi‘-i Nefîse Matbaası.

Güftâ, Hüseyin (1992). Hâzık Mehmed Efendi'nin Hayatı, Edebî Şahsiyeti, Eserleri ve Divanının Tenkidli Metni. Yüksek Lisans Tezi. Erzurum: Atatürk Üniversitesi.

Güftâ, Hüseyin (2001). Erzurumlu Şair Hâzık. İstanbul: Dergah Yay.

Horata, Osman (2009). Has Bahçede Hazan Vakti XVIII. Yüzyıl: Son Klasik Dönem Türk Edebiyatı. Ankara: Akçağ Yay.

Kocatürk, Vasfi Mahir (1970). Türk Edebiyatı Tarihi. 2. baskı. Ankara.

Konyalı, İbrahim Hakkı (1960). Erzurum Tarihi. İstanbul: Ercan Matbaası.

Macit, Muhsin (hzl.) (2001). Erzurumlu Zihnî Divanı. Ankara: KB Yay.

Mehmed Nusret (1338). Târîhçe-i Erzurum. İstanbul.

Mehmed Süreyya (1308). Sicill-i Osmânî. C.1. İstanbul. 96.

Mehmed Tevfîk (1290). Kâfile-i Şuarâ. İstanbul. 113.

Özcan, Abdülkadir (hzl.) (1989). Fındıklılı İsmet Efendi, Şakâik-i Numâniyye ve Zeylleri. C.1. İstanbul: Çağrı Yay. 250.

Râmiz. Âdâb-ı Zurafâ. Millet Kütüphanesi. AE Tarih. Nr. 762. 61.

Şefkat. Tezkire. Millet Kütüphanesi. AE Tarih. Nr. 780. vr. 20b.

Madde Yazım Bilgileri
Yazar: PROF. DR. HÜSEYİN GÜFTA
Yayın Tarihi: 23.02.2014
Güncelleme Tarihi: 19.11.2020

Eserlerinden Örnekler

Ve lehû fî Na‘ti'n-Nebiyy aleyhi's-selâm
Ser-â-ser olmuşum cürm ü kabâhat yâ Resûlallah
Bana senden olur olsa inâyet yâ Resûlallah
O hizmetde senin emrinde Rıdvân bir gulâmındır
Müsellemdir sana miftâh-ı cennet yâ Resûlallah
Lisân-ı hâl ile her bir giyâh-ı hâk-i lahdim der
Şefâ‘at yâ Resûlallah şefâ‘at yâ Resûlallah
Kerem eyle beni atma ırağa hâk-i pâyinden
Yerim kıl zîr-i sancak-ı siyâdet yâ Resûlallah
Mezâkım hâdim-i lezzât ile telh oldığı demde
Nasîb eyle bana şehd-i şehâdet yâ Resûlallah
Benim gibi usât-ı ümmetinden bî-ser ü pâya
Seni sâhib eden Mevlâya minnet yâ Resûlallah
Fakîrin derd-mendin bir gedâ-yı müstmendindir
Kapında Hâzık-ı pür-cürm ü illet yâ Resûlallah

Gazel

Biraz da mu‘tedil olsa şitâsı Erzenü'r-Rûmun
Nice inkâr olur âb u havâsı Erzenü'r-Rûmun
Vezân olsa nesîm ezhâr-ı reng-â-reng-i küh-sâra
Kokar anber gibi her bir giyâsı Erzenü'r-Rûmun
Gehî âşıklara şemşîr ü gâhî gösterir pingâl
Nigâh-ı dil-ber-i hâtır-rübâsı Erzenü'r-Rûmun
Nümâyişli degildir ol kadar sâ’ir bilâd-âsâ
Metânet üzredir tarh-ı binâsı Erzenü'r-Rûmun
Ne izzetdir bu kim Hâzık misâli nâdire-perver
Ola bir şâ‘ir-i rengîn-edâsı Erzenü'r-Rûmun

Gazel

Gül-istânı ser-â-ser kabladı âvâzın ey bülbül
Nedendir oldı nâle rûz u şeb dem-sâzın ey bülbül
Reg-i câna geçerken hâr-ı cevri verd-i gül-şenden
Yine rencîde olmaz hâtır-ı nâ-sâzın ey bülbül
Gül-i pür-jâle gibi sende yokdur ukde-i hâtır
Musaffâdır kederden meşreb-i mümtâzın ey bülbül
Hemîşe gerdişin berg-i giyâh-ı sebzedir ammâ
Ne derdin var derûnda kimse bilmez râzın ey bülbül
Ne kâbil eylemek hânendelikle yâra istiğnâ
Niyâzı koyma elden yohsa geçmez nâzın ey bülbül
Sarîr-i hâme-i Hâzık gibi âfâk-gîr oldı
Ne hâletdir sadâ-yı nağme-i şehnâzın ey bülbül

(Güftâ, Hüseyin (2001). Erzurumlu Şair Hâzık. İstanbul: Dergah Yay.134, 272, 275.)

 

T.C. İSPİR KAYMAKAMLIĞI

Hazık Mehmed Efendi

Edebi çevrelerce bilinen en eski İspirli şairdir. Erzurum’da doğdu. Asıl adı Seyyid Mehmed, mahlası Hâzık olup ömrünün çoğunu Erzurum’da geçirdiği için daha ziyade Erzurumlu Hâzık diye tanınır. Erzurum Feyziye Medresesi müderrislerinden olan ve Kara Bekir lakabıyla tanınan babası Karabağ’dan gelip İspir’e yerleşmiş olmalı ki kaynaklarda İspirli Ebûbekir Efendi adıyla anılmaktadır.

İlk eğitimini babasından alan Seyyid Mehmed, daha sonra İhlâsiye Medresesi müderrisi Müftü Ömer Efendi ve Kazâbâdî Ahmed Efendi gibi âlimlerden okudu. Tahsilini tamamladıktan sonra mülâzım oldu. Başta İbrâhim Paşa Medresesi ile Hatuniye Medresesi (Çifte Minareli Medrese) olmak üzere Erzurum’un çeşitli medreselerinde müderrislik yaptı. Erzurum’da elli yıl kadar ilim ve irfan hayatı içinde bulunan, çok iyi Farsça bilen ve klasik edebiyatla da meşgul olan Hâzık, hocalığı süresince birçok öğrenci yetiştirdi.

Peygamber soyundan geldiği için Erzurum nakîbüleşraflığı, ardından da 1757’de getirildiği Erzurum müftülüğü görevini ölümüne kadar sürdürdü. Bazı kaynaklarda Erzurumlu İbrâhim Hakkı’ya Farsça hocalığı yaptığı veya İbrâhim Hakkı’nın O’nun Farsça hocası olduğu kaydedilmişse de İbrâhim Hakkı’nın mektuplarından aralarındaki ilişkinin bir dostluktan ibaret bulunduğu anlaşılmaktadır. Vefat tarihi Esad ve Râmiz tezkirelerinde, Kāfile-i Şuarâ’da 1767, Sicill-i Osmânî’de 1774, hâlen Erzurum müzesinde bulunan kabir taşında ise 1763 olarak gösterilmiştir. Ancak İbrâhim Hakkı’nın şairin ölümü için söylediği, “Hazik Efendi alim ercümendi – Allâme kendi âlem beğendi. / Hak rahmet etsin, ruhuna gitsin – Cennette tatsın bin Şühd-ü kendi / Hakkı denildi fevtine tarih – Hakk’a yöneldi Hazık Efendi” mısraının gösterdiği 1764 yılı daha doğru olmalıdır. Hâzik Mehmed Efendi Erzincankapı Kabristanına defnedilmiş, ancak mezarlığın kaldırılması neticesinde, kabri kaybolmuştur. Kırmızı taştan yapılmış mezar taşı Erzurum Müzesindedir.

Şiirlerinden İstanbul, Çıldır ve bugün Türkiye sınırları dışında kalan Ahıska’da (Gürcistan) bulunduğu, bilhassa İstanbul’u çok sevdiği anlaşılmaktadır. Divanının kasideler bölümünde mahallî şahsiyetler ve yapılar hakkında yazdıkları dikkat çekicidir. Bunlar arasında Erzurum Beylerbeyi Çetecizâde Abdullah Paşa, Erzurumlu Şeyhülislâm Feyzullah Efendizâde Mustafa Efendi, Beylerbeyi Mustafa Paşa, Erzurum’un imarında önemli hizmetleri bulunan Beylerbeyi Yazıcızâde İbrâhim Paşa, Çıldır valilerinden Ahmed ve Yûsuf paşalar hakkında şiirlerle saray olarak adlandırdığı Erzurum Vali Konağı, Ahıska ve Erzurum’daki cami, çeşme ve medreseler için tarih manzumeleri bulunmaktadır.

Kasidelerinde hemşehrisi Nef‘î’nin, gazellerinde Nâbî’nin etkisi altında kalan Hâzık, kasidelerinin birçoğunu Nef‘î’ye nazîre olarak yazmıştır. Bazı şiirlerinde Erzurum ve yöresinde kullanılan deyim ve tabirlere rastlanan Hâzık Efendi mahallî özellikleri koruyan bir divan şairi karakteri gösterir. Mânayı ön planda tutmak şartıyla klasik mazmunları ustaca kullanmıştır. Tasavvufî aşkla beraber dünyevî aşk da şiirlerinin konusunu teşkil etmiştir.

Hâzık’ın şiirleri Dîvân-ı Hâzık Efendi adıyla, kendisi de bir şair olan Erzurum nakîbüleşrafı ve Ahmediye Medresesi müderrisi Abdürrezzâk İlmî Efendi tarafından bir araya getirilerek yayımlanmıştır. Eserde 84 beyitlik bir mi‘râciyye, 1 na‘t, 4 kaside, 13 tarih manzumesi, 211 gazel ve eksik birkaç manzume bulunmaktadır. Şiirlerinin tamamını ihtiva etmediği anlaşılan bu divanın birçok yazma nüshası vardır. Kaynaklar, Hâzık Efendi’nin Ta’lîķāt ‘alâ Tefsîri’l-Beyżâvî ve Fetâvâ adlı iki eserinden daha söz etmektedir.

 

YÜKSEK LİSANS TEZİ

(Serap Havva Sak)

Hâzık Mehmed

Hâzık 1690’da Erzurum’da doğdu. Asıl adı Seyyid Mehmed’dir. Babası, İspirli Ebu Bekir Efendi’dir. Mahlası Hâzık olup ömrünün çoğunu Erzurum’da geçirdiği için Erzurumlu Hâzık olarak anılmıştır. İlk eğitimini babasından aldıktan sonra İhlâsiye Medresesi müderrisi Müftü Ömer Efendi ve Kazâbâdî Ahmed Efendi gibi alimlerden ilim tahsil etmiş, tahsilini tamamladıktan sonra mülazım olmuştur. Daha sonra Erzurum’un çeşitli medreselerinde müderrislik yapmıştır. Erzurum’da elli yıl kadar ilim ve irfan hayatı içinde bulunan, çok iyi Farsça bilen ve klasik edebiyatla meşgul olan Hâzık, hocalığı süresince birçok öğrenci yetiştirmiştir. Peygamber soyundan geldiği için Erzurum Nakîbüleşrâflığına ardından 1757’de getirildiği Erzurum müftülüğü görevini ölümüne kadar sürdürmüştür. Hâzık 1764 yılında vefat etmiştir (Okçu, 1998:122).

“18.yüzyılın alim şairlerinden olan Hâzık, ilmi dil olarak Arapçaya, edebi dil olarak da Farsçaya hakkıyla vakıftır. İran edebiyatını ve bu edebiyatın inceliklerini kaynağından okuyup bilen, klasik Türk edebiyatını yeni mazmun ve söyleyişlerle süsleyip zenginleştiren bir şairdir. Hâzık, zeki, hayal ve sezgi gücü yüksek bir şairdir. Özellikle gazellerinde duygu ve düşüncelerini ifade etmekte zorlanmaz. Söyleyişi rahat ve tabiidir. Kılı kırk yaran bir titizlikle seçimi gerektiren, mana ve ahenk bütünlüğünü sağlayacak kelime ve sesleri uzun uzun düşünüp taşınmasına gerek kalmadan da bulup gazeller yazacak yetenekte bir şairdir. Hâzık ufku engin, zekası keskin, muhayyilesi derin ve rengin, hayal gücü ise geniştir. Hâzık Hikemi şiir üslubuyla yazan şairlerden olduğu için şiirlerinde öğretici tarzın bütün özelliklerine rastlanır. Hâzık şiirlerinde manaya önem verir. Hâzık, şiirde öncelikle mana arandığını, Pazar yerinde ham meyveye kimsenin iltifat etmediği gibi söz meydanında da manadan mahrum sadece tumturaklı sözlerden meydana gelen şiire kimsenin itibar etmeyeceğini ifade eder. Hâzık, şiirde mananın yanında mazmuna da önem verir Mana ile mazmunun şiirin iki temel unsuru olduğunu söyler” (Güfta, 2001: 38-46).
Eserleri: Dîvân, Tâ’lîkât Alâ Tefsîri’l-Beyzâvî, Fetvâlar.