48. FIKRA: Kur'an'ın, Kâbe'nin ve Hz. Muhammed'in Hakîkatleri Kur’ân-ı Kerîmin ve Kâ’be-i Rabbânînin hakîkatleri, Muhammed aleyhissalâtü vesselâmın hakîkatinin üstündedir. Bunun için, hakîkat-ı Kur’ân, hakîkat-ı Muhammedînin imâmı ve hakîkat-ı Kâ’be-i Rabbânî, hakîkat-i Muhammedînin mescûdu [secdegâhı] oldu. Bununla birlikte Kâ’be-i Rabbânînin hakîkati, Kur’ân-ı Kerîmin hakîkatinin üstündedir. O mertebede tamâmen sıfatsızlık ve renksizlik vardır. Şân ve i’tibârların orada yeri yoktur. Tenzîh ve takdîs dahî o hazrete yanaşamaz.
Mısra: Orada olan her şey, beyândan da yüksektir. Bu öyle bir ma’rifettir ki, bugüne kadar evliyâdan hiç biri bu hususta ağzını açmamış, dilini oynatmamıştır. Hattâ îmâ ve işâretle dahî bundan bahsetmemiştir. Bu fakîri bu büyük ma’rifetle şereflendirdiler ve kendi akranı [ya’nî büyük evliyâ] arasından seçtiler. Bütün bunlar Resûlullah ve Habîbullah'ın sadakası olarak, O’nun hürmetine verilmiştir. Şunu da bildirelim ki, Kâ’benin sûreti, eşyânın mescûdu [secdegâhı] olduğu gibi, Kâ’be'nin hakîkati de, eşyânın hakîkatinin secdegâhıdır. Şaşılacak bir söz söylüyorum ki, şimdiye kadar onu kimse işitmedi, bir haberci haber vermedi. Allahû Teâlâ’nın bana bildirmesi ve ilhâm etmesi ve bana mahsûs kıldığı fadl ve keremi ile derim ki: Resûlullah’ın “aleyhi ve alâ âlihissalavâtü vet-tehıyyât” âhirete intikâlinden bin bir kaç sene sonra, bir zamân gelecek. O zamân hakîkat-i Muhammedî kendi makâmından urûc edecek [yükselecek] ve hakîkat-i Kâ’be makâmı ile birleşecek. O zamân hakîkat-i Muhammedî, hakîkat-i Ahmedî ismini alır ve bir olan Zât-ı ilâhîye mazhar olur ve her iki mübârek isim müsemmâ ile mütehakkık olur, onun hâlini alır ve önceki makâm hakîkat-i Muhammedî'den boşalır. Bu hâl, Îsâ Âleyhis-selâmın gökten inmesine ve Muhammed Âleyhis-selâmın şerî’ati ile amel etmesine kadar devâm eder. O zamân hakîkat-i Îsevî, kendi makâmından yükselerek, boş kalmış olan hakîkat-i Muhammedî makâmına yerleşir. (Bkz. Mektûbat 209.Mektub)
|