İçindekiler


SEKSEN SEKİZİNCİ MEKTUP

En yüce alim, en kâmil faziletli, ammelerin muktedası, havassın kendisini ziyaret maksadıyla kasd ettiği, yüksek ahlak sahibi, halifesi (Hazretin halifesi) efendimiz Hiznalı Şeyh Ahmet’edir. Allah’u Teâlâ ona uzun ömür verip hakkın üzerine himmetini ve iyiliğini nazil eylesin! Tarikatta rabıtası caiz olan kimsenin, rabıta yalnız bazı şeyhlere tahsis olunmadığının, virdler çekilirken, ölümün hatırlanmasının, hacegânların hatmelerinin, bu tarikatta taylasan giyilmesinin, çile çekmesinin hükümlerinin, mürşidin emrine imtisal ederken, mürid için hasıl olan gevşekliğin bir zararı olmadığının, hatme gibi, teveccühte de halkın muayyen sayısı muteber olmadığının, halk bu tarikata dahil olmaktan iğrendiklerine ve tarikat hakkındaki dedikodularına iltifat edilmesinin beyanları ile bu konularla ilgili meseleler hakkındadır.

Bütün hamdler, Allah’a olsun ki erenler, onun muhabbetiyle manevi makamlara vasıl olmuşlardır. Salat ü selam arifler, kendisine mütabeat etmekle maksuduna ermiş olan Allah’ın Resulüne, (Sallallahu aleyhi ve sellem) İslam dini onların vasıtalarıyla tamam olup Müslümanlar hidayete kavuşmuş olan aline, ashabına, zevcelerine ve zürriyetine olsun!

Bundan sonra, bu mektub, alem kutbu kaymakamının (Kuddise sirruh) perverdesinden Allah yolundaki kardeş ve dostu, şerefli, öğülen ahlak sahibi, Molla Ahmed’edir. Allah onu makbul kullarından eyleyip, dünya ve ahirette onu dost ve ahbablarının yoluna dahil eylesin!

Bazı meseleler hakkındaki mektubunuz, perverdeye ulaştı. Size vereceğim cevabları dinle! Çünkü bu cevaplar, mektubdaki suallere mutabıktırlar. Şöyle ki, Şeyh Muhammed El Hani ile oğlu, (Kuddise sirruh) şeklini hayale getirmekle olur, dedikleri sözlerin sebebi, zan edildiği üzere Şeyh Muhammed’in, Mevlana’ya karşı olan şiddetli muhabbeti olup, oğlu dahi bu hususta ona mütabeat ettiğindendir. Yoksa, bu dedikleri sabit ise, Mevlana’nın (Kuddise sirruh) noksaniyetine sebeb olur. Çünkü rabıta hakkında rivayet olunan bu kavilleri, Mevlana’nın halifeleri arasında çok kâmil halifeler olmadığı, başkalarını da kemale erdirmek makamına, fanilik mertebesine ulaşmadıklarına delalet eder. Bu ise, Mevlâna Halid (Kuddise sirruh) cenabının hakkında ne kadar büyük bir noksanlıktır. Çünkü tarikat sadatı açıkça demişler ki, mürşid, tabilerini, kendi manevi makamına ulaştırması, onun kemaliyetindendir. Bu fakirin zannına göre, Mevla’nın eşiğinde mümkün olduğu kadar birçok olgun zatlar yetişmiştir.

Haşa ki, mezkûr her iki zat, dedikleri bu kavillerinden tarikat kitablarına muhalif bir şey irade etsinler. Çünkü tarikat kitablarının sahibleri açıkça ve işaretle, herkes kendi mürşidinin rabıtasını yapacaktır, diye buyurmuşlardır. Nitekim Mevlâna Cami (kuddise sirruh) rubaiyat şiirinin şerhi olan Levami adlı kitabında, Farsça dediği sözlerin tercümesi şöyledir. "Sadatın manevi nisbetleri şu şekilde muhafaza edilir. O nisbetle meşgul olmak isteyen talib, ilkin kendisinden tarikat aldığı mürşidin şeklini tasavvur edecektir." Burada Mevlâna Cami’nin dedikleri sözleri sona erdi. Ey kardeş! Mevlâna Cami’nin buyurduğu bu sözünü düşün. Ki, rabıta mürşidin sureti olmasına nasıl kesin bir karar vermiştir. Hace Masum’un (Kuddise sirruh) mektubatında da böyle açıklanmıştır. Hatta Mevlâna Halid, (Kuddise sirruh) ölülerin rabıtası, hayatta olanlara menfaat vermez. Ancak hayattaki salik, vefat eden sadatın ruhlarından nisbet alabilecek bir makam kavuşmasıyla rabıtalarından istifade eder. Daha sonra buyurmuş ki: Şayet vefat eden mürşidlerin, hayatta kalanlara faydası olsaydı, Hazreti Peygamber (Allah ona, aline ve ashabına salat ü selam eylesin!) rabıtası kâfi gelirdi.

İşte Muhammed El Hani’nin, hayattaki mürşidin rabıtası caiz değildir, dediği sözlerin cevabı bundan anlaşılmaktadır.

Muhammed hani ile oğlu, evradın adabına, ölümü mülahaza edinmesi şart koştukları ise, bu şart, ilk tarikata giren kimse hakkında ise, biz de o fikirdeyiz. Yoksa, birçok zamanlarda yapılmasını şart etmişlerse, Üstad-ı azam da hayatının sonunda öyle emr eyledi. Eğer bu şart, virdlerin çekilmesi zamanına mahsus ise, yine de zarar yoktur. Çünkü ölümün mülahaza edilmesi, dünyayı akıldan çıkarıp Allah’a (Celle ve ala) yönelmesine sebeb olur. Bu şart hususi olarak, birinci sınıfa yani tarikata dahil olanlara mahsus olduğu da mümkündür. Nitekim, Üstadı azam, müridlere baş arkasından vird çekmesini emr ederdi. Lakin bu dedikleri güzel bir şey olduğu da bilinmelidir. Fakat mürşidin emrine imtisal etmek layıktır.

Muhammed El Hani ile oğlu, "Hacegan hatmesinin vakti, sabah namazından sonradır." Dediklerinin sebebi, zan edildiğine göre, bu onların içtihadlarından peyda olmuştur. Çünkü açıkça tarikat kitablarından anlaşıldığı gibi hatmenin vakti, muayyen değildir. Hatta Nefahat kitabında Şah ı Nakşibendi’n (Kuddise sirruh) tarikatı sabah namazından sonra, mürakabadır, buyurmuştur.

Taylasının giyilmesi ise, Tuhfetül Muhtac kitabının sahibinin beyan eylediği keyfiyete göre, sünnettir. O şekilde giyen kimse için, bir mâni yoktur. Belki sevimlidir. Bu keyfiyetten başka, yine Tuhfetül Muhtac sahibi, giyinmesi mekruh olduğunu açıklamıştır. O şekilde giyinmesinden men edilmesi lazımdır. Giyinmesi tarikatın adabından olduğu rivayet edilmemiştir. Taylasan hakkındaki bu iki keyfiyet, Tuhfetül Muhtac kitabının Babü Salatül Havfi’den sonra gelen Faslü’l-Libası sonunda zikr edilmiştir.

Şeyh Muhammed El Hani ve oğlu (Kuddise sirruhüma) Mevlâna Halid (Kaddesallahü sirreh) saliklere erbainiyat (kırk gün bir yere kapanıp çile çıkarmak) ile, bazı tarikat mensubları (Kuddise sirruhüm) arasında meşhur olan halvet (yalnız başına kalmakla, ibadet etmek), adetlerin yapılmalarıyla emr etmiştir, dedikleri sözler ancak bazı kimselerden başka hiçbir kimse kendisinden rivayet etmemiştir.

Bununla beraber, Üstad ı azamın asitanında bir hikmete binaen, bu adetin ismi yoktur. Sebebi de falan salik kırk günlük çilesinde oturdu, diye bununla şöhret sahibi olur. Halbuki şöhret afettir, denilmiştir. Fakat bu adetin hakikatı manen mezkûr asitande vardır. Zira nefs ve şeytanın müride saldırmaları korkusundan, mürşid, müridin haberi olmadan, halvette yapılan ibadetleri ona yaptırır. Hem de bu hususta mürşid, Şah ı Nakşibend’in (kuddise sirruh) makamlarına riayet etmiş olur. Allah bizi ve sizi onun sırlarıyla kutlayıp, mütabeatı üzerinde sabit eylesin!

Nitekim Herat Sultanı Melik Hüseyin, Şah ı Nakşibendi’den (Kuddise sirruh) tarikatınızda zikre cehri ile sema, halvet var mıdır? Diye ondan sorulduğunda, hayır yoktur, diye cevab verdi. Sonra ya tarikatınız nedir? Diye sorunca, tarikatımız, cevlette halvettir. Yani zahirde halk ile temasta bulunmak, batında Hak Teâlâ’nın manevi huzurunda bulunmaktır. Farsça beyit:

"İçten alim, arif ol! Dıştan Allah’tan ecnebi gibi ol! Bu güzel vasıf dünyada az olur."

Her ne vakit sizden ayrılmak vaki olsa, hayal ve murakabemde bir gevşeklik hasıl olur, dediğin haletin sana hiçbir zararı yoktur. Çünkü mürid için, en mühim olan şey, mürşidin emir ve nehiylerine imtisal etmektir.

Alauddin El Attar ile Muhammed El Ruci ve diğer başkaları da (Kuddise sirruhüm) "müride, mürşidin emrinin imtisalinde çalışması lazımdır. Zira dünya mükafat evi değil, ancak çalışma evidir. Öyle ise, dünyada amelde çalışmak matlubdur. Ahiret gününde karşılığı çoktur." Demişlerdir. Büyük hatmede olduğu gibi teveccühte toplanacak cemaat için, muayyen bir adet olması şart değildir. Belki tek bir kişiyle de olur.

Halk, bu tarikata dahil olmaktan iğrenmelerini hayalinde bulundurma. Farsça şiir:

"Her kim (Allah’ın dergahına) gelmek isterse, ona gel! de. Kim gitmek isterse, git! de. Zira, bu dergâhta kibir ve nazlanma bekçi ve kapıcı yoktur."

Perverde birinci mektubun cevabını göndermiştir. Evinizin başka bir köye nakli işi ise, eğer tarikat nisbeti için daha yararlı ise, hiçbir mâni yoktur. İşittiğin bu talimatın istikametinde bulun!

Bundan sora, sana, Molla Mehmed Emin’e, halkınıza, selam eder size ve onlara dua ederek sıhhat ve selamet bakımından sizin ve onların durumundan sorarız. Allah, sıhhat ve selamet verip, hastalık olmasın!

Bütün talebe ve tabilere selam ederiz. Sizin ve Mustafa’ya (Sallallahu aleyhi ve sellem) mensub şeriata tabi olanların üzerine selam olsun! Salatın en iyisi, selamın en tamamı, senananın en temizi de, Mustafa’nın (Sallallahu aleyhi ve sellem), alinin ve ashabının üzerine olsun!

Bu mektubun yazısı bittikten sonra, Molla Ubeydullah’ın ismiyle Üstadı azamın dergahındakilerin durumundan sonra, üçüncü mektubunuz da geldi. Bütün hamdler, Allah’a olsun. Hepsi de sıhhat ve selamettedirler.

Üçüncü mektubda bazı kimseler diyorlar ki, bu yüce tarikata dahil olacak kimse kafir olur diye, beyan ettiniz. Ey kardeş! Selefimizin zamanlarındaki halk ile durumları da böyle iki. Şüphesiz Üstadı azamın hakkında da zamanın ahalisinden bu sözün dedikodusu çoğaldı. Fakat bilakis o söylenti, nisbetinin ta uzak ülkelere yayılmasına sebeb oldu. Lakin onun adeti. Allahü Teâlâ ondan razı olsun. Ne dili ne de kalbiyle onların sırlarıyla kutlasın! Bahs etmek adetine devam ederdi.

Sen de üstadın yolunu takip edip adetini bırakma, halkın dedikodularına üzülme! Sana tavsiye edilen amellere devam et! Çünkü gerçekten sadatı kiram, insana bal, su ve sirkeden müteşekkil olan iskencebin macunu gibi, maneviyat için yardımcıdırlar.

Allahü Teâlâ, efendimiz Muhammed’in (Sallallahu aleyhi ve sellem) alinin ve ashabının üzerine salat ü selam eylesin!

Molla Mehmed Emin, Mehmed Said, Fethullah, Derviş Muhammed, Muhammed Mahsum ellerinizden öper, duanızı dilerler. Molla Halid, Molla Zahir, Farkinli Molla Hüseyin, keza buradaki bütün alimler, talebeler ellerinizden öper, duanızı dilerler.