Çok nâdir vukû bulan meselelerden birçoğunu tedkik ederek fıkha dair eserlerimizde zikretmiş bulunuyoruz.
I.
Mesele
Namazı bozmayan az hareket, ihtiyaç olmaksızın yapıldığı
takdirde mekruhtur. Namaz kılanın, önünden geçeni
durdurması, eziyet vermesinden korkulan akrebi bir veya iki
vuruşla öldürmesi (eğer vuruşlar üç olursa hareketler
çoğalır ve namaz da bozulur) ihtiyaçtan doğan hareketlerdir.
Bunun için de namazda yapılmaları mekruh değildir.
Bit ve pireden eziyet gördüğü zaman, onları uzaklaştırabilir. Aynı şekilde huşûuna mâni olan kaşıntıları da kaşımak suretiyle giderebilir. Muaz (r.a) namazda iken bit ve pireleri tutup atardı. İbn Ömer de namazda bitleri elinde kan görülecek derecede öldürürdü.
Nehâî şöyle diyor: 'Kişi, namazda bitleri hareketten düşürerek atabilir; öldürürse de bir zararı yoktur'.
İbn Müseyyeb de şöyle buyuruyor: 'Kişi biti tutup sersemleştirerek atar'.
Mücahid ise şöyle buyurmuştur: 'Namazda, eziyet verip meşgul etmedikçe, bite dokunmamak en iyisidir. Aksi takdirde kendisine bir daha eziyet veremeyecek derecede ezip atar'.
Saydığımız bu gibi hareketler ruhsattır. Evlâsı, namazda, az da olsa hareketten kaçınmaktır. Bu sırra binaen bazı âlimler, namazda iken üzerlerine konan sinekleri kovmazlardı. Kendilerinden bunun hikmeti sorulduğunda da 'İleride namazımın bu gibi şeylerle bozulmaması için nefsimi böyle şeylere alıştırmam. Çünkü fâsıklar bile padişahın huzurunda birçok eziyetlere mâruz kaldıkları halde tahammül ederler' derlerdi.
Namaz içinde esnediği zaman, ağzını eliyle kapatmakta beis olmadığı gibi, evlâ olan da budur. Aksırdığı zaman, dilini kıpırdatmamak sûretiyle içinden Allah'a hamd etmelidir. Mideyi doldurmaktan dolayı geğirmesi halinde başını yukarıya kaldırması uygun değildir. Sarığının bozulması halinde düzeltmesi de böyledir. Bütün bunlar, zaruret olmaksızın yapılırsa, mekruhtur.
II.
Mesele
Çıkarılması kolay bile olsa nalınlarla namaz kılmak câizdir.
Çünkü mestler üzerine mesh ruhsatı, mestlerin kolay
çıkmamasına bağlı değildir, aksine bunlardaki necasetin
affedilmiş olması sebebiyledir. Ayakkabılar da nalınlar
gibidir.
Hz. Peygamber nalınlarıyla namaz kılar, sonra da onları çıkarır. Bunu gören ashâb-ı kiram da nalınlarını çıkarırlar. Bunun üzerine Hz. Peygamber 'Nalınlarınızı niçin çıkardınız?' diye sorar. Sahâbîlerin 'Sen çıkardığın için' demeleri üzerine de şöyle der: 'Cebrâil geldi ve bana nalınlarımda necaset olduğunu haber verdi. Ben bunun için çıkardım. Bu bakımdan herhangi biriniz mescide girmek istediği zaman nalınlarını çıkarıp altına baksın; eğer bir necaset görürse yere sürmek sûretiyle silsin ve namazını onlarla kılsın.192
Bazı
âlimler "Nalınlarla namaz kılmak daha efdâldir; çünkü Hz.
Peygamber, geçen hadîs-i şerifte 'Nalınlarınızı niçin
çıkardınız?' buyurmaktadır" demişlerdir. Fakat bu kadarı da
mübalağadır; çünkü Hz. Peygamber, nalınla namaz kılmak daha
üs
tündür demedi ki... Aksine bu soruyu nalınlarını
çıkarmasının sebebini izah etmek için sormuştur. Çünkü
onların, nalınlarını kendisine uymak için çıkardıklarını
kesinlikle biliyordu.
Abdullah
b. Said şöyle rivayet etmektedir:
Hz. Peygamber, namazda nalınlarını çıkarırdı.193
Hz. Peygamber, nalınla namaz kıldığı gibi nalınsız da kılmıştır. Bu bakımdan 'Nalınla kılmak nalınsız kılmaktan daha efdâldir' denilemez.
Nalınlarını çıkaran bir kimse bunları sağına veya soluna koyup da safların kesilmesine ve dağılmasına sebebiyet vermemelidir. Onları önüne koymalıdır. Arkasına da koymamalıdır ki, kalbi onlarla meşgul olmasın. Umulur ki 'Nalınlarla namaz kılmak daha efdâldir' diyenin gayesi de kalp huzurunun bozulmamasıdır.
Ebu
Hüreyre, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu rivayet
etmiştir:
Herhangi biriniz namaz kılarken nalınlarını ayaklarının
arasına bıraksın!194
Ebu Hüreyre, birisine 'Nalınlarını ayaklarının arasına koy! Onlarla herhangi bir müslümana eziyet verme!' demiştir. Hz. Peygamber, imamlık yaparken nalınlarını çıkarıp sol tarafına bırakmıştır.195 Bu bakımdan imamın böyle yapması gerekir; çünkü onun solunda kimse durmaz. İmam, kalbini meşgul etmemesi için nalınlarını ayakları arasına bırakmamalıdır; bu daha evlâdır. Onları ayaklarının önüne bırakmalıdır. Hadîsin maksadının 'Ayaklarının önüne bıraksın' olması muhtemeldir.
Cübeyr b. Mut'im şöyle demiştir: 'Kişinin nalınlarını ayakları arasına koyması bid'attır'.
III.
Mesele
Kişi namazdayken tükürürse namazı bozulmaz; çünkü tükürmek
(namazı bozmayan) fiil-i kalildir. Namazda sesin meydana
gelmesine vesile olmayan fısıltı, konuşma sayılmaz. Konuşma
harflerinin şekli üzerinde de değildir; ancak mekruhtur ve
bunun için de sakınılması gerekir. Hz. Peygamber'in izin
verdiği şekilde tükürmek ise mekruh değildir.
Allah Rasûlü mescidin kıble duvarında balgam görür ve bundan dolayı şiddetle öfkelenir. Sonra onu, elinde bulunan bir hurma dalıyla kazır. Sonra da 'Bana anber getirin!' der ve getirilen anberle o balgamın yerini sıvar. Arkasından cemaate dönüp 'Acaba hanginiz yüzüne tükürülmesini ister?' der. 'Hiçbirimiz istemeyiz' şeklinde cevap verilince de şöyle buyurur: 'Herhangi biriniz namaza durduğu zaman, Allah Teâlâ onunla yöneldiği kıble arasındadır'.
Allah onunla (namaz kılanla) yüzleşir. Bu bakımdan hiçbiriniz namazda iken önüne veya sağına tükürmesin. Ancak soluna veya sol ayağının altına tükürsün. Eğer ani bir anormallik başgösterirse, elbisesine tükürsün ve burasını ovalayarak birbirine sürtsün.196
IV.
Mesele
İmama uyan kimselerle (cemaat) ilgili sünnetler ve farzlar
vardır:
Sünnetler
İmama uyan tek bir kişi ise imamın azıcık gerisinde ve sağ
tarafta durmalıdır. Tek kadın imama uyduğu zaman, onun tam
arkasında durmalıdır. İmamın yanında durursa da zarar etmez;
ancak sünnete muhalefet etmiş olur. Eğer kadınla beraber
imama uyan bir erkek de varsa, erkek, imamın sağında, kadın
da o erkeğin arkasında duracaktır. Cemaate iştirâk eden
kimse, safın dışında tek başına durmamalıdır. Aksine safa
katılmalı veya yer yoksa niyet edip iftitah tekbirini
aldıktan sonra usûlü dairesinde safın içinden birisini
yanına çekmelidir. Eğer safın dışında tek başına durup
namaza devam ederse namazı kerahetle birlikte sahihtir.
Farzlar
Safların bitiştirilmesi gerekir. İmam ile muktedî (imama
uyan) aralarında irtibat olacak şekilde bir yerde
bulunmalıdırlar.
Çünkü ikisi bir cemaatte ve bir namazda sayılırlar. Eğer camide iseler, camide oluşları, aralarını birleştirici olarak kâfidir. Çünkü cami, safları birleştirmek için yapılmış bir yerdir. Binaenaleyh camide safların bitişik olmasına gerek yoktur. Camide ancak imamın hareketlerini bilmeye gerek vardır. Ebu Hüreyre (r.a) namazı cami içinde kılan imama damda durarak uymuştur.
İmama uyan kimsenin, caminin dış avlusunda, bir yolda veya müşterek bir düzlükte durduğunda -orası ile cami arasına giren herhangi bir bina da yoksa- imama bir ok atımı kadar yakın ol-ması kâfidir. Böylece imamla râbıtayı temin edebilir; çünkü bu du-rumda fiilleri birbirine bağlanmış olur. Safın bir olması, ancak muktedînin caminin sağında veya solunda bulunan ve kapısı cami ile bitişik olan bir evin sahanlığında durup imama uyması halinde şarttır. Bu durumda saf, kesintisiz olarak tâ camiden evin sa-hanlığına kadar uzanmalıdır ve böyle olması da şarttır. Ancak böyle olduktan sonra o safta bulunanların ve onların arkasında kılanların namazları sahih olur. O safın önünde bulunan ve cami ile râbıtası bulunmayan safta namaz kılanların namazı ise sahih değildir. İşte farklı binaların hükmü böyledir. Tek bir bina ve tek bir arsa ise sahra gibi sayılır. (Bir ok atımından daha fazla mesafe bulunmamak şartıyla uymak câiz olur.)
V.
Mesele
Cemaate sonradan dâhil olan kişi namazın son rek'atında
yetişse dahi kendi namazının başında sayılır. Bu bakımdan
imama uymalı ve selâmdan sonra kalkıp, namazını kıldığı
kısmın üzerine bina etmelidir. Sabah namazında imamla
beraber Kunut duâsını okusa dahi kendi namazının sonunda da
Kunut duâsını ikinci bir defa daha okumalıdır. Eğer imama
kıyamın bir kısmında yetişirse istiftah duâsını okumaksızın
doğrudan Fâtiha'ya başlamalı ve bunu da biraz acele
okumalıdır.
Fatiha'yı tamamlamazdan önce imam rükûa giderse, 'Fâtiha'yı tamamladığı takdirde imama itidalde yetişebilirim' kanaatinde ise, Fâtiha'sını tamamlayıp ondan sonra rükûa varmalıdır. Eğer imama yetişemeyeceğini tahmin ederse, Fâtiha'yı okuduğu yerde kesip derhal imama uymalı ve rükûa varmalıdır. O zaman Fâtiha'nın okunan kısmı, tamamının yerine geçer ve geri kalan kısmın okunması da kendisinden sâkıt olur. Eğer imam, rükûa vardığında o da Fâtiha'yı bitirmiş, zammı sûreyi okuyorsa, onu derhal keserek imamla birlikte rükûa varmalıdır. İmama secdede veya teşehhüdde yetişirse ayakta iken istiftah tekbirini alır ve ikinci bir tekbir getirmeksizin oturup imama uyar. Eğer imama rükûda iken yetişirse, o zaman önce iftitah tekbirini alır ve sonra da ikinci bir tekbir getirerek rükûa varır. Çünkü böyle yaptığı takdirde bir rek'at kılmış sayılır. Tekbirler ise, ancak namaz dahilinde yapılan intikaller için meşrû kılınmıştır.
Sadece imama uymak için yapılan ârızî intikallerde tekbir getirmek gerekmez. İmam daha rükûdayken rükûa varıp itminana kavuşmadıkça, bu intikal kendisi için bir rek'at sayılmaz.
VI.
Mesele
Öğle namazını ikindi vakti gelinceye kadar edâ etmeyen
kimse, ikindinin farzından önce, kazaya kalmış öğle namazını
kılmalı, sonra da ikindi namazının edâsına başlamalıdır.
Eğer dediğimizin aksine, önce ikindi namazına başlarsa yine
olur, ancak en güzel şekli bırakıp ihtilâf şüphesine girmiş
olur.
Eğer imama yetişirse ona uyup evvelâ ikindi namazını, cemaatten sonra da kazaya kalmış öğle namazını kılmalıdır; çünkü kazaya kalmış namazı hazır namazdan önce kılmaktansa, imama uyup cemaat faziletini elde etmek daha evlâdır. Eğer vaktin evvelinde namazını tek başına edâ ettikten sonra bir cemaate tesadüf ederse, (Şafiî'ye göre) derhal edâ niyeti ile imama uymalıdır. Allah, bu iki namazdan dilediğini vaktin farzına sayar, Bu şekilde cemaate uyduğu zaman kazaya kalmış bir namaza veya sünnete niyet etmesi de câizdir. Eğer daha evvelce namazını cemaatle edâ etmişse, ikinci bir cemaate rastladığı zaman, ona da kazaya kalmış namaza veya nafileye niyet etmek sûretiyle uyabilir. Çünkü cemaatle edâ edilen bir namazı, ikinci bir cemaatle tekrarlamakta hiçbir mânâ yoktur. Namazın ikinci bir defa yenilenmesi, ancak cemaat faziletini elde etmek içindir. (Bu ise birinci cemaatle zaten elde edilmiştir.)
VII.
Mesele
Namazını kıldıktan sonra elbisesinde necaset görürse, en
iyisi namazı kaza etmesidir. Fakat ille de kaza etmelidir
şeklinde bir zorlama da sözkonusu değildir. (Çünkü bu
necasetin namazdan sonra bulaşmış olması da muhtemeldir).
Namazdayken elbisesinde necaset görürse, o elbiseyi
sırtından yavaşça çıkarır ve namazını böylece tamamlar.
Fakat en iyisi namazı bırakıp o necis elbiseyi çıkardıktan
sonra yeniden başlamaktır. Bu meselenin temelini
Rasûlullah'ın 'nalınlarını çıkarması' hâdisesi teşkil
etmektedir. Çünkü Cebrâil, 'Nalınlarında necaset var'
haberini verdiği zaman, Hz. Peygamber nalınlarını olduğu
yerde çıkarıp namaza devam etmiş; bozup yeniden
başlamamıştır.
VIII.
Mesele
Birinci teşehhüdü, Kunut duâsını197 veya birinci teşehhüdde
getirilen salavât-ı şerîfeyi terketse veya kasden
işlediğinde namazı bozacak bir fiili sehven işlese veya üç
rek'at mı, yoksa dört rek'at mı kıldığında şüphe etse, bütün
bu durumlarda yakîne (kesin kanaate) yapışmak ve selâm
vermeden önce sehiv secdesi yapmalıdır. Eğer selâm vermeden
önce sehiv secdesi yapmayı unutursa, selâmdan sonra çok
fazla zaman geçmeden hatırladığı takdirde derhal yapmalıdır.
Eğer selâm verip abdesti bozulduktan sonra secde ederse,
namazı sahih olmaz; çünkü secde yaptığı anda daha önceki
selâmı yanlışlıkla vermiş gibi olur. Bu bakımdan ilk
selâmıyla namazdan çıkmamış ve tekrar namaza dönmüş sayılır,
Sehiv secdesinden sonra selâm verilmesi de bu hikmetten
dolayıdır. Eğer camiden çıktıktan sonra sehiv secdesi lâzım
geldiğini hatırlasa veya hatırına aradan uzun bir zaman
geçtikten sonra gelse artık sehiv secdesi geçmiş sayılır.
IX.
Mesele
Niyette vesvesenin sebebi ya aklî noksanlıktır veya şeriatı
bilmemektir; çünkü Allah Teâlâ'nın emrine imtisal etmek,
başkasının emrine uymak gibidir. Niyet bakımından Allah'ın
ta'zîmi de başkasının ta'zîmi gibidir. Bir kimse içeri giren
bir âlim için hürmeten ayağa kalksa ve sonra da 'Fazilet
sahibi bir Zeyd'in içeri girmesiyle ayağa kalkıp, onu
güleryüzle karşılamaya niyet ettim' dese, bu kişinin aklı
noksandır. Çünkü faziletini bildiği kimse içeri girdiğinde
onun için ayağa kalkmasıyla onu ta'zîm etmiş sayılır.
('Böyle yapmaya niyet ettim' demesinde hiçbir manâ yoktur).
Böyle söylemesinin ancak Zeyd içeri girdiğinde başka bir iş
için ayağa kalktığı veya herhangi bir gaflette bulunduğu
zaman bir mânâsı olabilir.
Allah'ın emrine uyarak kıldığı namazın vaktini ve farz olduğunu belirtmenin şart koşulması, tıpkı içeri girene hürmet için yüzünü ona çevirip ayağa kalkmanın şart koşulması gibidir. Ancak bu kalkışın, girenin ta'zîminden başka bir sebep için olmaması ve bu hareketle onun büyütülmesinin kastedilmesi gerekir. Zira eğer kişi ayağa kalkıp girene sırtını çevirse veya durup adam girdikten bir müddet sonra ayağa kalksa, o vakit bu hareketi onu tâ'zim sayılmaz. Sonra bütün bu sıfatlar, yapanın mâlûmu ve maksudu olmalıdır. Bütün bunların, nefsinde bir anda hazır bulunması için çok uğraşmamalıdır. Bu sıfatlara delâlet eden kelimelerin bitiştirme ve tanzimini, dili ile telâffuz veya kalben tefekkürünü uzatmalıdır.
Namaz
niyetini bu şekilde anlamayan kimse niyeti anlamamış
demektir; yani sen muayyen bir zamanda namaz kılmaya dâvet
edilmişsin ve sen de bu namazı, dâvete icabet ederek o
vakitte kılmışsın. O halde bu hususta vesveseye düşmek tam
mânâsıyla
cehalettir. Zira bu maksud ve ilimler nefiste bir anda bir
araya gelebilir. Ancak zihinde, nefiste düşünüldüğü gibi,
teker teker düşünülmezler. Çünkü birşeyi düşünmekle nefiste
hazır bulundurmak arasında büyük bir fark vardır. Allah'ın
nezdinde bulunmak, O'ndan uzaklaşıp gaflete düşmeye zıt
düşer.
Bu huzur, tafsilâtlı olmasa bile (icmâlen ve özüyle mutlaka bulunmalıdır). Meselâ bir hâdiseyi bilen onu bir anda bir ilimle biliyor demektir. Halbuki bu ilmin içinde nice ilimler mevcuttur. Her ne kadar bu ilimler tafsilâtıyla mevcut değilseler de mücmel olarak vardırlar. Çünkü hâdiseyi bilen kimse, var ve yok olanı, daha önce ve sonra olanı ve oluş zamanlarını bildiği gibi, bu hâdisede yok olanın var olandan daha evvel bulunduğunu da bilir. Yine biliyor ki, var olan yoktan daha sonradır. İşte bütün bu ilimler, bir hâdise ile ilgili tek bir ilmin içindedir. Hâdiseyi bilen kimse, eğer kendisinden başka bilen yoksa 'Sen bu hâdisedeki sadece önce ve sonra olanı, yok olanı, yok olanın daha önce var olanınsa daha sonra olduğunu veya takdim ve tehire taksim olunan zamanı biliyor musun?' diye sorulduğunda, cevaben 'Ben bunları teker teker bilmiyorum' dese yalancı olur ve bu sözü 'Ben bu hâdiseyi biliyorum' sözüne zıt düşer.
İşte vesvese bu inceliği bilmemezlikten doğar. Vesveseli kimse ise, kalbinde (meselâ öğle namazının) vaktini, edâsını ve farziyyetini bir anda, lâfızlarıyla beraber, tafsilâtlı bir şekilde hazır bulundurmak ister ve aynı zamanda mânâsını da mütâlaa etmeyi arzular... Oysa bu muhaldir. Eğer âlimin önünde ayağa kalkarken bütün bu mânâları nefsine yüklemiş olsaydı asla beceremezdi. İşte vesvese, bir bilgi ile defedilir. Şöyle ki; niyet bakımından Allah'ın emrine uymanın; başkasının emrine uymak gibi olduğunu bileceksin.
Sonra teshil ve ruhsat yönünden deriz ki, eğer vesveseli kimse ille de 'Niyet, bütün bu emirleri tafsilatlı bir şekilde hazır bulundurmaktan ibarettir' deyip bunları nefsinde devamlı surette tutmaksızın bütün bunları tekbirin başlangıcından sonuna kadar izhar etmeye çalışıp, tekbiri ancak niyet hasıl olduğu anda bitirse, bu onun için kâfidir. Ancak biz ona "Bunların hepsini tekbirin evveli veya sonuyla beraber yapmak lâzımdır' şeklinde zor bir teklifi de yüklemeyiz; çünkü böyle bir teklif,zor ve zulümdür. Eğer kişi böyle birşeyle sorumlu olsaydı selef-i sâlihîn bu hususu mutlaka Hz. Peygamber'e sorarlar veya ashâb-ı kirâmdan birisi niyet hususunda vesveseye düşerdi. Madem ki, selef zamanında böyle bir hâdise görülmemiştir, o halde onların sîreti, bu hususta emrin kolaylık üzerine bina edilmesine delildir. Vesveseli kimse, niyet getirmeye alışıp, vesveseler yakasını bırakıncaya kadar nasıl kolay geliyorsa o şekilde niyet etmeli; nefsini bu konuda zorlamamalıdır. Çünkü insan niyet hususunu ne kadar tedkik ederse, vesvesesi de o kadar artar.
Biz fetvamızda niyetin tedkiki hususunda birçok yönler zikrettik ve aynı zamanda niyetle ilgili ve âlimler için bilinmesi gerekli olan birçok ilimleri ve maksudları da inceledik. Halkın bu incelik-leri dinlemesi, kendilerine kârdan çok zarar vereceği ve vesveselerini kabartacağı için bunları burada zikretmiyoruz.
X.
Mesele
İmama uyan kimse rükû ve secdeyi imamdan önce yapmamalıdır.
Aynı şekilde ondan önce de rükû ve secdeden kalkmamalıdır.
Namazın diğer amelleri de böyledir ve imamla aynı anda
yapılması uygun değildir. Aksine imama tâbi olmak ve
hareketleri onun arkasından yapmak en uygunudur. Zaten
imamlığın mânâsı da budur. Eğer bunları kasten imamla aynı
anda, ara vermeksizin yaparsa, nasıl ki aynı hizada
durdukları takdirde namazı bozulmuyorsa, yine bozulmaz.
Ancak bu hareketleri imamdan önce yaparsa namazının bâtıl
olup olmadığı hususunda ihtilâf vardır. Fakat mekânda imamın
önünde durduğu takdirde namazının bâtıl oluşuna kıyasla
burada da namazının bâtıl olmasına hükmetmek, gözardı
edilecek bir keyfiyet değildir. Aksine bu hareketleri kasten
imamdan önce yaparsa, namazının bâtıl sayılması daha
evlâdır; çünkü cemaat olmak, fiillerde imama uymak demektir,
yoksa mekânda imamdan sonra gelmek demek değildir. Bu
bakımdan imama fiilde tâbi olmak daha mühimdir. Mekânda
imamı geçmemek şartı ise, fiilde ona tâbî olmanın
kolaylaştırılması ve uyma sûretinin husûle gelmesi içindir.
Önder olanın şanına yakışan önde olmasıdır.
Bu
bakımdan sehven yapmak hâriç, imamdan önce davranmanın
gereksiz ve mânâsız olduğu âşikârdır. İşte bu sırra binaen
Hz. Peygamber fiillerinde imamı geçen bir kimsenin
hareketini şiddetle tenkid ederek şöyle buyurmuştur:
İmamdan önce başını (secde ve) rükûdan kaldıran kimse,
Allah'ın, başını eşşek başına çevirmesinden korkmaz mı?198
İmamdan bir rükû kadar geri kalmaya gelince, böyle bir hareketle namaz bozulmaz. Meselâ imam rükûdan itidâle kalktığı halde muktedî henüz rükûa varmamıştır. Bu hareketiyle namazı bozulmaz ama bu kadar ertelemek de mekruhtur. Eğer imam alnını secde etmek için yere koyduğu anda o halen rükûa varmamışsa, o zaman namazı bozulur. Aynı şekilde imam ikinci secdeye vardığında muktedî ancak birinci secdeye varmışsa, yine bozulur.
XI.
Mesele
Cemaatle namazı kılan kimseler, başkalarının namazında
gördükleri eksiklik ve kusurları değiştirmeye çalışıp o
hareketi kötülemelidirler. Eğer uygun olmayan bu hareketler,
cahil kimseden sâdır oluyorsa ona bu hareketinin namaza
uygun olmadığını yavaşça ve güzellikle söyleyip doğrusunu
öğretmelidirler. Safların düzeltilmesi, bir kişinin tek
başına safın hâricinde durup namaz kılması bu kabil
hareketlerdendir. İmamdan önce secdeden veya rükûdan başını
kaldırmak ve buna benzer hâdiseler de bu gruba dahildir. Hz.
Peygamber şöyle buyurur:
Âlim, cahile dinini öğretmezse bundan dolayı azaba düçar
olur.199
İbn Mes'ud
şöyle demiştir: 'Namazda çirkin ve uygun olmayan
hareketlerde bulunan kimseyi görüp de, onun bu hareketlerini
menetmeyen kimse, günah hususunda onun ortağı olur'.
Bilâl b. Sa'd'dan200 şöyle rivayet edilmektedir: 'Yanlışlık
gizlendiği zaman yalnızca sahibine, açığa vurulduğunda ise,
eğer yanlış olduğu sahibine söylenilmezse bütün müslümanlara
zararlıdır'.
Nitekim
hadîs-i şerîfte şöyle vârid olmuştur:
Hz. Bilâl safları düzeltiyor ve safı düz tutmayanların
ökçelerini kamçılıyordu.201
Hz. Ömer'den şöyle rivayet edilmektedir: 'Namazda kardeşlerinizi arayın ve göremediğiniz zaman sorun! Hasta iseler, ziyaretlerine gidin; yok sağlam oldukları halde namaza gelmemişlerse, gidip kendilerini azarlayın!'.
Azarlamak,
cemaati terketmemenin iyi bir hareket ve cemaati terketmek
hususunda gevşeklik göstermenin doğru olmadığını
söylemektir.
Evvelkiler, cemaati terkedene karşı çok şiddetli hareket
ederlerdi. Hatta bazıları cemaatten geri kalanın kapısına
boş tabut götürür ve bununla, ölünün, cemaatten geri kalan
diriden daha hayırlı olduğuna işaret ederlerdi.
Camiye giren kimsenin safın sağ tarafına yönelmesi daha uygundur; çünkü Hz. Peygamber zamanında sahabîler safın sağ tarafında izdiham yaparlardı. Öyle ki, bu konu hakkında Hz. Peygamber'e şikayette bulunuldu ve 'Ey Allah'ın Rasûlü! Mescidin sol tarafı neredeyse iptal edildi' denildi.
Bunun
üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
Kim caminin sol tarafını (ibadetiyle) tâmir ederse onun için
iki denklik ecir vardır.202
Saf dışında tek başına kalan kişi safta bir çocuk görürse onu oradan çıkarıp yerine kendisi geçebilir. Ancak çocuğun bâliğ olmaması şarttır.
Halkın bilmeye ihtiyaç duyduğu önemli meselelerden ancak bu kadarını zikrettik. Bunun dışındaki çeşitli hükümler inşaallah Kitab'ul-Evrad bölümünde zikredilecektir.
192) İmam
Ahmed, Ebu Dâvud ve Hâkim, (Ebu Said el-Hudrî'den)
193) Müslim
194) Ebu Dâvud (sahih bir senedle); Münzirî ise, zayıf
olduğu kanaatindedir.
195) Müslim, (Abdullah b. Saib'den)
196) Müslim, (Câbir'den); yine Müslim ve Buhârî, (Enes, Hz.
Âişe, Ebu Said, Ebu Hüreyre ve İbn Ömer'den)
197) Şafiî mezhebinde Kunut duâsı her sabah namazının ikinci
rek'atının rükûundan kalkarken okunur; vitir namazında ise,
Ramazan ayının ikinci yarısı hâriç hiçbir zaman okunmaz.
198) Buhârî ve Müslim, (Ebu Hüreyre'den)
199) Deylemî, Müsed'ül-Firdevs, (Enes'den zayıf bir senedle)
200) Bilâl b. Sa'd b. Ebî Vakkas tâbiîndendir. Babası meşhur
sahabî Sa'd b. Ebî Vakkas'tır. Âbid ve âlim bir zattı. H.120
senesi dolaylarında vefat
etmiştir.
201) Irâkî böyle bir hadîse rastlamadığını söylemektedir.
Zebidî, Ebu Bekir b. Ebî Şeybe'nin benzeri bir hadîsi
el-Musannef adlı eserinde rivayet ettiğini ildirir.
202) İbn Mâee, (İbn Ömer'den zayıf bir senedle)