RİSÂLE-İ TARÎK-İ NAKŞİBENDÎ


İbrahim Hakkı Erzurumî (k.s)


Düzenleyen: Dr. Necati Aksu


Çalışmalarım esnasında "Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi"nde yayınlanan bir makale ile varlığından haberdar olduğum, Osmanlı Alfabesi ile telif edilmiş bu eseri, kayıtlı bulunduğu "Avusturya Milli Kütüphanesi"nden temin ederek günümüz Türkçesi ile sadeleştirdim. Bunu yaparken, gerektiğinde parantez içerisinde kelimelerin meâllerini vererek müellifin ifadelerini fazla bozmamaya gayret ettim.

Kitaba, eserin Osmanlı Alfabesi ile neşredilmiş baskısını ve Türk Alfabesi'ne transkripsiyonunu da ekledim.

İbrahim Hakkı Erzurumî Hz. tarafından yazılmış olan bu risâle ve diğer birçok başka risâleler, kanaatimize göre daha sonra kendisi tarafından Ma'rifetnâme adlı meşhur eserinde bir araya getirilmiştir. Zirâ, Mâ'rifetnâme'de muhtevası hemen hemen aynı olan "Nakşibendi yolunun rükün, hakikat, usûl ve inceliklerini bildirir" başlıklı bir bölüm mevcuttur.


– Risâlenin Tümü

– Osmanlıcası

– Transkripsiyonu



SÂDELEŞTİRİLMİŞ


 

İbrahim Hakkı’nın Nakşibendî Tarikatı Risâlesidir


Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla…


Hamd, Allah’a ve Allah’ın selâmı, Mustafa’ya olsun.
Sonra; ey Hak yolunun yolcusu ve ey Feyyâz-ı Mutlak’ı (Mutlak ve sonsuz feyiz ve bolluk sahibi Allah'ı) isteyen! Hangi gönül ki onda istek derdi ortaya çıksa, evvela onu devlet bilmek ve gece gündüz ziyâdeleşmesine (artmasına) gayret etmek gerek. Zîrâ Kadîm Yârin (eski ve eskimeyen sevgilinin) muhabbeti ve arzusu gönül aynasında yansımıştır.

 
Ey Hakkı isteyen!

 

Bil ki Nakşibendî yolu üç türlüdür:
 

Evvelki yol:

“Lâ ilâhe illellah” kelime-i tayyibesiyle meşgul olmaktır.

Şu veçhile ki; dilini üst damağına bitiştirip kalb ile zikr ede. Nefesini hapsede. Tüm bedeni etkilenecek şekilde göbeğini kuvvetlice içeri çeke. Zikir esnâsında; lâ-mahbûbe ill’allâh (Allah’tan gayri sevilecek yoktur), lâ-matlûbe ill’allâh (Allah’tan gayri istenilecek yoktur), lâ-mevcûde illâ hû (O’ndan başka mevcut yoktur) fikriyle gönlünü doldurup onu gönlünden gidermeye. Gayri düşünceleri kovup kelime-i tevhidi adet eyleye. Üçte, beşte ve yedide bir nefes alıp, artırarak adeti yirmi bire çıkara. O zaman zikrin nuru zâkirin kalbine tesir eder ve kalbini aydınlatır. Allah’tan gayri fikirler tamamen gider ve gönül ferahlığı bulup büyük lezzete kavuşur. Eğer yirmi birde bu hâlet olmazsa, gönül fenâfillahı bulmazsa baştan başlaya. Ta ki fenâfillahı bulana ve kalbi Hz. Hakka dâima uyanık olana kadar. Faraza bu âgahlığı (uyanıklığı) gidermek istese gücü yetmeye. Gözde, gönülde hayâl ve fikri Allah ola. Kendini bulmaktan murad ancak budur ki; kendisi yok olup gönül, zikredilen ile yalnız kala. Zikirden vazgeçip zikredilenle meşgul ola. Ebedi saadete gark ola.
 

İkinci yol:

İsm-i Celâl (‘Allah’ ismi) ile yönelmektir. Yani kalb ile ‘Allah’ demektir.

Bu zikri yaparken, Hak Teâlâ’yı âlemin zerrelerini kuşatmış bilip bu fikirden ayrılmamalıdır. O kadar zikrede ki kendinden geçe. Bir mertebe bula ki bu hâl kalbin zâtının vasfı ola ve derûnu bu nûr ile dola. Ve biline ki bu zikirle meşgul iken kalbi hayret alıp, melekûtun acayiplikleri kalb ile keşfedilir. O halde iken zikirden vazgeçip o hayrete dalmalı. Gönlün bu halleri yine gönülde kalmalı (gizlenmeli), asla ifşâ edilmemeli. Şer’i şeriften ayrılmamalı. Bu hayret hâli geçince yine bu zikirle meşgul olmalı. Yine hayret hâli gelince zikri bırakmalı. Zîra bu hayret, melekût âleminin kapısıdır. Kapı açılınca, edep ancak sükût kalmaktır. Ardından bu hayret günbegün artar ve zikreden yok olup, zikredilen kalır.

 

Sudûri’l-ahrâr kubûru’l-esrâr” (Sırların kabirleri hürlerin -gerçek hürriyete kavuşmuş olanların-  gönülleridir) mânasınca gizleyen olur. Bu hayrete gark olan, kuvvet sahibidir ve bu fenâyı bulan saâdet sahibidir. Ona galip olan itikâf ve halvettir (Ona galip olan bir yere kapanıp dışarıya çıkmadan ibâdetle meşgul olmak ve çevre ile her türlü ilişkiyi kesip yalnız kalmak, tenhâya çekilmektir). Kesret ona vahdet ve uzlettir (Çokluk ona birliktir, tekliktir ve görünürde halk ile beraber olduğu halde kalben onlardan uzak olmaktır). Nefes alması ibadettir. Konuşması hikmettir. Fiilleri hizmetin ta kendisidir. Hareketleri rahmetin aynısıdır. Çünkü vahdet şarabının sarhoşu, muhabbet denizine batmış ve her hâlde Hazret’in huzurunda hazırdır. Bütün zıdlarla uyar ve ülfet eder (alışır, kaynaşır). Nerede olsa rahattır ve gönlü şendir. Âlemin karanlıklarıyla kederlenmez. Cânı cânândan bir nefes ayrılmaz. Gönülden dışarıya (başkasına) güvenip dayanmaz ve meyletmez. Belki gönlünde ve gözünde mâsivâ kalmaz (Belki gönlünde ve gözünde Allah’tan gayrisi kalmaz). Gözünü yumsa fenâfillâhtadır eğer açsa bekâbillâhtadır (Gözünü yumsa, Allah'ta kaybolur, açsa Allah ile bâki olur). Bu hâller, makâmlar, bu mertebeler ve kemâller, istidâd ve kabiliyete göre bir senede, kırk günde, belki on günde, belki bir günde, bir saatte hâsıl olur. Sıdk ve teveccühe göre gönül mevlâsına vâsıl olur (Samimiyet, sadâkat ve yönelme durumuna göre gönül sevgilisine, sahibine ulaşır).

 

Et-turuki ilâ’llâhi bi’adedi enfâsi’l-halâyık” (Allâh’a ulaştıran yollar yaratılmışların nefesleri adedincedir) müjdesi, bu farklılığa işarettir. Eğer her lahzada, her anda, her nefeste sevgiliyi düşünmekten hâli kalmazsa ve uykuya dalarken kalbi zikirden âvâre olmazsa uykusu da günü gibi Hak’kın huzuru olur, fenâfi’llâhı tez olur ve yokluk kapısından içeri girer. Gönül gözüyle dost yüzünü perdesiz görür. Bu zikir, Zat’ının ismidir ve bu zikirde olan tesirler başka isimlerde yoktur. Ve bu zikir, az zamanda aralıksız devâm edeni, Allah Teâlâ’nın izniyle melekût mülküne tasarruf sâhibi yapar (melekler aleminde hüküm sahibi yapar).


Üçüncü yol:

Râbıta yoludur.

Yani bir pîr-i pür-tedbîri (yol -tarikât- sahibi mürşidi) vâsıta etmekle, gece ve gündüz sözde ve fiilde izinde gitmekle, pîrin görünen sûreti her an hatırından gitmeyip; dururken, otururken, yerken, konuşurken ondan bir nefes gaflet etmeyip, gün be gün, giderek o kişi bu işi zahmetle yaparak bir mertebeye vara ki pîrin şekli müridin kalbinde yerleşe ve zahmetsiz her ân hayaline getirebile. Şimdi, gayb âleminden pîrin bâtınına hangi feyz nâzil olur ise, oradan müridin kalbine dahi yol bulur. Ama terk-i edeb sebebiyle bu feyz yolu bozulur. O sebeple bu yol zahmetle elde edilir. Ama ism-i celâl (Allah ismi) yolu, en yakın olandır.


Sûret-i şeyhi dilde yazsa mürîd,
Buna olan ana da hâsıl olur,
Lîk terk-i edeble zâ’il olur.
Ol sebebden ziyâde müşkildir.

Ser-rişte-i devleti ey birâder ele al,
‘Ömr-i girân-mâyeni az itme hayâl.
Dâ’im kamu yirde kamu işte kamu hâl,
An yârini gönlin gözin andan yana sal.

Sırr-ı gam-ı ‘aşkı derd-mendân anlar,
Sanma dil sırrın hod-pesendân anlar
Nakkâşa irer ‘ârif olan nazar nakşından
Bu nakş-ı ğarîbi Nakşibendân anlar

Nakşibendiyye ‘aceb kâfile serverleridir
Gizli yoldan iletirler hareme kâfileyi
İrse çün sâlike sohbetlerinin câzibesi
Giderir vesvese-i halvet ü fikr-i çileyi

[Şeyhinin suretini gönlüne yazsa mürîd,
Buna (şeyhe) hâsıl olan ona da hâsıl olur,
Fakat edebi terk ederse bu hal kaybolur.
O sebeple bu oldukça zordur.

Ey birader! Kader-kısmet ipinin ucunu eline al,
Bu kıymetli ömrü az hayal etme.
Dâima her yerde, her işte ve her halde,
Yârini an, gönül gözünü O'na çevir.

Aşk gâmının sırrını dertli olanlar anlar.
Sanma gönül sırrını mağrur olanlar
anlar.
Ârif olan, nakışa bakarak Nakkâş'a kavuşur,
Bu acayib nakışı Nakşibendîler anlar.

Nakşibendiler çok acayib kafile reisleridir,
Kafileyi gizli yoldan Harem’e iletirler.
Eğer sohbetlerinin çekim gücü sâlike ulaşsa,
Halvet vesvesesini ve çile fikrini yok eder.
]

Ey Hakkı isteyen!


Bil ki; Tarîk-i Nakşibendîye’ye bel bağlayanlar ve talep derdi ile kan ağlayanlar, zâhirde halk ile karışıp hizmette olurlar ve bâtınları ile ancak Hz. Hakkı bilirler ve bulurlar. Kendilerini kesrette (çoklukta) gizlerler, gönüllerinde vahdet (birlik) yolunu izlerler. Zâhirlerini halka ve bâtınlarını Hakka bırakırlar. Bu gizli yol ile doğruca Hakka giderler. “El-irâdeti terki’l-irâdeti fi’l-irâde” (İrâdeyi, irâde ile terk etmek) mânasınca fenâfi’llah olup fakr u fenâ (yoksulluk ve yokluk) devleti ile bekâbillahı bulurlar (Allah ile bâki olurlar).

 

Suretleri kesrette, mânaları vahdette,
Suretleri firkâtte, sîretleri vuslâtta,
Taşradan bigâne, içeruden hemhâne,
Ten ağyâr ile, gönül yâr ile,
Göz rakibde, gönül habibde,
Kulak sadâ ile, gönül Hudâ ile,
Dil güftâr ile, gönül dildâr ile,
El san’atda, gönül hazretde,
Ayak gitmede, gönül zikr itmede,
Ten yatmada, gönül cevlân itmede,
(Ten) nâim, gönül kâim,
Ten rahatta, gönül seyâhatda,
Ten post ile, gönül dost ile,
Ten mekânda, gönül lâmekânda,
Ten esbâb ile, gönül Rabbü’l-erbâb ile,
Ten kavga ile, gönül mevlâ ile,
Ten cihân ile, gönül cânân ile.

[Suretleri çoklukta, mânaları bir'likte,
Suretleri ayrılıkta, özleri kavuşmada,
Dışardan yabancı, içerden arkadaş,
Beden yabancılarla, gönül Yâr ile,
Göz rakipte, gönül Sevgilide,
Kulak ses ile, gönül Allah ile,
Dil kelâm ile, gönül bağlandığı ile,
El san'atta, gönül Hazrette,
Ayak gitmede, gönül zikretmede,
Beden yatmada, gönül dönüp dolaşmada,
(Beden) uykuda, gönül ayakta,
Beden rahatta, gönül seyahatte,
Beden post ile, gönül Dost ile,
Beden mekânda, gönül mekânsızlıkta,
Beden sebepler ile, gönül Râblerin Râbbi ile,
Beden kavga ile, gönül Mevlâ ile,
Beden âlem ile, gönül Cânân ile.
]

Bu yolla gönüllerini mutlu ederler, sırları her ne ise gönülde örtüp gizlerler ve halka ifşâ olmaz.

 

Ve gönüllerinin zevkine hiç halel gelmez. Şöhret âfetinden uzak ve Allah’ın en hâs kullarından olurlar. Ve zikirleri dahi kalbîdir. Zira (bu kalbî zikir) Allah yolunun en yakını en faydalısıdır, bütün âfetlerden uzaktır, vahdet âleminin acayibliklerinin anahtarıdır ve Allah’ın yüksek huzuruna cezbedicidir.

Ey Hakkı isteyen!


Nakşibendî yolunun rükûnları üçtür:

 
Az yemek,

Az uyumak,

Az konuşmak.

Ama az yemek, az uyumaya yardımcıdır ve az uyumak, az konuşmaya sebeptir. Ve az konuşmak, zikri muhafazaya kuvvettir. Maksat ise ancak Cenâb-ı Hakkın huzurudur. Yeme, uyuma ve konuşmada orta yola uymak kâfidir.

Beyt:
Az yemek az uyumak az söylemek,
Kimde kim olursa ol olur melek.

 

(Bu beyit Marifetname’de şu şekildedir:

Az yemek az uyumak az söylemek
Kimde kim cem’ oldı bil anı melek)

Ey Hakkı isteyen!

 

Bil ki; bu tarîkâtın hakîkâti üçtür:


Düşünceleri kovmaya,

Zikre ve,

Murakabeye devamdır.

Ama düşünceleri kovmaya devam, zikrin devamına kuvvettir.

Ve zikre devam dahi murakabenin devamına arkadaştır.

Ve murakabe, Hak Teâla’nın her yerde hâzır ve nâzır (zaman ve mekândan münezzeh olarak her yerde var olan ve her şeyi gören, gözeten) olduğunu gönülden bir ân gidermemektir.

Bu tarîkten murat ve maksut (amaçlanan ve istenen) ancak budur.

Beyt:
Tu-râ yek pend pes ez her dü âlem
Zi-cânet ber ne-yâyed bî-Hudâ dem

(Sana her iki alemde de tek nasihat yeter;
Allah ile olmadan bir nefes dahi verme.)

Ey Hakkı isteyen!


Ehlullah iki türlüdür: Biri takvâ ile âmel etmeyi, biri zahmet ile âmel etmeyi seçer.

Veliy-i uzlet (tenhâyı seçen veli) hâl kabilinden daha şerefli ise de,

Veliy-i işret (halk içinde olmayı seçen veli) kemâl yönünden daha faziletlidir. İster veliy-i uzlet olsun ister veliy-i işret olsun, muratları; halka fayda, şefkattır ve hizmettir. Zîra bunlar, kendi varlıklarından geçmişler, vahdet şerbetini içmişlerdir. Dostu bulmuşlar, murad almışlardır. İşleri gönüllerine mâni olmaz. Ve gönülleri bir nefes huzurdan hâli kalmaz. Sevgilinin zâtına, sıfatına ayna olmuşlar, cemâline hayran kalmışlardır. Ayna ise sevgili katında kıymetlidir. Zira sevgili için kendi cemâlini görmek arzu edilen bir şeydir. Bu makamda iman ayan olur (meydana çıkar) ve ayan olan kendi içinde gizlenir. Kavuşma ve ayrılma bir olur, hayat ve ölüm kolay olur.

Ey Hakkı isteyen!


Bil ki bu târikatımızın pîri Hâce Bahaeddin rahmetullahi teâlâ aleyh hazretleridir.

 

Ve Tarik-i Nakşibendîyenin tümü bu on iki kelimedir:

Nefy-i vücûd (Varlığını yok etmek)
Ve bezl-i mevcûd (Elinde olanı esirgemeden vermek)
Ve terk-i sûret (Görünüşe ehemmiyeti terk etmek)
Ve amel-i be-azîmet (Takvâ üzere âmel etmek)
Hûş der-dem (Her nefeste ayık olmak)
Ve nazar ber-kadem (Kendi ayağına bakmak, başkayla ilgilenmemek)
Sefer der-vatan (Vatanda sefer etmek. Enfüsî seyir, kendi özünde seyir)
Ve halvet der-encümen (Toplulukta yalnızlık. Halk içinde Hak ile olmak)
İhtimâ ani’l-bid’at (Bid’atlardan kaçınmak)
Ve iktidâ be-sünnet (Sünnete uymak)
Uzlet-i ani’l-enâm (Halktan uzak durmak)
Ve zikr-i ale’d-devâm (Zikre devâm etmek)
 

Ve’l-hamdûli’llâhi ‘ale’t-tamâm (Allah’a tam mânâsıyla hamd olsun)

 

Ve ilham olundu

Ey gönül cânânını kendinde bul ey âdem-i pür-dem-i dilâ-endûn ey kadîmî dilâ der hod-bîn dîdâr-ı dil-dâri ‘asl-ı gönüldür enâ ‘abdu kalbi’l-’aşki ve’l-cemâli fi’l-kalbi’l-kalb-i beyti’l-’aşki ‘aşk imiş cân içinde cânânım edhil fi’l-kalbi’l-külli fi’l-kalbi her çi heşt der-dilest dostum gönül ‘âşık ve ma’şûk benem ‘aşk-ı hem dil-dâr-ı dil-dâresti cân cay-ı cânânest el-aşk-ı hüve’l-ma’şûk ve’l-’âşık ez-birûn-i halkem ve’z-derûn-i emrem ez-birûn ğarîbem ve’z-derûn firîb-i muhabbet der-derûn bâyed ne bîrûn el hubb-ı lübbi’l-lübbi hubbu’l-hubbi lübbi’l-lübb emr-i fî fûâdi’l-kalb-i bâbu’l-ebvâb dil hâne-i Hudâst dil ğâr-i yârest dil halvet-i mahbûbest dil kıble-i matlûbest dil âyîne-i cemâl-i ‘aşkest cân-ı erğanûn-ı ‘aşkest ‘aşkdır cân icinde yâr-ı kadîm dem-i ‘aşk.

Bir nokta tekrâr ile kitâb olur
Bir kıl tekrâr ile halîce (halı, kilim) olur
Bir katre tekrâr ile deryâ olur
Bir dâne tekrâr ile bâğ bostân oldı
Bir adeddir ki tekrâr ile yüz bin oldı

Bir çekirdekdir ki tekrâr ile şeçere-i cihân oldı
Bir cândı ki bunca insân oldı
Risâle de hâtime buldı.

 

[Bir tek noktanın tekrarlanmasıyla kitap meydana gelir
Bir kılın tekrarından halı, kilim ortaya çıkar
Bir damlanın tekrarından deniz oluşur
Bir dâne tekrar ede ede bağ ve bostan oldu
Bir adet tekrar ile yüz bin oldu
Bir çekirdeğin tekrarı ile dünyanın ağaçları oldu
Bir tek cândan bunca insan meydana geldi
Risâle de burada son buldu
]

Enderûnî
Mustafâ Mîrkânî