ŞEMSÜ’Ş-ŞÜMUS

(Güneşler Güneşi)

Hazırlayan
Yrd.Doç. Dr. Yakup Çiçek

İstanbul /1407 - 1987

MEVLANA HALİD

 

 
 

 

 

İÇİNDEKİLER

Mevlânâ Hâlid'in Hayatı

Mevlânâ Hâlid’in tarikat silsilesi
Mevlânâ Hâlid’in eserleri
Genel kaynaklar
Mukaddime

 

BİRİNCİ BÖLÜM


MEVLANA HALİD’İN MENKIBELERİ
A- HAYATI
B- MEVLANA HALİD HAZRETLERİNİN KERAMETLERİ
C- MEVLANA HALİD HAZRETLERİNİN VEFATLARI
D- MEVLANA HALİD HAZRETLERİNİN EVLAD VE TORUNLARININ SİLSİLESİ
E- MEVLANA HALİD’İN ÖLÜMÜNDEN SONRAKİ BAZI MÜJDELERİ

 

İKİNCİ BÖLÜM

 

A- MEVLANA HALİD’IN HALİFELERİ
     Bazı halifelerin kerametleri

B- MEVLANA HALİD’İN DİĞER HALİFELERİ
     Bir hilafet name şekli

C- MEVLANA HALİD’E İNTİSAB EDEN BAZI ÂLİMLER

D- MEVLANA HALİD’İN HİLAFET NAMESİ,

     MEVLANA HALİD’İN NECİB PAŞA’YA BİR MEKTUBU

E- MEVLANA HALİD HAKKINDA MEDHİYELER

 


MEVLANA HALİD’İN (K.S) HAYATI

(H.1193 -1242/M.1779 - 1927)
Mevlânâ Hâlid b. Ahmed b. :Huseyn Ebu’l-Bah Zü’l Cenaheyn Ziyauddin eş-Şehrezüri Hazretleri; i’tikatta Eşari, mezhebde Şafii, tarik ve meşrebte Nakşebendi Müceddid idi. Nesebi, yöre halkı arasında Şeşıgoşt (altı parmaklı) lakabıyla bilinen ve doğuştan altı parmaklı olan kamil veli Pir Mikail’e dayanır. Bu meşhur velinin nesebinin de Hz. Osman (R.A.) dayandığı da bilinmektedir. .Ana tarafından nesebi ise kamil veli Pir Hızır’a uzanır.
 

Mevlânâ Hâlid, bu temiz ailede, takriben 1190/1776-1193/1779 senelerinde Sü1eymaniye’den beş mil kadar uzaklıkta bulunan,, içindeki medreseleri, etrafinı çeviren bahçeleri ve tatlı su kaynaklarıyla güzel bir yer olan Karadağ kasabasında doğdu ve orada büyüdü.

(Mevlânâ Hâlid (K.S.)’in doğum tarihlerieri hususunda iki ayrı rivayet vardır. Serkis, “Mu’cemu’l-Matbu’at” isimli eserinde ve Abdu’l-Basıt el-Fuhuri “Aliyetu’i-Ekdar...”ın sonundaki ekte 1193 senesini doğum tarihi kabul ederken, Zirikli(”el-Alam”ında ve İbn Abidin “Sellu'l-Husum el Hindi Li Nusreti Mevlânâ Hâlid en-Nakşebendi”  isimli eserinde 1190 senesini kabul etmiştir.)
 

Buluğ, çağından önce bu medreselerde Kur’an’ı öğrendiği gibi Şafii fıkhına dair İmam Şafii’nin ‘eserini , sarf ilminde Zencani’nin metnini ve bir miktar da Nahiv okudu. Nazım ve nesirde üstün bir dereceye yükseldi. Bu arada zühd ve takvasıyla da dikkat çektiğini görmekteyiz.
 

Daha sonra tahsil için uzak yerlere giderek oralarda kaldığı müddet içerisinde pek çok faydalı ilimler öğrendi. Sonra memleketine dönerek Seyyid Şeyh Abdü1kerim el-Berzenci, Alim Muhakkik Molla Salih, Alim Muhakkik Molla İbrahim el-Beyan, Şeyh Abdülkeriın Berzenci’nin kardeşi Müdekkik alim Şeyh Seyyid Abdürrahim el-Berzenci ve fazıl alim Şeyh Abdullah el-Harpani’den çeşitli dersler aldı.
 

Bunları müteakip Harir yöresine giderek Mollazade diye tanınan alım Molla Abdurrahim Zeyyar’den “Şerhu’l Celali ‘al Tehzibi’l-Mantık” ve haşiyelerini okudu. Harir kasabasına yakın bir kasabada meskun, fazilet sahibi kamil alim Molla Abdurrahman el-Cilli’den de ilim tahsil etmek istiyordu. Ancak Molla Abdurrahman’ın hane-i Saadetlerine vardıklarında kendileri hastalanmıştı. Bu hastalığı dünyadan göçmesiyle noktalandığında mahzun olarak Süleymaniye’ye döndü.
 

İkinci defa olarak geldiği Süleymaniye’de, Hikmet ve Kelam gibi bazı dersler okudu. Bağdad’a giderek orada da Usulu’l-fıkıh konusunda “Muhtasaru’l-Münteha”yı okudu.
 

Süleymaniye medreselerinde ‘tahsiline devam ederek ilim ve takvada arkadaşları arasında temayüz etti. Hatta kendisine sorulan her soruya en güzel ve en uygun cevabını verebiliyordu. Nitekim ibarelerinin zorluğu ile ma’ruf İbn Hacer’in “Tuhfe”isimli eserinden ve Beydavi’nin tefsirinden en zor metinler sorularak imtihan edildiğinde mahirâne izahatlarda bulunmuştu. Harikulâde bir zeka, kuvvetli bir hafıza ve derin bir anlayışa sahipti. Bununla beraber hocaları ve arkadaşlarına karşı kendini daima.küçük’ve aciz gösterir, bildiği halde, bilmeyen bir kimse gibi davranırdı.
 

Sahip olduğu ilmi derecesi çevresinde takdir ve kabul ediliyordu. Takvası, zekası ve anlayışının güzelliği diğer yerlerde de duyulmaya başlamıştı. Bu sebebden dolayı henüz tahsilini tamamlamadan önce, emirlerden biri onu bir medreseye müderris olarak tayin edip kendisine değerli ikramlarda bulunmayı istedi. Ama o, zahidliği tercih ederek bu dünya menfaatlerini bir kenara itmişti. “Ben bu makama ehil değilim”, diyerek tekliflerini kabul etmek istemedi.
 

Bundan sonra Senendüc’e giderek orada mukim, tedkik sahibi alimlerden, matematik, geometri, astronomi, coğrafya ve pusula gibi ilimleri tahsil etti. Uzak memleketlerde de tanınan ve takdir edilen ilmi şahsiyeti yanında, üstün ahlak ve takvasıyla da dikkatleri çekiyordu.
 

Bundan sonra, Süleymaniye’de 1213’de vuku bulan taun hastalığından vefat eden hocası Şeyh Seyyid Abdülkerirn Berzenci’nin oradaki medresesinde müderris olarak ders vermeye başladı.
 

Dünyaya ve dünya ehline iltifat etmeksizin bütünüyle Allah’a yönelerek kendini farzları ve nafileleriyle ibadete, taat ve ilme veren Mevlânâ Hâlid, iyiliği emir, kötülükten alıkoymak ve dini hükümlerin tebliği hususunda hiçbir kimseden çekinmeden mücadele veriyordu. Kınayanların kınaması ve kötüleyenlerin kötülemesi onu Allah yolundan asla alıkoymadı. Azimetlerle amel etti. Sözü etkili ve yaşayışı övgüye layıktı. Maddi ihtiyaçlarına karşı sabırlı ve kanaatkâr olup takdire şayan halleriyle, kendisine gıbta ediliyordu.
 

Hayat ağacından her gün birer yaprak eksilirken Mevlânâ Hâlid Hazretleri, talebeleriyle meşgul oluyordu. 1220 senesi gelip çattığında Beytullah’ı. ve Ravza-i Nebi'yi ziyaret şevki ve arzusu, kalblerini yakan bir ateş haline gelmişti.. Bu sebeble Allah’a ve Resulü’ne muhacir olarak evinden ayrılarak Musul, Diyarbakır, Reha, Halep ve Şam tarikiyle hicaz yolculuğuna başladı. Uğradığı beldelerin ulemasıyla buluşup görüşmeyi de ihmal etmedi.
 

Şam’a uğradığında Dâru’l-Hadis müderrisi Şeyh Muhammed el-Küzberi ile tanışıp sohbetini dinledi ve ilmi müzakerede bulundu.
 

Uzun süren bir yolculuktan sonra Medine-i Münevvere’ye vardı. Resulullah (S.A.V.)’i ziyaret ederek onu. farsça beliğ bir kaside ile medhettiler. Medine’de kaldığı müddetçe zamanını Mesid-i Nebevi’de geçiriyor ve salih zatlarla görüşmek istiyordu. Şöyle dedi:

 

“Orada salihlerden birisiyle karşılaşıp özellikle irşadım konusunda faydalanmak istiyordum. Bir gün Yemenli istikamet sahibi alim ve amil bir zatla karşılaştım. Hiç bir şey bilmeyen bir kimsenin büyük bir alimden nasihat istemesindeki tavrını takınarak bana nasihat etmesini taleb ettim. Birçok nasihatlerde bulundu. Şöyle dedi: “Mekke-i Mükerreme’de, zahiri görünüşü şeriat ‘a ters düşse bile gördüğün her harekete hemen karşı çıkmaya kalkışma”
 

Medine-i Münevvere’den hacılarla birlikte Mekke-i Mükerreme’ye ulaştım Yemenli zatın nasihatlerini daima hatırlamaya gayret ediyordum.
 

Bir cuma günü, ilk gelenlere vad edilen bir deve kurban eden kimsenin ecri kadar sevaba nail olmak için Mescid-i Haram’a erkenden geldim. Ka’be’ye karşı oturup “Delıl” okumaya başladım Bu arada siyah sakallı, sıradan birinin kıyafeti gibi giyinmiş bir adamın geldiğim ve sırtını Kâ’be’nin duvarına dayayıp yüzünü .bana çevirdiğini gördüm. İçimden “bu adam “Kâ’be’ye karşı edep dışı davranıyor” diye düşündüm Bu düşüncemin akabinde o adam bana şunları söyledi: “Be adam! Sen bilmiyor musun Allah katında mü’mine hürmet Kâ’be’ye hürmetten daha üstündür. Tutup da benim Kâ’be’ye sırtımı.dönüp yüzümü sana çevirmeme itiraz, ediyorsun. Hem sen .Medine’de yapılan nasihati ne çabuk unuttun”
 

Bunun üzerine O’nun kesinlikle büyük bir veli olduğunu anladım ve hemen ellerine kapandım. O’ndan özür dileyerek beni irşad etmesini istedim. O da: “Senin irşadın bu diyarda değildir” deyip eliyle Hindistan tarafını işaret etti “Sana bu yönde işaret gelecektir ve. irşadın orada olacaktır” diyerek sözünü tamamladı.
 

“Bu hadiseler vuku bulunca, beni maksuda ulaştıracak mürşidi, Mekke ve Medine’de bulmaktan ümidimi kestim ve haccın menasikini tamamlayıp Şam’a döndüm”
 

Mevlânâ Hâlid (K.S.) dönüşünde de yolundaki beldelerin alimleriyle tekrar görüşme imkanı buldu. Böylece pek hayırlı bir yolculuktan sonra vatanına döndü.
 

Zühdünün ve takvasının daha da artması ve güzelleşmesiyle yeniden ders okutmaya başladı. Dersleri bu minval üzre devam ederken Süleymaniye’ye Şeyh ed-Dehlevi’nin Hindistanlı bir müridi geldi. Onunla görüştü ve kendisini irşad edecek Kâmil bir mürşide olan iştiyak ve hevesini dile getirdi. Hindistanlı mürid de: “Benim kâmil bir şeyhim vardır. Amil ve alimdir. Meliklerin melikine salik ve seyredenlerin derecelerini arif, ve irşadın inceliklerinden haberdardır. llm-i hakikatta Nakşibend tarikatına mensuptur. Benimle birlikte Cihanabad’a gel ve O’nun hizmetine gir. Zaten böyle bir işaret de almıştın” dedi.
 

Bu sözleri dikkatle dinleyen Mevlânâ Hâlid, nihayet 1224 senesinde Rey üzerinden Hindistan yolculuğuna çıktı. Kısa zamanda Tahran’a ve İran’ın diğer bazı şehirlerine uğradı. Şiî metin, şerhi ve haşiyelerini gayet iyi bilen ve müctehid kabul edilen Şii’ alimi İsmail Kâşî ile karşılaştı. İsmail’in talebelerinin de hazır bulunduğu bir yerde aralarında uzun bir bahis geçti.. Sonunda İsrnail’i cevap vermekten aciz bıraktı ve sükutu tercih etmek durumuna getirdi. Buradan ayrılıp Bestam, Harkan, Semman, Nişabur ve sonra Afgan beldelerinden olan Herat’a uğradı. Bu memleketlerin alimleriyle de görüştü.ve bazı ilmi alış-verişlerde bulundu. Kandahar ve Kâbil’den geçerek.ilim merkezi olan Peşaver’e vardı. Sonra Lahor beldesine geçti. Lahor’a bağlı bir kasabada meskun Şeyh Veli Senauddin en Nakşibendi’yi ziyaret eden Mevlânâ Hâlid (K.S.) bu kasabadaki anılarını şöyle anlattı:
 

“Bu kasabada bir akşam kaldım. Rüyamda.(mürşidim olacak olan) Abdullah Dehlevi Hazretlerinin, dişleriyle beni kavrayıp kendine doğru çektiğini gördüm.
 

Sabahleyin Şeyh Senauddin (K.S.)’e rüyamı anlatmadan önce bana: “Allah-u Teala’nın bereketiyle kardeşimiz Şeyh Abdullah’ın hizmetine koş” dedi. Bundan anladım ki, Abdullah Dehlevi Hz. ilm-i manevi ve himmetleriyle beni kendilerine cezbetmek istiyorlar. Şeyhimin cazibesinin..kuvveti, bu kasabada daha fazla kalmama müsaade etmedi. Hemen yola çıkıp düz tepe demeden ilerledim. Nihayet tam bir yıl süren yolculuğumdan sonra Hindistan’ın saltanat merkezi olan Cihanabad’a ulaştım.
 

Daha oraya 40 konaklık mesafeden mübareklerin manevi feyiz ve işaretlerini almaya başladım. Kendileri de henüz huzurlarına varmazdan, saadetli kubbelerinin eşiğine gönülden olan dilekçe ve muhabbetlerimi yakın arkadaşlarına haber vermişlerdi.”
 

Mevlânâ Hâlid (K.S.), Cihanabad’a.vardığı gece, yolculuğundaki vakıalardan bahsettiği ve Şeyhini özlü bir şekilde övdüğü meşhur Arapça kasidesini söyledi. Sonra seferdeki ihtiyaçları için yanına aldığı dünya malı olarak ne varsa hepsini muhtaç kimselere infak etti.
 

Hind diyarının rneşayihının şeyhi, üstün irfan ve sırların varisi, tarikatlerin kutbu, yaratılmışların Gavsı, hakikatlerin özü, ihsanın ve hikmetin menbaı, masivadan tecerrüd etmiş, alim ve fazıl şeyh Abdullah, Dehlevi (K.S.) Hazretlerini mürşid kabul ederek üstün Nakşibendiyye tarikatının terbiyesine girdi. Nefisle mücahede yolunda kendisine verilen zikirleri yerıne getirirken zaviyenin hizmetiyle de meşgul oldu.

 

Aradan henüz, beş ay kadar bir zaman geçmeden huzur ve müşahede ehlinden oldu. Hizmetlerde daha yeni olmakla birlikte, Mürşidi onu keşfi müjdelerle müjdeledi. Şeyh Abdullah Dehlevi Hazretleri arkadaşları ve yakınlarının huzurunda Mevlânâ Hâlid’in, velayeti ikmal ettiğini, dirayet ve tam bir vuküfiyetle sülûkunü tamamladığını bizzat kendi kalemleriyle yazdı ve ona irşad icazeti verdi. Hilafetin en üstün derecesi olan “hilafet-i tamme” ile onu beş tarikatta halife yaptı. (Nakşibendi, Kadiri, Sühreverdi, Kübrevi ve Çeşti) Ayrıca kendisine hadis, tefsir, tasavvuf ve evrad icazetleri de verdi.
 

Mevlânâ Hâlid (K.S.) orada bir sene daha kaldı. Daha sonra mürşidinin. emri ile irşada susamışları irşad ve salikleri terbiye için vatanına geri döndü. Yolculuğunun başlangıcında Abdullah Dehlevi Hazretleri, onu dört mil kadar yürüyerek yolcu etti. Kara ve denizde seyahat ettiği beş gün zarfinda ne yemek yedi ne de bir şey içti. İbadetin ve zikrin gıdasıyla gıdalandı. Beş günün nihayetinde Şiraz çevresinde bir limanda indi. Oradan İsfahan’a geçti. Uğradığı her yerde insanları hidayete davet ediyordu. Bu arada birçok rafizilerle karşılaştı. Onlara da hakkı tebliğ etti. Aralarında vukû bulan münazarada akli ve. nakli delillerle onları aciz bıraktı. Bunun üzerine onu dövmeye ve öldürmeye bile teşebbüs edenler oldu. O da kılıcını çekip onlara hücum edince onlar her defasında geri kaçmak zorunda kaldılar. Nihayet Hemedan ve Senendüc’e  uğrayarak 1226’da Süleymaniye’ye ulaştı. Belde ehli O’nu ikram ve iltifatla karşıladı. Aynı yıl içinde evliya (türbelerini) kabirlerini ziyaret için Bağdad’a gitti. Şeyh Abdülkadir zaviyesine yerleşti ve burada en muhkem esaslarla insanları irşada başladı. Ama Allah (c.c.)’ın takdiri olarak bazı muasırları ve hemşerileri ona hased, düşmanlık ve bühtan etmeye başladılar. Mevlânâ Hâlid ise, onlara iyi davranmak ve dua etmekten başka hiç bir karşılık vermedi. Bu tutum karşısında onların kini ve nefreti azalacağı yerde aksine arttı. Bunun üzerine Mevlânâ Hâlid (K.S.) onları halleriyle baş başa bırakıp, 1228 senesinde tekrar Bağdad’a hicret etti.
 

Fakat hasedciler yine durmadılar. Allah’ın intikamından korkmayarak Mevlânâ Hâlid’in (KS.) dalalette olduğunu ve küfre düştüğünü iddia ettikleri bir risale yazdılar. Bu mektubu mühürleyip Bağdad valisi Said Paşaya gönderdiler. Bununla Paşayı; Mevlânâ Hâlid’e (K.S.) ihanete ve Bağdad’tan çıkarmaya teşvik, ediyorlardı.
 

Said Paşa Allah’ın lutfu ile onların hasedlerini ve inatlarını anladı. Alimlerden, onların bu hilelerini gün ışığına çıkartacak bir risale yazmalarını istedi.
 

Onlar da ilmi bir risale hazırlayıp, Kur’an ve Sünnet’ten deliller getirerek iftiralarının .hakikatten uzak olduğunu ortaya koydular. Böylece hasetçilerin iftiraları gün ışığına çıktı ve düşmanlıkları içlerinde kaldı.
 

Bu hadisenin vukuundan sonra Süleymaniye’ye döndü. Kerkük, Erbil, Musul, İmadiye, Antep, Halep, Şam, Medine-i Münevvere, Mekke-i Muazzama ve Bağdad beldelerinden bir çok insanın hidayetine ve Allah yolundan menfaatlenmesine vesile oldu.
 

Daha sonra Allah-u Teala (c.c.), Mevlânâ Hâlid'i (K.S.) Şam’a göndererek Şam ehline inam ve ihsan kapılarını açtı.
 

1238 senesinde efrad-ü iyali, müridleri. ve halifeleriyle Şam şehrine yerleşti. Dimeşk’e yerleştiği 1238 senesinden, vefatı olan 1242 yılına kadar mübarek kapıları kalabalık insan guruplarının izdihamından hali kalmadı. Bir çok alim ve emir onun ziyaretine gelir, o da bütün bunlarla birlikte Şer’i ilimleri neşr. ile geniş alanlara yaymaya çalışırdı. Ayrıca Şam’da bulunan birçok mescidin ihyasını gerçekleştirdi.

Salat, evrad ve ezkâr ile insanların gönüllerinin dirilmesine vesile oldu. O, zamanının güneşi ve kandili idi. Öyle bir güneş ki parıltıları günümüze kadar ulaşmaktadır.

1242 senesinde Zilkade’nin 14. cuma gecesi taun hastalığından Mevla'sına ulaştı Kabr-i Şerifleri halen Şam’da, Müslümanların ziyaretine açıktır. Şam’da Salihıyye mevkiinde medfundur.

MEVLANA HALİD'İN (K.S.) TARİKAT SİLSİLESİ


Şeyh Mevlânâ Hâlid
Şeyh Abdullah ed-Dehlevi
Can-ı Canan Mazhar Şemseddin
Seyyid Nur Muhammed
Şeyh Seyfeddjn
Muhammed Ma’surn
İmam-ı Rabbani
Şeyh Muhammed Bakî
Mevlana Hacegi Semerkandi el-Emkeneki
Mevlana Derviş Muhammed
Mevlana Muhammed Zahid
Hace-i Ehrar Şeyh Abdullah Semerkandî
Mevlana Yakup Çerhi
Şeyh Alaaddin Attar
Şah-ı Nakşibend
Emir Seyyid Külâl
Muhammed Baba Semmasi
Hz.Azizan Hace Aliyy.i Ramiteni
Şeyhül Meşâyih Mahmud İnciriyyi’l Fağnevi
Şeyh Arifir Rivegerj
Şeyh Abdül Halik Gücdüvanî
Gavsu's-Samedânî Şeyh Yusuf el-Hemedani
Şeyh Ebu Ali el-Faremedî
Gavs’ül Vasılîn Ebi’l-Hasen el-Harkanî

Ebu Yezid el-Bistamî
Ca’fer’us-Sadik
Selmân-ı Farîsî
Ebu Bekr-i Sıddîk
Hz. MUHAMMED MUSTAFA (S.A.V)

MEVLANA HALİD'İN ESERLERİ

1. Haşiyetu’l-Hafiyye es-Seylekütiyye
2. Haşiye ‘ala Nihayeti’r-Remley fi Fıkhı'ş-Şafii ilâ babi’l-Cuma
3. Haşiyetun ala Cem’i'l-Fevaid.
4. ‘Akudu’l-Cevheri fi’l-Farkı Beyne Kesbeyi’l-Maturidî ve'l Eş’arî
5. Risaletu’r-Rabıta
6. Şerhu Makameti’l-Harirî (Bu eseri tamamlayamadı)
7. Şerhu’l-Akaidi’l-'Adudiyye
8. Cilâul-Ekdar, (Bu eserinde Aleyhi’s-Selâm’ın üzerine
salavatlar sıralamıştır. Bir de Bedir ashabının isimlerini harf sırasına göre almıştır.)
9. Farsça Divanı

GENEL KAYNAKLAR

a) İbn Abidin, Sellu’l-Husam el-Hindi Li Nusreti Mevlânâ Hâlid en-Nakşbendi.
b) Osman b. Sind, Esfa’l-Mevarid min Silsali Ehvalil-İman Halid.
c) Mevlânâ Hâlid’in bütün risaleleri “Beğiyyetu’l-vacid fi Mektubati Mevlânâ Hâlid” isimli eserde toplanmıştır.
d) Zirikli, el-'Alam c.II, s.334,
e) Osmanlı Müellifleri c.I, s.66.
d) Sefinetu’l-Evliya c.II, s.162-163.
g) Tarih-i Süleymaniye s. 225.
h) Muhammed b. Süleyman el-Bağdadî, Hadikatu’n-Nediyye.

MUKADDİME

Yüce Allah’a hamd ve Rasülüne salatu selamdan sonra; bu fakir Hacı Hasan Şükrü (Allah günahlarını örtsün) kudsi bir fermanla, Allah’ın rızasını elde etmek ve Zatına muhabbet için hakka susayan ihvana ve can bahşeden aşıklara bir hatırlama vesilesi: güneşler güneşinin kudsi emrine tam bir inkıyad ve muhabbetle, marifet ehlinin dergahına takdim ve hatalarının basiret sahiplerinden affı ricası ile, Hakk’ın dergahının nihayetsiz feyzini ve sadat-ı kiramın ruhlarının safâsını umarak bu kitabı yazmak istedim.

Ariflerin ktıtbu, dinin dayanağı, hakikat ve yakinin delili, vuslata erenlerin hücceti, akıcı feyz ve sirayet edici nur sahibi, zamanının sultanı, vaktinin ender kişisi; ilim ve bilgisiyle insanlara Allah’ın bir delili, tevfik ve Muhammedi nurların matla-ı, Çeştiyye, Kübreviyye, Sühreverdiyye, Kadiriyye ve Nakşibendiyye sırlarının varisi, gerçekte iki kanat sahibi, zahid, Irak'ın Şehrizor kasabasından, Hz.Osman (RA)’ın neslinden, Nakşi Mevlana Ziyauddin Halid-i Bağdadi (K.S.) Hazretlerinin menkıbelerinin Türkçesi şimdiye kadar bulunmadığından Türk evladının onun feyzinden hakkıyla istifade edemediği anlaşılmıştır.

Allah’ın baş veli kullarından biri olan Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretlerinin, çeşitli yerlerde nice nice ve od sahibi gizli aşıkları; rabıta denizine dalarak, anber gibi güzel koku saçan havas zümresine dahil olmuşlardır.

İşte din .kardeşlerimin sevgi rüzgarını hareket ettirmesi ve gönül deryalarını dalgalandırması ümidiyle; feyz aleminin ta kendisi olan güneşler güneşinin, okuyucu ve dinleyicilerini çeşitli vecd ve manevi zevklere erdiren ve sadatın nisbetini aşıklarına aktaran bu menkıbelerini yazmakla; Nakşilerin takunyalarının tozu mesabesindeki bu fakiri hayır dua ile anmaya vesile olmasını Mevlânâ Hâlid (K.S.) ihvanından ümit ve niyaz ederim.

Yüce Allah (C.C.) hepimizi hoşnut ve razı olduğu kulları derecesine ulaştırsın. Amin, bi-hürmeti seyyidi’l-mürselin.
Bu menkıbeler yetmiş kadar olup her biri birçok güzellik ve sırları ihtiva etmektedir. Bunlar, azıcık muhabbeti olanları hakka çağırır ve Allah yolunda bulunan diğer insanları da hakkı gözetmeye teşvik eder.

BİRİNCİ BÖLÜM

MEVLANA HALİD’İN MENKIBELERİ

A. HAYATI:

1. MENKIBE:

Bilinmelidir ki, evliya sultanı Mevlânâ Hâlid (K.S.) itikatta Eşâ’ri, amelde Şafii, tarikat ve meşreb bakımından Nakşibendiyye-i Müceddidiyye, Sühreverdiyye, Kübreviyye tarikatlarında da mürşid ve müsterşiddi.

a) Soyu
Mevlânâ Hâlid Bağdadi (K.S.)’nin nesebi, Hz.Osman’ın (R.A.) neslinden olup Halid b Ahmed b. Hüseyin b. Ali b. Abdullah b. Hüseyin b. Taha ve halk arasında “Altıparmak” demekle bilinen kamil veli Pir Mikail’e ulaşır. Bunların da hayâ ve ihsan kaynağı Kureyşli, Emevi, Zinnureyn üçüncü halife Hz. Osman (R.A.)’a neseb yönünden bağlı oldukları bilinmektedir.

Muhterem validelerinin nesli ise, Hz.Ali (R.A.)’.nin neslinden olup Fatimi veli Pir Hızır Hazretlerine ulaşır,

İşte Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri 1192/1775 tarihinde Şehrizor’un Karadağ kasabasında doğdu.Henüz çocukluk çağında iken akil ve nakil ilimleri yani tefsir, hadis, fıkıh, tasavvuf akaid, nahiv, sarf, meânî, beyan, bedî, kafiye, âdab, usül, lügat, mantık, hikmet, hendese, matematik ve diğer çeşitli ilimler okudu. Hatta Kamus’u da ezberleyerek asrının bütün alimerinden üstün, ilimlerin sırlarını tahkik etmede Allah’ın velileri seviyesine yükseldi. Zühd, takva ve faziletini bütün alimler ve meşâyih bilip kabul etmekteydi.

b) Zahiri İlimlerdeki Hocaları
1- Mefhum ve mantık alimi, Belh’li Âdem b. Muhammed. Bu zat, ilmini alim Abdullah Bayezid’den, o da veli Allâme Şerif Seyyid Sıbğatullah Haydari el-Bağdadî'den almıştır.
2- Fazıl Kâmil Salih Efendi, o da veli Allame Şerif Salih Haydarî’den, o da babası Allâme Şerif İsmail Haydarî’den ve amcası Seyyid Sıbgatullah el-Haydarî’den almıştır.
3- Fazıl Abdürrahim Efendi, O da Fazıl Kamil Mustafa Ziyâdetî’den, o dahi dedeleri silsilesi senediyle Haydarî Sâdâtından Allâme Seyyid Sıbğatullah’tan almıştır.
4- Alim Fazıl Seyyid Ahdürrahim Berzencî ve kardeşi Alim Şeyh Abdullah Hırpani’nin Allâme Seyyid Muhammed b. Hıdır’a ulaşan senediyle ilim tahsil etmiştir.

Mevlânâ Hâlid (K.S.), ayrıca mezkur ulema gibi başka büyük ve kıymetli alimler ve ariflerden de ilim tahsil edip özellikle Arapça ve Farsça kaside ve manzum ifadeler konusunda en beliğ âlimlerden biri olmuştur.

Şerhu Muhtasar-ı Müntehâ’yı Bağdad’da okuttu. Kadı Beydavî Tefsir, İbn Hacer Mekkî’nin Tuhfetu’l-Muhtaç Mevâkııf, Mekâsıd, Şerhu Metâli’, Siyâkûti’nin haşiyeleri, Şerhu Muhtasari’l-Müntehâ’nın haşiyeleri, veli Allâme Şerif Ahmed b. Haydarî’nin Devvanî şerhi üzerine yazdığı Muhâkemât’ını, Şerhu’l-İşaret, Şerhu’t-Tezkire ve benzeri çok ince problemleri içine alan metinleri hiç bir kimseye herhangi bir soru sorma ve fazla bir tefekkür ve düşünceye dalma ihtiyacı duymadan hemen en açık bir şekilde izah edebiliyordu. Her tarafta onun ilmi “ledünnî ilim” diye biliniyordu.

2. MENKIBE


Süleymaniye mutasarrıfı Abdurrahman Paşa, Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretlerine gelerek; “Efendimiz, Süleymaniye medreselerinden hangisini arzu buyurursanız oraya müderris olarak tayininizi yapalım. Bendeniz de bunun için gerekli görevlendirme işlerini yaparım. Tayin edeceğim vazifeliler, size hizmet ederek gerekli ihtiyaçlarınızı görürler” dedi,
 

Dünya ve dünyalıklara asla iltifat etmeyen Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri “bu önemli göreve kendimi layık görmüyorum” diyerek bu teklifi kabul etmek istemediler.
 

Daha sonra taun hastalığından vefat eden hocaları büyük alim Abdülkerim Berzencî'nin hususi medresesinde 1213-1798 yılından itibaren ilim okutmakla meşgul olmaya başladılar. Süleymaniye’de bulunan bu medresede çeşitli ilimler okuttular.
 

Peygamber Efendimiz (SAV)’in Muhabbeti gönüllerine bir aşk ateşi bıraktığından, dünya ve ondaki menfaat çekişmelerine asla iltifat etmezlerdi, Üzerlerinde daima cezbe hali bulunur, çok ağlarlardı.. Akıl ve düşüncelerini Mevlâ’nın sevgilisi Efendimiz (S,A.V)’i ziyaret etmeye bağlamışlardı. Kısaca Mevlânâ Hâlid (K.S), herkesin gıbta ettiği ve herkes tarafından sevilen, dünyadan yüz çevirmiş, sözü halk ve ileri gelenler arasında etkili pek muhterem bir kişiydi.

3. MENKIBE:

Mevlânâ Hâlid (K.S.), 1220/1805 yılında Hicaz’a gitmeye ve beşerin Efendisini ziyaret etmeye niyet ederek Musul yolundan Şam’a vardığında, oradaki alim ve fazıl kişiler derhal onun ziyaretine geldiler. Bunlar arasında hadis âlimi Şeyh Muhammed Küzberi, bizzat onu karşılamaya çıkarak diğerleri gibi hak-i payine yüz sürmek istediler. Adı geçen şeyhden hadis icazeti aldılar. Yine Kadirî Şeyhi Mustafa Efendi Hazretlerinden de Kadiriyye tarikatı ve müselsel hadisler icazetini alarak yolculuklarına Medine-i Münevvere’ye doğru devam ettiler, Kainatın Efendisi’nin medfun bulunduğu Medine’ye geldiklerinde Farsça bir kaside okudular. Bu kasidenin ilk mısrası şöyledir:



Gül bile Hz. Muhammed (S.A.V.)’ i kıskandı, gıbta etti. Kendisi onun terinin güzel kokusundan ölü gibi oldu.”

4. MENKIBE:

Kutublar kutbu sultan Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri, Medine-î Münevvere’de kâmil mürebbi bir veli aramakta iken Yemenli, ziyaret sahibi, soylu, istikamet üzere yaşayan bir kişi ile karşılaşır. Cahil bir kimsenin tavrını takınarak ondan nasihat ister. Bunun üzerine o zat, “Ey Halid, Mekke-î Mükerreme’ye vardığınızda, şeriatın zahirine muhalif görünse bile sakın kimseye karşı çıkma, itiraz etme”, dedi.

Şeyhimin bana rivayet ettiğine göre, Peygamber Efendimiz (S.A.V), onun sırlarına hitaben “Ey Hâlid, ikmal eyle” diye buyurduklarından, sevgilisine kavuşup görüşme iştiyakı her geçen gün daha da artıyordu. Nitekim “Kemale ermemiz hangi taraftan olacaktır? diye gece gündüz kabaran, coşan muhabbet denizinin dalgalanması ile yâre vuslatın sekrinde bulunuyorlardı” dedi.

Bir cuma günü yüzümü Beytullah’a çevirmiş Delâil’i okuyordum. Siyah sakallı bir kimse orada arkasını Beytullah’a, yüzünü bana çevirmiş olarak oturuyordu. Onu Beytullah’a sırt çevirmiş olarak görünce içimden “arkasını Beytullah’a dönmüş, ona hürmeti terk etmiştir” diye söylendim. Ama ona. bir şey söylememiştim. Aradan az bir zaman geçtikten sonra aynı adam bana hitab ederek;

“Ey kişi, mümin kimseye hürmet etmenin Kabe’ye hürmet etmekten daha önemli olduğunu biliyor musun? Ayrıca Medine’deki o muhterem zatın bu konudaki ısrarlı nasihatını dinlemedin mi?” dedi.

Mevlânâ Hâlid Bağdâdi (K.S.) Hazretleri şöyle buyurdular: “Bu zatın büyük velilerden biri olduğunda şüphem kalmadı. Hemen elini öptüm ve affını diledim. Daha sonra beni irşad etmesini istedim. Bunun üzerine şöyle dediler, “Sizin irşadınız bu bölgede değildir’ ve mübarek elleriyle Hindistan tarafına işaret ettiler. Sözlerine devam ederek;

“-Ey Hâlid, sabrediniz, sizi irşad edecek kişi size bizzat gelecektir.”

Bunun üzerine Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri; “bizi irşad edecek kişinin Mekke ve Medine’de olmadığını anladım. Hac vazifesini ifa ettikten sonra Şam’a döndüm” buyurdular.

Mevlânâ Hâlid (K.S.), Şam’dan Irak’a ve oradan da memleketlerine gelerek tekrar ders okutma işiyle meşgul olmaya başladılar. Fakat kendilerine vadedilen mürşidi de her zaman gözetleyerek gece gündüz inciler gibi göz yaşı döküp, hayret denizinin derinliklerine dalıyor iken ansızın evliyanın başbuğu, müslümanların rehberi Şah Abdullah Dehlevî (K.S.) Hazretleri, bir müridiyle Mevlânâ Hâlid Hazretlerine hayat dolu bir selâm gönderdiler. Mevlânâ Hâlid (K.S.), mezkur mürid ile başbaşa kalarak insanlardan uzak bir halde, ders verme işine de son vererek, gönül yapanın hasret ateşi içinde, beraberce canın yönüne doğru yola çıktılar. Oradaki bütün müridler, ayrılığına tahammül edemeyerek ağladılar ama, kâmil üstad yoluna devam ettiler.

Onun ayrılışına idareciler, âlimler, fazıl kişiler, salih zatlar, fakirler, yabancılar, talebeler, kadın erkek herkes pek üzüldüler ve onu yolcu etmeye çıkıp sadakatlarını gösterdiler. Ağlayarak “bizleri elem ve hüzün vadisinde bıraktınız; inşaallah kir’e: teşrifinizle yine teşerrüf ederiz” diyerek onu uğurladılar.

5. MENKIBE

İnzivaya çekildikten sonra sadık dostu kâtibi ile İran şehirlerinden Tahran’a yaya olarak vardılar. Bu şehirde Şiî Mezhebinin müctehidi, asrın akil ve nakil ilimlerini şerh eden metinlerini de ezberleyen, âlimlerin reisi, büyük bir talebe topluluğuna sahip İsmail Kâşî ile Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri arasında yapılan karşılıklı fikir tartışmalarından orada bulunan öğrenciler hayretlere düştüler. Söz mücadelesinde bulunan bu zat, mağlub oluşunu hissettirmemek için işi alaya ve eğlenceye döktü ise de artık “veliler aslanı”nın pençesine düşmüş, yenilmişti. Oradakiler de onun güç durumuna şaşıp kaldılar.

Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri, bazı şiî tefsirlerini incelemesinde bir kaç ayet-i kerîmenin değiştirilmiş olduğunu görmüştü. Devamlı çalışıp gayret gösteren Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri, İsmail Kâşî’ye buyurdular ki, “Peygamberlerin hata işlemekten korunmuş olmasına ne dersiniz? Bu soruya İsmail Kâşî “Evet, Peygamberler günahtan  korunmuşlardır.” diye cevap verince; Mevlânâ Hâlid, “çok güzel” .diye karşılık verdiler. Peki Hak Teala’nın



Allah seni affetsin, doğru söyleyenler sana iyice belli olup, yalan söyleyenleri bilmezden önce niçin onlara izin verdin”  (Tevbe43) ayet-i kerimesinde “af günahı gerektirmez mi? Halbuki Peygamberden günah sadır olmaz,” dediler.

Adam cevap olarak, “Adı geçen ayet-i kerime, Ebu Bekir’e yapılmış bir azardır. Peygamber Efendimiz hakkında değildir? dedi. Büyük üstad Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri buyurdular ki, “Ey şia topluluğu! Eğer sizin dediğiniz gibi ise Allah-u Teala Hz. Ebu Bekri affetmiş demektir. O halde siz şiiler. Hz. Ebu Bekir’e buğz ediyor, onu neden affetmiyorsunuz?” Kâşî şaşkın kalarak cevap veremedi.

Ehl-i Sünnet Mezhebine göre bu ayet-i kerîmedeki ilahi hitab, Peygamberimiz (S,A.V)’e yakınlık ve iltifattan dolayı, “azarlama” gibi buyurulmuştur, Geniş bilgi isteyenler Şifa-i Şerif şerhi ve tefsirlere müracaat edebilirler.

Üstad Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri bundan sonra Tahran’dan Bistam, Harkan, Sumnan, Nişabur şehirlerine gidip hakîkat şeyhi, susayanların denizi olan Beyazîd-i Bistâmî (KS.) Hazretlerini ziyaret buyurdular. Ziyaret esnasında Farsça bir kaside ile kendilerini övdüler, Ondan sonra Tûs adlı şehre giderek Musa Kâzım oğullarından Ali Rıza’yı (R.A) ziyaret ettiklerinde aynı şekilde onu da Farsça bir kaside ile medh etmiş ve hatta orada bulunan fars şairleri özellikle edebî üslûbundan faydalanmışlardır.

Bu arada, şeyhlerin şeyhi Ahmed Nâmıkî Camîi’yi de ziyaret ederek onu da Farsça kasidelerle övdükten sonra Afgan şehirlerinden Herat’ı şereflendirdiler. Oradaki bütün alimler onu ziyarete geldiler. Özellikle Şeyh Abdullah Herâti (K.S.) Hazretleri de mukaddes iltifatlarına nail olarak ona mürid olmuşlardır. Neticede onun mutlak halifesi derecesine yükselmişlerdir. Yukarıda sözü geçen bütün âlimler fazıl kişiler onun ilim ve irfanını takdir etmişler ve ona danışarak bir çok ince meselelerini halletmişlerdir,

Kendilerini Herat’tan bir çok alim ve devlet adamı bir kaç mil mesafeye kadar uğurlamışlar, ayrılmalarına pek üzülmüşlerdir.

Bir çok zahmet ve sıkıntılardan sonra Kandahar, Kâbil ve ilim merkezi Pişaver’e ulaştı, oradaki âlimler ve faziletli kişiler, kendisini karşıladılar. Onu kelâm ilminden imtihan etmek üzere tevhid ilmine ait bazı meseleleri sorduktan sonra almış oldukları fevkalade cevaplarla, ilmindeki derecesini ve kemâlini tasdik etmişlerdir.

6. MENKIBE:

Lahor kasabalarından birinde büyük Veli Allame Senâullah Nakşibendî (K.S.) bulunmakta idi. Bu zat, Gavs-ı Şah Dehlevi Hazretlerinin kardeşi sayılırdı. Yani, Şah Dehlevi ile Senâullah. Mazhar Canı Canan’ın halifesi idiler. Mevlânâ Hâlid Hazretleri şöyle anlatıyorlar. “Adı geçen kasabada bir gece kaldım. Rüyamda Şah Abdullah Dehlevi (K.S.) mübarek dişleriyle yanağımdan tutup beni kendilerine doğru şiddetle çekiyorlardı. Sabah olunca rüyamı Senâullah (K.S.) Hazretlerine henüz hikâye etmeden buyurdular ki:

- “Kardeşlerimiz ve efendimiz Şeyh Abdullah Dehlevi (K.S.) Hazretlerinin şerefli hizmetlerini cana minnet bilir, kudsi hizmetlerinde ve onunla beraber olmak devletinde bulunur, Rabbani fütühâtı ve şeyhin nezdindeki maksat, misak ve vaadları alırsın.”

Hazret şöyle buyurdular. “Beni Cezbe kuvvetiyle yanlarına çektiklerinden orada kalma gücüm tükendi. Etkisinde kaldığım bu cezbeden onun kudsi batıni hizmetlerine nail olacağımı anladım. Bunun üzerine bir seneden beri kalmakta olduğum mezkur kasabadan ayrılmak, Hindistan’ın idare merkezirde Dehli demekle bilinen Cihanâbâd Şehrine ulaştım. Henüz aramızda kırk konaklık kadar bir mesafe olduğu halde Canan’ın nefahat korkusu bizi istikbal edip, gelişimizi ashab ve oradakilere müjdeleyip sevinç izhar ederlermiş.”

Oraya vardıkları gecede, yolculuk esnasında meydana gelen enteresan olayları ve ona olan övgülerini ihtiva eden Arapça bir kaside okudular, Bütünü mevcut olan bu kasidenin bir mısrası şöyledir.



Emel Kâbesinin mesafesi tamamlandı. Bize kemali takdim edene hamdolsun.

Velilerin şahının eşiğini, ihlas, dürüstlük ve samimiyetle öptükten sonra yüksek dergâha koşup üzerindeki bütün kıymetleri oradaki fakirlere; garib dervişlere dağıtarak Hind Şeyhlerinin Şeyhi, Rabbani ve Müceddidiye sırları varisi, veliler kutbu, yaratıkların gavsı ve hakikatlerin kaynağı, saliklerin mürşidi, yüksek himmet ve iksirli nazar sahibi, şeriatın ve hakikatin delili, irfan ve hikmetler madeni, marifet ve ikan denizi, Allah-u Teala (C.C.) nın gayrısından yani rnâsivadan soyulmuş, ilhâm sahibi, kendisinde maddi ve manevi kemali toplayan, Mevla'sında fani olan mürşidimiz, önderimiz, aracımız, efendimiz Şah Abdullah Dehlevî (K.S,) Hazretlerinin yüksek firdevs dergahına cân ve gönülden bağlanan Mevlânâ Hazretleri, azad kabul etmez bir kul gibi şerefli hizmetlerine gönül bağladı. Allah’ı (C.C) zikir ve tefekküre çalışarak, mahbûbunun her türlü nazarlarına kavuştu. Beş ay zarfında ilahi sırları keşife ve ilahi hediyelerin hediyesine kavuşup, Allah-u Teala. (C.C.) hidayet nurları ve sultanın hakikâkat sıralarının görüldüğü yer olan “velayet-i kübrâ”ya nail olup beş tarikattan icâzet aldılar.

Nakşibendiye, Kadiriyye, Sühreverdiye, Kübreviye ve Ceştiye tarikatlarının ruhaniyet imdatları ve gaybi işaretlerinin icazetleri, hadis-i şerif, tasavvuf, tefsir ve diğer evrad, ahzab ve sair emrolunduğumuz şeylerin hepisinden icazet alıp mutlak hilafetle halife olarak diğer halifelerden ileri geçtiler.

Bundan sonra “Tuhfe isna aşeriyyye’ sahibi Nakşî tarikatına mensub Şeyh Muammer el-Mevla Ahdülaziz el-Hanefi el-Hindi (R,A.) Hazretleriyle arkadaşlık etmeleri işaret buyuruldu. Kendisine işaret edilen şeyh hazretleri de, sahih altı hadis kitabından ve diğerlerinden “Mevlânâ Hâlid’e (K.S.) “Hakkı taleb hususunda yüce himmet sahibi” diye hitap ederek bir icazetname yazıp hediye ettiler.

7. MENKIBE

Şah Abdulaziz Dehlevi (K.S.) velilerin önderi, Mevlânâ Hâlid’e teveccüh etmişti. O esnada rabbani âlim ve kamil veli Şeyh Ebü Said el-Hindi ile arifibillah Beşaretullah (K.S.) Hazretleri göründü. Mevlânâ Hâlid aralarında bulunuyordu. Bu arada Şah hazretleri hepsine aynı anda teveccüh ederek Mevlânâ Hâlid’e buyurdular ki, “Ey Hâlid, ne zuhur etti?” Mevlânâ Hâlid: “Efendimiz, mübarek arkanızda velilerin sultanı Aliyyül Murtazâ (Kerremallahu Vechehu) hazretlerini binmiş vaziyette gördüm. Adı geçen iki veli ve başkaları bize feyz saçıyordu.”
İşte; büyük şöhretleri, engin feyizleri doğu ve batıda nur saçan bir güneş gibi ortaya çıkıp; insanlara rehberlik eden parlak bir ay gibi en kamil bir varis oldular.

8. MENKIBE

Şah Abdullah Dehlevî (K.S.) Hazretleri, Mevlânâ Hâlid’e hitap ederek “Ey Hâlid! Memleketin Bağdat’a dön! Aşıklara, hal sahiplerine, iyi kalbli naiblere, doğru yolu göster. abidleri ve bu yolun yolcularını terbiye ederek “Yâr’e ulaştır’ dedi. Mevlânâ Hâlid ise şöyle buyurdular. “Ey benim devlet sahibim, nimetlerimin sahibi, sığınağım, mürşidim, efendim, adı geçen şehirlerde Haydariyye ve Berzenciye’den bir çok sadat var, orada nasıl irşad ederiz? Çünkü onlar şöhret ve itibar sahibi ve alimlerin sığınağı olduklarından halk beni engeller; dolayısıyla gücenirim”.

Tevhid bahçesinin bülbülü, Şah Abdullah Dehlevî Hazretleri (K.S.) Mevlânâ Hâlid’e buyurdular ki. “Ey Hâlid! İkâmet ettiğin yere git. İrşadı genişletmeye çalış. Bütün sadat senin ayağına yüz sürerler. Şerefli şahsınıza hizmetçi olurlar. Şehrin idarecileri, emniyet sahibleri, alimler, fazilet sahibleri senin mübarek ayaklarını öpmek isterler. Şimdi ne istersen vereyim. İste Ey Hâlid!”
Mevlânâ Hâlid buyurdular ki, “Din ve dünyalık isterim”  Şah Hazretleri (K.S.) buyurdular ki:



“Ey Hâlid git! Her istediğini sana verdim. Yolculuk esnasında Hindistan’ın falan şehrinde Allah’u Teâla’nın (C.C) dostlarından iki seneden beri yemez içmez ve konuşmaz Allah Teâla’ya (C.C.) ya yönelmiş ölü gibi, hareket etmeyen, hakkı düsünmekle meşgul istiğrak halinde, şerefli, kâmil ve mükemmil bir veli vardır. Ona selamımı söyle, elini öp hayır duasını al. Komşuları kutsal celâlinin nisbetiyle harap ve perişan olmuş, kendilerinden başka kimse kalmamıştır.”

Büyük Şah efendimiz hazretleri bütün halife, mürid ve arkadaşlarıyla beraber dört mil mesafeye kadar Mevlânâ Hâlid’i uğurlayarak buyurdular ki. “Hâlid aldı” 

Mevlânâ Hâlid, (K.S.), gidecekleri işaret edilen yere varmak için yola koyuldular. İsmi geçen veliyi araştırdıklarında onun yerini uzaktan işaret ettiler. Bunun üzerine Mevlânâ Hâlid (K.S.) onun tarafına doğru gitmeye başladı. Yakınına gelince adı geçen velinin heybetinden bir korku duyarak oldukları yerde ayakta kaldılar. Bunun üzerine hemen büyük Şah’a rabıta ederek korkuları hemen kayboldu. Velinin huzuruna vardılar. Muhterem şeyhlerinin selamını Farsça olarak kendilerine arz ettiler, “Sana ve ona selam olsun” buyurdular. Daha sonra “Ey Hâlid, manevi fethin ve hakkı yayman Bağdad havalisinde olacaktır”  diye ilâve ettiler.

Bundan sonra yine murakabeye daldılar. Mevlânâ Hâlid (K.S.) veli hazretlerini Muhammedi nisbet deryasına dalmış, dostun feyizlerinin nurlarına batmış, müşahede sahibi ve Hakk’ın cemal ve murakebesinden hiç ayrılmaz görünce hayret ederek Bender adlı kasabaya gelinceye kadar elli-altmış gün hiç bir şey, yemediler ve içmediler. Daha sonra Şiraz’a vardılar. Sonra İsfahan’a oradan da Hemedân’a ulaştılar.

Veliliğin meşrebi olarak; bir şehre girdiklerinde Allah’ın emrettiklerini, emreder, yasak ettiklerinden de sakındırırlardı. Bu şehre ulaştıklarında da adetleri olduğu üzere va’z ve nasihattan sonra bazı Rafıziler ona su-î kasd etmek istedilerse de Allah’ın onu korumasından ve üstadın heybetinden çekinerek kötü emellerine ulaşamadılar.

Sennedüc isimli yere ulaştıktan sonra mukaddes vatanları Süleymaniye’ye 1226/1811 senesinde döndüler. Bütün alimler, faziletli kişiler, talebeler, çevrenin ileri gelenleri, büyük zâtlar ve bütün halk onu sevinçle karşıladılar. Hepsi mukaddes ayaklarının toprağına yüz sürmek isteyip bir bayram günü sevincini yaşadılar.

Adı geçen şehirde az bir müddet kalarak henüz irşada başlamadan evvel şah-ı âzâm tarafından büyük velileri ziyaret için manevi bir işaretle merhum Süleyman Paşa’nın oğlu Said Paşa Hazretlerinin vezirliği zamanında Bağdad’a teşrif buyurdular. Orada büyük velileri ziyaretten sonra Gavs-ı Rab- banî, büyük kutup Abdüikadir-i Geylâni’nin (K.S.) yüksek zâviyelerine inip beş ay irşad ile meşgul oldular. Ondan sonra yine elinden tutan Şeyhi ve Bağdad velilerinin Manevi rumuzları ve işaretleriyle Süleymaniye’ye şeref verdiler. Orada Berzencli şeyhlerin bazı hased edicileri ve bazı tarikat inkârcıları ortaya çıkıp, onun kötülenmesi hakkında kitaplar bile yazdılar. Çeşitli iftira bühtan ve düzme yalanlar uydurarak etrafa yaydılar. Mevlânâ Hâlid, çok nasihat etmiş ise de,



(Onlar) sağırlar, dilsizler, körlerdir. Artık (Hakka) dönmezler.
Bakara (2) 18 ayetinin sırrı ile görüp işitmediler, o yine hakka dönmeleri için hayır duada bulunmuştur.

EK: Nitekim Peygamberimiz (SAV.) Hazretleri Sapık ve inatçı kavimler hakkında,



Benim kavmimi hidâyete erdir, Çünkü hak Peygamber olduğumu bilmiyorlar Tecrid-i Sarih, 4, 314 buyurmuşlardı.

İkinci defa olarak Bağdad’a sefer ettiler. Orada birçok insan ve ulu kişiler kendilerinden inâbe alarak feyizlendiler. İrşadlarının nuru ve velayet-i kübrâsı gün gibi aşikâr oldu. Neticede ulu kişilerin önderi oldular. Bağdad’da kendilerinden ilk önce hilafet alan Bağdad müftüsü büyük alim Seyyid Abdullah el-Haydâri Hazretleri (K.S.)’dir.

9. MENKIBE:

Şeyh Abdülkadir-i Geylâni (K.S.) Hazretlerinin Bağdad’da Abbâsî binalarından kalma bir zaviyesi vardı. Velayet sultanı Geylâni orada bir süre inziva ve halvette kalmış sonra da Babu’l-Ezcid’de bulunan bir zaviyeye nakletmişlerdi. Zaman geçtikten sonra velilerin efendisi Geylani’nin halvet yeri, Hafız Suyûti Hazretlerinin “Elfiye” şehrinin haşiye edicisi ve Kuduri’nin şarihi Muhammed Salih İhsani Hazretlerine medrese oldu. Uzun müddet orada ders verdikten sonra neticede vefat edip adı geçen medresenin içine defn edilmiştir. Orası şimdi “İhsani Medresesi” diye bilinmektedir.

Adı geçen şarih’in (Rh.A.) vefatından sonra Mevlânâ Hâlid’in ilk halifesi Abdullah Haydari Şâvizâde ile vezirin yardımı sayesinde İhsânî Medresesinin tamirini tamamladıktan sonra Mevlânâ Hâlid Hazretlerine arz ederek oturmalarını istediler. Mevlânâ Hâlid (K.S.) de hazırlanan zaviyeye yerleşerek orasını zaviye yaptı. Bugüne kadar onun halifelerinin irşad meskeni olarak hizmet vermektedir.

10. MENKIBE:

Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri gelip irşad tahtına oturunca yukarıda adı geçen Sâid Paşa, saltanat alayı ile mukaddes ziyaretlerine geldiler. Yüksek huzurlarına, mis kokulu hücrelerine girdiklerinde nice alimler ve güvenilir kimselerin tam bir teslimiyet ve yalvarışla hademeler gibi, büyük velinin huzurunda ayakta durduklarını müşahede ettiler. Bu manzarayı gören vezir, hemen mübarek ayaklarına düşüp titremeye başladı. Mevlânâ Hâlid’in celâli cemâle dönünce vezirin titremesi kesildi. Bunun üzerine can-u gönülden makbul dualarını niyaz ettiler. Mevlâna Hâlid de hüsn-ü hatime ile dua buyurdu. Vezire hitaben “Pişmanlık günü kıyamette herkes kendi durumundan sorguya çekilir. Sen ise, kendinden ve emrin altındakilerden sorulacaksın. Allah’tan kork! Çünkü önünde öyle bir gün var ki, o gün korku ve dehşetten analar evladına süt vermeyi unutur. Her bir gebe kadın çocuğunu düşürür. Sen insanları sarhoş, gibi görürsün. Halbuki onlar içmemişlerdir. Bu halleri, Allah-u Tealanın azabının şiddetlerindendir” şeklinde nasihat ettiler.

Vezire bir titreme, korku gelip yüksek sesle ağladı. Mevlânâ Hâlid (K.S.) ellerini vezirin sırtına koyarak, manevi saltanatın haremine girmesine yardımcı oldu.

Daha sonra Üstad, vezirin imanını arkadaşlarına müjdeleyerek “Müjdeler olsun ki, dünya ve ahiret saadetine nail oldu” buyurdular.

11. MENKIBE:

Mevlânâ Hâlid’in mübarek ellerini vezirin sırtına koyuşunun sebebi ve hikmeti şu idi: Daha sonra onu boğarak şehid ettiler. İşte dostun iltifatı, şehadet kadehini içmeye vesile olmuştur.

Az zaman içinde Mevlânâ Hâlid’in ismi Bağdad’da ve irşadları bütün ufuklarda yayılıp büyük âlimler ondan istifade ve istimdada geldiler.

12. MENKIBE

Hasedcilerin hasedleri, münafıkların nifakları o derece açığa çıktı ki, Süleymaniyeli, Berzençli Şeyhler onun tekfirini içine alan ve inkarcılar mührü ile mühürlenen, hezeyan dolu bir risale yazıp Bağdad Valisi Said Paşa Hazretlerine gönderdiler. Bu risalenin yazılma maksadı Said Paşa’yı isteklerine uymaya teşvik ederek, “Mevlânâ Hâlid’in Bağdad’dan çıkarılmasını hepimiz arzu ediyoruz” taleblerini ona bildirmekti.

Bu risaleyi Paşa okuyunca hemen onu elinden atarak Allah’a sığındı ve ona bir reddiye yazılmasını emir buyurdu. Aslında hasedcilerin hasedleri, basiretlerini köreltmiş ve onları mecnun eylemişti. Bu kötülüklerden Allah’a sığınan vezir, tekrar Allah’a istiaze ettikten sonra büyük alimlere bir reddiye yazılması hususunda emir verdi.

Mevlânâ Hâlid’in halifesi Bağdad Müftüsü Şeyh Ubeydullah Seyyid el Haydari Hazretleri, Mevlânâ Hâlid’in (K.S.) velayet-i kübra ve yüksek irşadlarını, tarikatların hak olduğunu ve onları inkâr edenlerin hüsranlarını açıklayan kitap, sünnet ve tasavvuf kitaplarındaki açık delillerden çıkarılan bir reddiye yazdılar. Bu kitabı bütün büyük alimler güzel buldular. Bu arada Bağdad’da bulunan Medrese-i aliyye müderrisi, sabık müftü, alim, faziletli, ilminde kemal sahibi Muhammed Emin Efendi de adı geçen hezeyanlara dair bir risale kaleme aldı. Bu iki risale bütün Bağdad alimlerince tasdik edilerek Süeymaniye’ye gönderilmiştir.

İnkârcılar ve Mevlânâ Hâlid (K.S.)’e hased edenler bulundukları yerlerden ses çıkarmayarak geri döndüler. Bu şekilde ağızlarına sükut mührü vurulmuş oldu. Netice olarak:

 


O zulm edenler yakında hangi dönüş yerine döneceklerini bilecekler
Şuara 26/227
ayetinin sırlarının biri ortaya çıktı. Bundan sonra ağızlarını açamadılar.

13. MENKIBE:

Mevlânâ Hâlid Hazretleri (K.S.) ikinci defa olarak Bağdad’dan Süleymaniye’ye gittiler. Yeniden Süleymaniye’de güzel bir zaviye inşa ettirip orada irşadla meşgul oldular. Her taraftan alim, faziletli kişiler istimdad ve istifade etmeye, hak yolda olan mukaddes kademlerine yüz sürmeye geldiler. Rabbani alimlerden meşhur alim, bazı ilahi sırlara vakıf faziletli Urfalı Şeyh Hâfız, Ledünni ilim sahibi kamil, fazıl Şeyh Ahmed Eğrihozi; Erzurumlu fazıl, kamil Şeyh Feyzullah gibi nice nice büyük alimler ve arifler tevhid halkasına girip, Mevlânâ Hâlid (K.S.) tarafından kabul edilip biricik “Yâr”e vuslat bulup, çeşitli şehirlere irşad için gönderildiler.

Haremi Şerif, Medine-i Münevvere, Şam, Kudüs-i Şerif, Haleb, Bağdad, Kerkük, Erbil, İmadiye, Cezire, Şemzin, Mardin , Urfa, Basra, .Antep, Diyarbakır, Anadolu şehirleri, Hind-Afgan, Dağistan, Maveraünnehir, Mısır, Amman, Mağrib ve diğer şehirlerde bulunan pek çok kimse, Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretlerinin nurları ile münevver olup istifade etmişlerdir. Mevlânâ Hâlid (K.S.) Bağdad’da iken Mağrib memleketinden kamil veli Şeyh Mağribli Muhammed Hazretleri gelip inabe alarak Mevlânâ Hâlid (K.S.) hazretlerinin mutlak halifesi olmuştur. Bağdadlı müftü Şeyh Seyyid Esad Sadreddin ve alim, fazıl, Şeyh Abdurrahman el-Ruzbahi, Cisli Abdullah ve sair nice kıymetli müellif ve alimler, eser sahipleri, isim yapmış kişiler cananımız Mevlânâ Hâlid (K.S.)in gece-gündüz demeden canı gönülden yüksek hizmetlerinde bulunarak feyz almışlardır,

14. MENKIBE:

Bağdad valisi Dâvut Paşa üstadı Bağdad müftüsü Şeyh Sadreddin (K.S.) şöyle buyurdular. “Eğer bana şeyhim Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri şu süt kabını başına al çarşı pazar sat diyerek emir buyursalar hemen emirlerine uyarak çekinmeden satardım”

İnsanlar Mevlânâ (K.S.) Hazretlerine fırka fırka gelip tefsir, hadis, fıkıh ve tasavvuf öğrenirlerdi. Üçüncü defa olarak Davud Paşa’nın vezirliği zamanında, Bağdad’a şeref verdiler. Yine aynı paşa zamanında birçok alimler, halifeler, müridler ile Şam-ı Şerif’e de teşrif ettiler. İlk gelişinde olduğu gibi Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri hemen irşad ve hatm-i hacegana başladılar.

Büyük alimlerden İbn Abidin (K.S.) Hazretleri inabe eyleyip kelâm ilmi talim eyledi. Mevlânâ Hâlid (K.S) Hazretlerinin birçok te’lif eserleri vardır. Hindistan’a gitmeden önce “Teâlika Alâ Tetimei’l-Muhakkık el-Siyalkûtî Li-Hâşiyetil-Muhakkik İbnu’l-Hâcib”isimli kitabı yazmıştır.

Yine “Akaid” üzerine bir şerhleri de vardır. Mâkâmat-ı Hariri üzerine de bir şerhleri vardır. İrade-i Cüz’iye ve Hayali’nin Muhakkıku’l-Siyalkuti Haşiyesi üzerine bir taliki, Risale-i İsbat-ı Rabıta” , “Divan-ı Farisi” ve diğer birçok eserler yazmıştır.

Kendileri mezheb bakımından Şafiî, meşreb bakımından Hanefi idiler. Nice edebiyatçılar, eşsiz kasideleriyle onu övmüşlerdir. Bunlardan Şeyh Abdullah el-Haydari, Şeyh Osman ibn Sened en Necdi, Şeyh Abdulkadir el-Haydari (K.S.) en önde gelirler. Birçok kamil alimler, arifler, ve vuslata erenler eşsiz kaside ve cümlelerle Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretlerini övmüşlerdir.

B.MEVLANA HALID (K.S.) HAZRETLERİNİN KERAMETLERİ


Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretlerinin zuhur eden olağan üstü hayret verici kerametleri pek çoktur. Beşerin idrakinin dışında mukaddes iksirli bakışları ve yüksek nefeslerinin tesiriyle, sokakta giden bir Hıristiyan bağırıp çağırarak cezbeye kapılır, ağlaya, ağlaya, kurtuluş bahşeden hanegaha kadar gelip İslâm’a girer, huzur ve yakin ehli topluluğundan olurdu. Bu garib hadiseler halk tarafından görülüp bilindiğinden; bütün halk onun velayet-i kübrâ sahibi olduğunu tasdik ederlerdi.

15. MENKIBE

Cömertliği

Cömertliğe dair kerametleri de çoktur. Zât-ı âlileri, cömertlerin sultanı, merhamet, ihsan sahibi, ulu bir kişi, velilerin şahı oldukları, avam ve ileri gelen herkes tarafından bilinmekteydi. Birçok kere bir isteyiciye yüz bin kuruş birden verdikleri olurdu. Fakirlere, zavallılara gariplere, yetimlere çok güzel bir tavır takınarak infak ve ihsan buyururlardı. Onların şahsiyetlerini hiç rencide etmezlerdi.

16. MENKIBE:

Bağdad’da yaşayan iyi ve faziletli insan Seyyid İbrahim Berzenci Hazretleri vefat etmişti. Geriye elli bin kuruş borç bırakmıştı. Alacaklılar paralarını Oğlu Seyyid Muhammed Efendi’den istediler. O da babasının bir evi ve kitaplığından başka bir şeyi olmadığını söyledi. Alacaklılar da evi ve kitaplarını, alacaklarına karşılık olmak üzere istediler. Borçlu Seyyid Muhammed Efendi de derhal, Mevlânâ Hâlid (K.S.)’e baş vurup vaziyetini ve olanları açıkça anlattı, Mevlânâ Hâlid (K.S.) alacaklıların yanına gelmelerini emrederek “Sizin alacaklarınızı inşallah ben vereceğim. Muhammed Efendi’den bir ay hiç bir şey istemeyeceksiniz. Ay sonunda size paranızın tamamını vereceğime dair senet tanzim edin. Vakti gelince, parayı benden alır senedi de Muhammed Efendi’ye verirsiniz. Borç benimdir” buyurdular. Kendilerine layık bir davranışta bulundular. Ay sonunda alacaklılar gelip Mevlânâ Hâlid (K.S.)’den parayı aldılar ve sevinerek gittiler. Bu, halkın da bildiği bir cömertlik kerametidir.

Mevlânâ Hâlid (K.S.)’in ayrıca bu derece, duyulmayan cömertlik örnekleri pek çoktur. Yukarıdaki hikayede parayı bir ay sonra vermelerinin sebebi, onların tarikten nasibleri olmadığından, bir ay’a kadar tehirinin onlar için bir örtü olmasıdır.

17. MENKIBE:

Şahid olunan kerametlerinden biri de şöyledir: Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri Şam-ı Şerif’te iken, Bağdad’da tasavvufu inkar eden Molla Mustafa isminde biri hacca gider. Mekke’de parası kalmadığından çeşitli sıkıntılara katlanarak Şam’a dönüp geldiklerinde, zor işlerin kolaylaştığı makam Hanegah’a geldiler. Orada emre amade bir vaziyette iken Mevlânâ Hâlid “Ey Molla Mustafa iflas etmeden bize gelmedin” buyurunca, adam ayaklarına kapandı. Mevlânâ Hâlid (K.S.) “Ey Molla Mustafa! Merhaba” diyerek kendisine bin altın verdiler. Bundan sonra Bağdad’a giderek ihlaslı ve aziz bir mürid olmuştur. Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretlerine öyle inanmıştı ki, her gittiği yerde onu över, kerametlerini ve velayet-i kübra sahibi olduklarını anlatırdı. Bu hususta ona Peygamber dememek kaydıyle çok ileri giderdi.

18. MENKIBE:

Yine cömertliğine ait kerametlerinden biri de şudur: Bağdad’da iken el-Hac Muhammed Efendi isminde, servet sahibi, kendisine çok bağlı, ihlaslı bir müridi vardı. Bu zat Mevlânâ Hâlid (K.S.)’in şerefli dergahlarına ve diğer yerlere kendi eliyle yüzbin kuruş harcayıp borçlanmıştı. Bir gün Mevlânâ Hâlid (K.S.)’in huzurlarına gelip zaviyenin sathında bir parça hasır üzerinde oturmuşlardı. Mevlana Halid’e “Aman Efendim! Borcumun çokluğundan dışarı çıkmaya yüzüm kalmadı’ deyince Mevlânâ Hâlid (K,S.) buyurdular ki, “Bir ay sabret” Adam bunun üzerine “Aman efendim, sabra takatim kalmadı” diyerek aynı cümleyi yakınlığı ve hüsnü zannından dolayı iki defa tekrarladı. Buyurdular ki, “Kaldır şu hasırı, istediğin kadar al” Muhammed Efendi de hasırın ucunu kaldırır ve altında bir altın görür. Altını alır, yerinde bir daha görür, onu alır bir daha görür. Yüzbin kuruş tamamlanıncaya kadar bu hal o şekilde devam eder. Muhammed Efendi, derhal Mevlânâ Hâlid (K.S.)'in ayaklarına kapanır. Mevlânâ Hâlid (K.S.)’in celal ve hiddetlenişleri kızaran yanaklarından belli olurdu. Adı geçen zat Mevlânâ Hâlid’in kızgınlığı yani celâli, cemâle dönünceye kadar yanından kalkmadı.

Bu keramete yüksek meclislerinde bulunan Şeyh Abdullah el-Haydari (K.S.) ve diğer halifeler de şahid olmuştur.

19. MENKIBE:

Bağdad valisi Davud Paşa’nın vezirliği esnasında Süleymaniye nahiyelerinden birkaçını İranlılar gasb ederek yağmalamışlardı, Hatta o kasabalarda bulunan bazı alimlerin kitaplarını bile almışlardı. O alimlerden birisi cömertler sultanı Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretlerine geldi, ayaklarına kapanıp başından geçen hadiseyi arz ederek “Efendim bir kitap alamayacak kadar fakirim ne yapayım? Hangi işte bulunayım? Sadece efendimin merhametine güvenerek geldim” dediğinde Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri mukaddes huzurlarındaki 1700 kitabı adı geçen şahsa hediye ettiler. Böylece yanlarında bir kitap bile kalmamıştı. Bu isar halini gören o alim, hemen ellerine sarılıp öptükten sonra sevinçle ayrılmıştı. Bu cömertlik kerametini yukarıda adı geçen halifesi ve orada bulunanlar da görmüşlerdi.

20. MENKIBE

Bir Delinin Şifa Bulması

Bağdad’da bulunan inkarcılardan birisi, etrafına ayak takımından bazı kişileri toplayarak hatm-i hâcegan-ı şerif halkası gibi bir halka oluşturarak alay etmeye başladı. İstihza suretiyle oradakilerden birisine teveccüh etmeye kalkınca, o anda cinnet getirdi. Elbiselerini yırtarak attı, serserice, anadan- doğma çıplak olarak çöllere düştü. Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri müridleri ve halifeleriyle gezinti için bir kaç günlüğüne sahraya çıkmışlardı. Deliren adamın çocuk ve akrabaları ağlayarak Mevlânâ Hâlid (K.S.)’in yanına geldi, mecnunun günahının affedilmesine tevessül etmeleri için yalvardılar. Mevlânâ Hâlid (K.S.)’in emri üzerine huzura getirildi. Mevlânâ Hâlid .(K.S.) bazı halifelerinin ellerinden tutarak yürüdüler. Allah (C.C) daha iyi bilir, Bağdadlı Şeyh Musa Cuburi Hazretlerinin elinden tutup beraberce insanlardan uzaklaştılar ve bir yere vardılar. Efendimiz Hazretleri (K.S.) şöyle buyurdular “Ey Musa otur!” yirmi adım uzaklarında bir taş vardı. Ona bakarak, halife hazretlerine “Kalbini Hz.Sıddik-ı Ekber Efendimize (Hz.Ebubekir R.A.) rabıta yaparak şu taşı yerine döndür.” buyurdular. Halife de bu şerefli emre uyarak rabıta yaptı. Gözlerini açınca taşı eski yerinde hiç kıpırdamamış vaziyette gördü. Mevlânâ Hâlid (K.S.) şöyle buyurdular: “Ey Halifem mecnunun iyileşmesinden şübhe etme” Oysa o sırada halifenin kalbine bir hatıra gelmişti. Hemen efendimizin ayaklarına kapanıp kurtarılmasını istedi. Mevlânâ Hâlid (K.S.) buyurdular ki:
“Ey halifem mecnûna teveccüh et ve onu cinnetten kurtar.” Halife de mecnuna teveccüh ettiğinde, onu hemen iyileşmiş gördü. İyileşen mecnun yaptıklarından derhal tevbe ve istiğfar etti.

İşte bu da, onun açık kerametlerinden olup, bütün insanlar kerametlerine ve velayetine şahid olarak onu tasdik etmişlerdir. Artık bir daha müdahele ve taarruzda bulunmadılar.

21. MENKIBE

Batıni Kerâmet

 

Devrekli İsmail b. Ali, yazdığı eserinde şunları anlatır. Şam-ı Şerif’te iken bir gün büyük kutup heybetli gavs Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretlerinin bulundukları hanegahlarına gittim. Mukaddes iltifatlarına nail olunca cezbe hali gelip bir nevi zorlama ile cezbe izhar etmeye çalıştım. Gözlerimi açınca Mevlânâ Hâlid (K.S.) Şeyh Muhammed Nasıh Hazretlerine şöyle buyurdu: “İsmail’e söyle hal ile cezbe ortaya çıktığında onu tutmak gerekir. Neden zorlayarak izhar eder de cezbesini tutmaz? Zira tekellüfle cezbe göstermek riyâdır. Oysa riya zinadan daha büyük günahtır. Haline tevbe etsin”
 

İsmail b.Ali, “Bu keramet batıni bir keramettir. Nitekim halimden kalbimi keşfetmişlerdi” dedi.

22. MENKIBE

Bir ravi şöyle garib ve acayip bir karemet rivayet eder:
Süleymaniye’de iken Berzencilerden silahlı iki yüz kişi Mevlânâ Hâlid (K.S.)’in öldürülmesine ve idamına cüret ettiler. Bütün silahları ve öldürücü aletleri ile Cuma günü mescidin kapısında onu öldürmek ve idam etmek üzere saf bağladılar. Nihayet Cuma namazı kılınıp bütün halk Camiden dışarı çıktılar. Mevlânâ Hâlid (K.S.) bütün cemaat çıktıktan sonra dışarı çıkarlardı. Nitekim büyük salih zatların usulü böyledir. Şeyh Abdullah el-Haydari hazretleri şöyle buyurdu: Adı geçen gün namazdan sonra herkes, halifeler ve ben dışarı çıktık. Dışarı çıktığımızda silahla mücehhez düşman saflarının, velilerin mahbubu ve ariflerin maşuku Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretlerine suikast yapmak niyetinde olduklarını gördük. Parlak ay, Allah’ın güneşi Mevlânâ Hâlid (K.S.) hazretleri caminin kapısında durup düşman saflarına celalli bir şekilde baktılar. O anda düşman topluluğu, nara atarak bazısı yüzüstü düşerek heybetli bakışlarından ve teveccühünden, mahv ve perişan oldular. Bundan sonra canım kendisine feda olsun Mevlânâ Hâlid Hazretleri ile bütün halifeler ve müridler cennet misali olan hanegaha geldiler. Bu kutsal keramet insanların ileri gelenlerince bilindiğinden Mevlânâ Hâlid’in ve veliliğine hiç bir kimsenin şüphesi kalmamıştır.

23. MENKIBE

Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretlerini, Süleymaniye’nin eser sahibi büyük alimlerinden bazıları, akli ve nakli ilimlerin en mühim, zor ve ince mes’eleleri ile susturmak istediler. Fakat bunda muvaffak olamayarak aksine büyük bir şaşkınlığa kapıldılar. Huzurlarında hiçbir durumda mukavemet edemeyen bu kişiler, yanlarında bir cahil gibi kaldılar.
 

Sonunda çare bulamadıklarından ilim denizi, mana alimi, nakli ve akli ilimleri kendinde toplayan ilimlerin asılları ve detaylarını ihata eden, Iraklı alimlerin hocası, ağır ilim bahislerini çözmede büyük alimlerin uğrağı, faziletlilerin önderi İslam’ın delili, (Huccetü’l-İslâm), ibadeti çok, ilahi emirleri kusursuz yerine getiren, huyu güzel, Allah-u Tealâ’ya tamamen dönük, Şeyh Yahya el-Mervezî el-İmadî (K.S.) Hazretlerine bir mektup yazıp gönderdiler. Mektup şöyledir:
“Süleymaniye alimleri tarafından dünyanın en büyük alimi, müslümanların delili Şeyhimiz Yahya hazretlerinedir.”
“Hak Teala hazretleri müslümanları uzun ömürle nimetlendirsin.”
“Memleketimizde Şeyh Halid isminde bir zat meydana çıktı. Hindistan’a gidip geldikten sonra büyük velilik ve mürşidlik davasında bulunuyor. Din ilimlerini öğrendikten sonra hepsini terk ederek sapıklığı seçti. Biz ise onu susturmaktan aciz kaldık. Ey efendimiz sizin buraya gelerek onun sapıklığını ortadan kaldırıp onu susturmanız gerekir. Gelmeyecek olursanız bütün insanlara ve diğer şehirlere sapıklığını yayacaktır.”
“Allah’ın selâmı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun”
 

İşte bu mektup, adı geçen zata ulaşınca bazı talebelerle bineğe binip Süleymaniye’ye yöneldiler. Süleymaniye’ye yaklaşınca şehrin bütün alimleri ve etrafındaki büyükler karşılamaya çıktılar. Herkes büyük alimin evine teşrif buyurmasını istediler. Şeyh Mervezi Hazretleri, bu saatte burada bulunan şeyh ile görüşmek gerekir, diyerek Şeyh Hazretlerinin bulunduğu zaviyeye yöneldiler. Sarayın haremine vardıklarında Mevlânâ Hâlid Hazretleri ayağa kalktılar. Musafaha yaptıktan sonra onu mübarek yanlarına oturttular. O sırada Şeyh Yahya el Mervezi Hazretlerinin kalbinde bir takım ince mes’eleler vardı. O henüz ağzını açmadan Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri, ona hitaben şöyle buyurdular.
-İlahi ilimlerde çok zor meseleler vardır. Birincisi şudur, ikincisi şudur, üçüncüsü, şudur. Cevaplar şunlardır. Bu şekilde Şeyhin kalbinde bulunan bütün mes’eleleri cevaplandırdılar.
 

Bunun üzerine Şeyh Yahya hazretleri bu zatın Allah’ın (C.C.) büyük velilerinden olduğunu anladı. Hemen mübarek ayaklarına kapanıp af diledi. Mevlânâ Hâlid’den inabe aldı. Bu şekilde Mevlânâ Hâlid’in sevdiklerinin arasına girmiş oldu. Mevlânâ Hâlid kendilerine bir hücre ayırdılar. O da artık Halidiyye tarikatının kıymetli şahsiyetlerinden biri oldu.
 

Bu ibret verici sahne inkarcıların kulağına varınca yüz çevirerek pişmanlık ve hüsran içinde kaldılar. Çoğu ise tevbe ederek kendilerine inanıp sadık müridlerinden oldular.

Mevlânâ (K.S.) Hazretleri, Şeyh Yahya el-Merzevi Hazretlerini çok sever, kendilerine çok yakınlık gösterirlerdi. Fakat Şeyh Yahya el-Mervezi (K.S.) kendisini yüksek ve mukaddes huzurda hademelerden biri olarak sayardı. Buna karşılık Mevlânâ Hâlid de kendi müridi oldukları halde ona arkadaşça davranırlardı.

Adı geçen Şeyhin hizmetinde de edebiyatçı alim, salih Şeyh İsmail Berzenci hazretleri bulunuyordu. Şeyh Yahya Hazretlerinin hizmetini yerine getirmek için hücrelerinde bulunurlarken Şeyh Yahya Hazretleri öğle uykusuna dalıp tamamen kendilerinden geçerdi. Efendimiz Mevlânâ Hâlid, güzel kokulu hücrelerinden kalkıp Şeyh Yahya hazretlerinin hücresine teşrif buyururlardı. Bir gün Şeyh İsmail ayağa kalkıp Şeyh efendimizi karşıladı ve şöyle dedi: “Efendimiz Şeyh Yahya hazretleri uyuyorlar”, “Onu uyandırma” buyurdu, Şeyh Yahya'yı öptükten sonra: “Ey Şeyh! Hakk Teala hazretleri uzun ömrünle bizi nimetlendirsin” buyurduktan sonra kendi saadetli hücrelerine şeref verdiler.

Şeyh Yahya el-Mevrezi hazretleri Muhammed ümmetinin büyük alimlerinden, fakihlerin en fakihi, alimlerin en alimi, akli ve nakli ilimlerin, hesab ilminin sınırsız bir denizi gibi idi. Nice kimselere izin ve icazet vermiştir. Öğrencilerinden birisi Şeyh İbrahim Fasih Efendidir. Bu zat, Menâkıb-ı Mecdi Talid’in yazarıdır. Onu Sahih-i Buhari kitabları, Nühbe şerhi, Hafız Suyuti’nin Nazairi, Tefsir-i Şerif ve diğer akli ve nakli ilimlerden me’zun ederek “Bu Rabbani ilim bizde emanet olduğu gibi, sizde de emanettir” buyurdular.

Öğrencilerinden birisi de veli büyük alim Seyyid Asım Haydari hazretleridir. Efendimiz hazretleri ve Irak alimleri bu zatın ilim ve irfanını itiraf ederek “Her konuda tam bir şeyhtir” derlerdi. Yüz sene kadar yaşamışlardır.

Şeyh Yahya Hazretlerinin takunyalarını Şeyh İbrahim Fasih hazretleri çevirir ve devamlı olarak hizmetlerinde bulunurlardı. Bir ara şöyle buyurdular: “Ya İbrahim! sen Şeyhlerin çocuğusun, bu gibi işleri yapma” böylece hizmetçilik etmelerine razı olmadı.

24. MENKIBE

Dinin müceddidi, kuvvetli delil Mevlânâ Hâlid hazretleri (K.S.) Hindistan’a gitmeden önce Hicaz’a gitmek için memleketlerinden Şam-ı Şerif’e gelmişlerdi. Oradaki bazı fasık kimseler birleşerek o zamanın kadısının huzuruna çıkıp, “Efendimiz, içimizden birinin katırı üç aydan beri çalınmıştır. Şu anda Şeyh Halid’i o katıra binmiş olarak gördük. Katırın bize iadesini istiyoruz” dediler. İslâm kanunları gereğince şeyhlerin şeyhi Efendimiz hazretleri hakimin huzuruna çıkarıldı.

Adı geçen fesadcılar da yalancı şahidleri ile orada hazır bulunuyorlardı. Mahkeme, şahidlerin şehadetini kabul ederek onlara verilmesine hüküm verdi. Efendimiz Hazretleri de hayvanı kendilerine teslim etti. Ona şöyle dedi: “Hâkimin hükmü ile hayvan senin oldu, fakat ben bu hususta şüpheliyim, çünkü hayvan benim evimde doğdu. Bunu hiç kimse bilmiyor. Ey kişiler, müslümanların şahidliği ile hayvan sizindir, ben Hakk Teâla’nın kullarına kötü zanda bulunmam. Cenab-ı Hakk sizin katırınızı benim evime getirip koymanıza kadirdir. Bu fevkalbeşer vak’alardan bir olay olabilir. O halde Irak'tan Şam’a kadar ona binmemin ücretini vereyim. Zira hakkınız bende kalmasın.” Böyle dedikten sonra bindiklerinin ücretini verdiler. Mahkemenin dışında geçen bu konuşmayı dinleyen şahidler, Mevlânâ Hâlid’in eline düştüler ve “Aman efendimiz, muhakkak hayvan sizindir. Bizler bilmeyerek iftira eyledik. Hayvanınızı alınız” dediler. Efendimiz Hazretleri buyurdular ki: “Bu hayvanın sizin olduğu hakimin hükmü ve müslümanların şahidliği ile ispatlandığından biz bunu artık kabul edemeyiz” Yukarıda da geçtiği gibi, binme ücretini ve hayvanı kendilerine vererek gözden kayboldu. İslam kanununun kadısı çok sonra vaziyetten haberdar olduysa da Mevlânâ Hâlid’i araştırmasına rağmen bulamadı. İftiracılar da yüzleri kızarmış bir halde utanç içinde gittiler. Allah’tan sakınanların sultanı Efendimiz Hazretleri çocukluğunda bile olgun bir takvaya sahipti.

25. MENKIBE

Şeyhlerin Şeyhi Efendimiz Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri Şeyh Abdülvehhab es-Süsi’yi halife seçerek irşad için saraya göndermişler. O da devletin ileri gelenleri ile çokça görüşüp konuştu; bundan dolayı kendilerine gurur (ucub) geldi. Açık olmayan bazı sebebler de buna eklenerek yüksek tarikattan (Allah korusun) tard edildi. Bunun üzerine Şeyh Yahya el-Mervezi Hazretlerine sığındı. Elini öptükten sonra kusurunun afvı için aracılık yapmasını istedi. Şeyh Yahya Hazretleri de kalblerin müfettişinin sultanı Mevlânâ Hâlid (K.S.) Efendimizin yanlarına giderek adı geçen zatın afvını arz ettiler. Efendimiz Hazretleri şöyle buyurdular: “Eğer afvetmek benim elimde olsaydı afvederdim. Ne çare ki, Nakşibendiyye zincirinin Efendilerinin ruhları kapılarından onu tard etmişlerdir. Allah korusun. Eğer Abdülvehhab sakalını tıraş edip yüzünü siyaha boyar; ınerkebe ters biner, kendisinin Abdülvahhab olduğunu bildirir, nefsini kırarsa sadatın ervahı belki afveder.” Şeyh Yahya Hazretleri merhamet ederek böyle bir şeye Abdülvehhab’ın nefsi dayanamaz, Yüksek kutsal ruhsatlarınızla ismi geçenin yerine bendeniz sakalımı tıraş edip yüzümü siyaha boyayayım ve merkebe ters binerek sokaklarda gezeyim. Silsilemizin ruhları Abdülvehhab’ı afvetsinler. Yahya'nın nefsi bir müslümanın yolunda feda olsun” dedi. Hüzün verici bu sözleri duyan Efendimiz Hazretleri ağladı. Şeyh Yahya Hazretlerinin boynuna sarılıp ayakta kucaklaştılar. Bu hal hayli zaman devam etti. Bundan sonra Mevlânâ Hâlid Hazretleri rıafile namaza başladılar. Şeyh Yahya’da (K.S.) Abdülvehhab’a gelip “kimseyi kınama, kendini kına” dedi. Abdülvahhab da aldanarak hüsran içerisinde kaldı. Kötü değişiklikten Allah’a sığınırız.

26. MENKIBE

Şeyh Yayha el-Mervezi (KS) Hazretleri güzel ahlak ve güzel hünerler sahibi bir zattı. Hatta hanımları ile çamaşır yıkar, yemek pişirir ve diğer ev ihtiyaçlarında onlara yardımda bulunurlardı. Evladı vefat ettiği zaman, onu kendisi yıkar, muhterem hanımlarına taziyede bulunurlardı. Daha sonra da Hakk’ın nimetlerine şükrederlerdi. Nitekim bir gün kıymetli mahdumu muhakkik alim Abdurrahman Efendi Hazretlerini dağda, Yezidiler idam edip öldürürler. Bu üzücü haberi ders esnasında almıştı. Derhal “Hasbünellahü ve ni’mel vekil” cümlesini okudu ve anlatmakta olduğu dersine devam etti.

27. MENKIBE:

Şeyh Yahya (K.S.) Hazretleri ömürlerinin sonunda Bağdad’a gidip “Mecdi Talid” adlı eserin yazarı İbrahim Fasih Efendinin evinde akşamı geçirdiler. O esnada allame Seyyid Sadreddin Haydari Efendi Hazretleri vefat etti. Şeyh Yahya Hazretleri buyurdular ki: Bu zât şeyhlerimizin büyüklerinden olan bir şeyhin oğludur. Onu ben yıkayayım. Hemen gerekli şeyleri hazırlayıp yıkamaya başladılar. Şeyh Haydâri Hazretleri de suyunu döktüler. Bu iş bitince kendilerini musallaya götürdüler. Cenaze namazlarına o kadar kalabalık insan geldi ki, sayılarını ancak Allah-u Teâla bilir. Allahu Teala ona geniş rahmetiyle rahmet etsin.

28. MENKIBE

Şeyhlerin Şeyhi Yahya el-Mervezî (K.S.) Bağdad’da yüz yaşında iken ahirete göçtü. Kendilerini alim, salih, Allah’ın emirlerini yerine titizlikle getiren, yasaklarından kaçınan takva sahibi Molla Cami’nin oğlu Hüseyin Hazretleri yıkadılar. Suyunu alim, fazilet sahibi Seyyid Muhammed Emin Efendi, kardeşi Salih Haydari Efendi, İbrahim Fasih Efendi ve bir çok alim ve faziletli nöbetleşerek döktüler. Büyük alim allame Şeyh Abdurrahman el-Ruzbahani (Rh.a.) cenaze namazında imam olup Bağdad’ın büyük alimleri ve şehrin bütün ahalisi cenaze namazını kıldılar. Naaşlarının arkasından aynı cemaat, Firdevs misali kabrine kadar geldiler. Manzara kıyamet günlerinden bir günü andırıyordu. Büyük Gavs, yüce kutup, rabbani alim ve arif Efendimiz Seyyid Abdülkadir-i Geylâni (K.S,) Hazretlerinin saadetli civarlarına defnedildi. (Allah geniş rahmeti ile onu rahmetlendirsin).

Merhum Şeyh Hazretlerinin yüksek tarikata girişi, Mevlânâ Hâlid’in velayeti kübrasına açık bir delildir.

29. MENKIBE

Efendimiz Halid Hazretlerinin kudsi kerametlerindendir:
Bütün ahali iki kısma ayrılmıştı. Bir kısmı müceddidlerin sultanı olarak Efendimiz Hazretlerine gelerek teslim oldukları gibi diğer fırka da Allah’ı çok iyi bilen (arif) alim, ibadeti çok (abid) ve Allah’ın emirlerine titizlikle yapışan, lüzumsuz olarak konuşmayan Şeyh Ahmed el-Kadiri (Molla b. Veys diye meşhurdur) Hazretlerine teslim oldular. Bu zat ise zaviyesinde inzivada kalır, kimseyi irşad etmezdi. Fakat bazı insanlar hüsn-ü zan ederek ona zamanın kutbu derlerdi. İnsanların bu sözü Molla Veys Hazretlerine ulaşınca hemen Mevlânâ Hâlid’e geldiler. Kendilerine hiç bir iltifat gösterilmeyince hemen kuyudan su çekip abdest ibriklerini doldurmaya başladı. Kendisine iltifat edilmeyişi kırk gün kadar sürdü. Kırk gün dolduğu zaman Efendimiz Hazretleri kendilerine yönelerek iltifat buyurdular. Böylece o zat müridlerinden (havas) olarak yüksek Halidiyye tarikatı müntesiblerinden olmuştu.

30. MENKIBE

Bağdad’da Davud Paşa defterdarlık görevinde iken memuriyetine gitmezden evvel, ders vermekle meşgul olurlardı. Ondan sonra Bağdad’dan ayrılarak Şehrizor’a geldi. Orada 15 sene Şehy Ubeydullah el-Haydari el-Halid-i Hazretlerinin babasından akli ve nakli ilimleri tahsil ederek icazet aldı. Aralarında hukuk ve derin bir muhabbet vardı. Burada Bağdad'dan Şehrizor kasabasına göçtükleri sırada Bağdad valisi Said Paşa, Şeyh Ubeydullah Hazretlerinin pederine rencide edici bazı cefalar edermiş. Adı geçen babanın iki oğlu vardı. Birisi Şeyh Ubeydullah (K.S.)’dı. Yanında bulunan diğer oğlu Sıbğatullah Hazretlerini Şeyh Ubeydullah Hazretlerine gönderdi. Oğluna: “Pek hastayım, gidip gelmeye gücüm kalmadı. Hâlimi, Said Paşa’nın ettiği hakaretleri, tabiblerin sultanı, bütün dertlerimize deva Efendimiz Halid Hazretlerine haber verin” diyerek iki oğlunu gönderdi, İki oğlu da Efendimizin huzurlarına vardıklarında olanları anlattılar. Efendimiz (K.S.) Hazretleri “Sizin babanız benim Şeyhimin oğludur. Yatsıdan sonra yanına gidelim” buyurdular. Yatsı namazını kıldıktan sonra Şeyh Ubeydullah Hazretleri feneri yakıp büyük imamın önünde ve kardeşi peşinde olarak birlikte babalarının evine gittiler. Adı geçen zat kendilerini saygı ile karşıladı. Bir saat kadar hoş bir sohbet ve musahabet yaptılar. Efendimiz Hazretleri iki evladın babasına hitaben “Biz şeyh olmadık ve keramet sahibi de değiliz. Allah’ın ilminden bir parça nasibimiz vardır. Size haber vereyim ki, (Allah daha iyi bilir) 15 gün sonra Davud Paşa gelir, Bağdad valisi olur. Said Paşa’yı da Kala’da boğdurur, korkmayınız ve telaşlanmayınız. Gönlünüzü geniş tutun” Bu konuşmayı buyurduktan sonra, veda edip ayrıldılar. Yanlarında iki kardeş oldukları halde, Cennet misali zaviyelerini izzet ve şerefle teşrif ettiler.

Gerçekten 15 gün geçtikten sonra, Büyük Hakan Sultan Mahmud Hazretlerinin Davud Paşa’ya vezirlik fermanı gelip, Şahane-i Hümayun askerleri saf bağlayarak kendisini karşıladılar. Davud Paşa, Said Paşa’yı yakalatıp, bir müddet haps ettikten sonra boğdurdu. Böylece keşif sahipleri Efendimiz (K.S.) Hazretlerinin buyurdukları aynen vuku buldu.

31. MENKIBE

Efendimizin (K.S.) büyük manevi kerametlerindendir! Mevleviye tarikatından Halet Efendi Sultan Mahmud Han Hazretlerine, Efendimiz (K.S.) Hazretlerini şikayet etti. Bu şikayet Efendimizin kulağına gelince “Biz Halet Efendiyi piri Mevlânâ Hazretlerine havale ettik. Onu manevi yanlarına celp edip, ne gerekirse yapsınlar” buyurdular. Az bir zaman sonra Sultan Mahmud Han (K.S.) kızıp Halet Efendiyi Konya’ya sürdü. Orada iken padişahdan asılma fermanı çıkarak idam edildi.

32. MENKIBE

Büyük kutup, yüce gavs, Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri Şeyh Ubeydullah el-Haydari el-Halidi, diğer halifeler, müridler büyük bir cemaat halinde Bağdad’tan Şam-ı Şerif’e hicret ederlerken, Şam arazisine geldikleri zaman, Safvak bin Faris diye meşhur, Şemmen kabilesinden bir yol kesici bir çok yardımcılar ile beraber korkunç bir şekilde gelip mübarek kafileyi soymaya teşebbüs ettiler. Adı geçen adam olayı şöyle anlatıyor “Pek çok yardımcılarımla Efendimizin kafilesine hücum ettiğim zaman, kafileden beyaz elbiseli, bir ata binmiş çok heybetli birisi göründü. O zat gözlerimizin önünde o kadar büyüdü ki, sanki dağ kadar oldu. Geçen kafile ile aramızda büyük bir engel teşkil etti. Artık kafiledekileri seçemez olduk. Boyunun uzunluğu semaya yükselen büyük bir dağ misali olan o zatı görünce, bir korku bir titreme gelerek mızraklarımız elimizden ve herkes de hayvanlarından aşağı düştüler. Bu hadiseden sonra bu kafilede Allah’ın velilerinden bir zat olduğunu anladık. Hep bir ağızdan “Aman! aman! Afvedin” diye bağrıştık. Bunun üzerine kafile normal haliyle görünmeye başladı. Kafilede Mevlânâ Hâlid’i görünce hepimiz kusurlarımızın afvını rica ve niyaz ettik. El ve ayaklarına sarılarak tevbe ve istiğfar eyledik. Kaldığımız yere lütfen buyurmaz mısınız? dedik. Müridleri ile kaldığımız yere teşrif ettiler. Biz de bir teşekkür olmak üzere yüz deve kurban eyledik. Fakat Üstad Hazretleri pişirilen yemeklerinden yemediler. Ondan sonra Şam-ı Şerif’e doğru yola koyuldular. Adı geçen zat Bağdad’a her uğradıklarında bu hadiseyi anlatırdı.

Şeyh Ubeydullah (K.S.) şöyle buyururlar: Atlı bir arabın kafilemizi takib ettiğini gördüm. Arab bizi şiddetli baskısı ile korkutuyordu. Hemen Şeyhim Efendimize istiaze eyledim. Efendimiz de hemen yerden bir avuç toprak alıp üfledikten sonra, yüzüne attılar. Arab artık görünmez oldu. Bir zaman sonra zikredilen arab gözüktü, pişman olmuş bir halde, velilerin Sultanının önüne gelerek boyun eğdi, diz çöktü. Efendimizin (K,S.) ayaklarını öptü.

33. MENKIBE

Fazilet ve edeb sahibi Abdülbaki el-Umeri el-Musuli şöyle rivayet eder:
-Beni Musul valisi Yahya Paşa Bağdad valisi, Davud Paşa’ya bazı işlerin halledilmesi için gönderdi. Bağdad’a ulaştığımda geceyi sarfiyat muhasebecisi Muhammed Efendi’nin yanında geçirdim. Orada bir ay kalmama rağmen işleri yoluna koyamadım. Param da kalmamıştı. Bazan bereket dolu ruhlarından istifaze ve istimdad ederdim. Aç ve bi-ilaç üzüntü ile bir akşam uykuya daldım. Sabahleyin uyandığımda hamamcı olduğumu gördüm. Hamam ücreti olmadığı için hamama gidemedim. Halimi oradaki hademeye açıkladım. Hademe de “Eğer Efendimiz Halid (K.S.) Hazretleri hakiki bir şeyh ise, halinizi keşfederek bir kaç dirhem gönderir.” dedi. Bu söz esnasında kapı çalındı. Elinde beyaz bir mendil ile Efendimiz Hazretlerinin hizmetçilerinden bir zat içeri girdi. Elindeki mendili Abdulbaki Efendiye teslim edip, Efendimizin hayat dolu kutsal selamlarını ileterek, “Efendimiz bu hediyeyi kabul etsinler, buyurdular” dedi. Gelen hademe biraz oturduktan sonra gitti. Abdulbaki Efendi derhal mendili açtı. Bir de ne görsün, hepsi altın olmak üzere 20 bin kuruş. Hemen hamama gidip yıkandıktan sonra el ve ayaklarına yüz sürmek için doğruca dergaha gitti. İçeriye girip el öptü ve büyük bir ihtiramla onu ziyaret etti.

34. MENKIBE

Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri çocukluk çağlarında Farsçadan başka dil bilmezlerdi. Kuvvetli ilimleri sebebiyle Arapçayı ve Hindistan'a seferlerinde de Hintçeyi konuşurlar ve onlarla sohbet ederlerdi. Hatta her konuştuğu kimseye kendi lisanıyla hitab edip konuşabilirdi. Bu durum, yüce Mevla'nın O'na bir ihsânıydı.

35. MENKIBE

Faziletli âlim, kâmil veli Urfalı Muhammed Hâfız Hazretleri şöyle bir hikâye ediyor: Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri Bağdad'dan Şam-ı Şerif'e geldiklerinde Kuvvetli oğulları Şeyh Şihabeddin el-Sabî (K.S.) Hazretleriyle, kadınların efendisi muhterem hanımlarını Bağdad'da bırakmışlardı. Bir müddet geçtikten sonra Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri hanımlarına kudsi bir mektup gönderip kendi yanlarına gelmesini istedi. Bu emre uyup kadınların efendisi ve değerli evlatları Bağdad'dan yolculuğa çıkarak Urfa'ya geldiklerinde yukarıda adı geçen Şeyh Muhammed Hafız'ın evine geldiler. Bu esnada muhterem çocukları ve kıymetli meyvaları Şihabeddin es-Sabi (K.S.) vefat etti. Efendimiz Hazretleri Şam-ı Şerif'te iken Şeyh Muhammed Hafız Selame Hazretlerine  “Ey Hafız, hanımımız ve evladımız Urfa'ya geldiler, sizin evinizde kaldılar. Fakat Şihabeddin vefat etti.” diye yazdı. Hafız Hazretleri de bu ölüm tarihini kaydetti. Aradan bir zaman geçtikten sonra, kendileri memlekete giderek hadiseyi hanımından sordu ve Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretlerinin haber verdiğinin aynısı olduğunu gördü.

36. MENKIBE

Faziletli âlim Şeyh Ali el-Süveydi el-Bağdadi (Rh.a) Hazretleri, Bağdad'ın büyük hadis âlimlerinden olup hadislerin senedi hususunda geniş bilgiye sahipti.İmtihan için Mevlâna Hâlid (K.S.) Hazretlerine gelip musafaha ettikleri esnada karşılıklı birer hadis okudular. Mevlâna Hâlid (K.S.) başladığı hadis-i şerifi okuyunca Şeyh Ali Süveydi hemen Mevlâna Hâlid (K.S.) Hazretlerinin elini öptü. Kalbinden geçen kötü niyeti için istiğfar ederek affını diledi. Alimler meclisinde Efendimiz Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri, zahiri ve batını ilimlerde büyük bir veli ve sonsuz bir denizdir, Bizler ise bu sonsuz denize nisbetle bir damlayız” diyerek asrın alimlerini, onun ilahi ilimlerinden ve kudsi nefeslerinden feyz almaya teşvik ederdi.

37. MENKIBE

Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri Allah (c.c.) dan çok korkan (muttaki) ve emirlerini yerine getirmekte çok titiz davranan bir zattı. Hatta küçüklüklerinden vefat edinceye kadar Duha ve Teheccüd namazlarını devamlı olarak kılmıştır. Peygamber Efendimizin (S.A.V.) sünnetlerine gerekli önemi vererek yerine getirirlerdi. Bazı muttaki zatlar, feyiz saçan meclislerine gelip bir sene kadar hizmetlerinde bulunarak, onun oturuş, kalkış, hareket, yeme, içme, uyku, uyanıklık, söz ve benzeri üstün hallerini dikkatli bir şekilde incelerlerdi. Şeriatın hilafına bir hal bile göremeyince inabe alır, ona uyarak Allah yolunda olma vasfını kazanırlardı. Böylece de velilerin rütbesine ulaşıp “yakîn ehli”nden olurlardı.

38. MENKIBE

Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretlerinin heybetleri yüksek derecede idi. Bir gün, Bağdad zaviyesinde muhterem halifeler ve müridlerle sohbetleri esnasında “Bize zulmet (karanlık) geliyor” buyurdular ve sükut ettiler. Halifelerden bazıları hayretle neticeyi beklerken yarım saat sonra büyük Şii alimlerinden en-Necefi beraberinde şii mezhebinin on alimi olduğu halde efendimizin huzurlarına onu imtihan için geldiler. Beş dakika ayakta bekledikten sonra Efendimiz mübarek parmakları ile oturmalarını işaret buyurdular. Oturdular. Titremeden dolayı başlarını yerden yere çarpıyorlardı. Bu hal on dakika kadar devam etti. Efendimiz Hazretleri onlara asla iltifat göstermedi. Daima Dicle tarafına bakarlardı. Çünkü cennet misali güzel hanegah Dicle kenarında kurulmuştu. Efendimiz hazretleri ayağa kalkarak nafile namaz kılmak için mescide gittiler. Malum kişiler de büyük bir korku içinde oldukları halde kalktılar ve “Şu alimde büyük bir sır vardır ki, hakikatini biz bilemeyiz” diyerek çekip gittiler.

39. MENKIBE

Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri, Bağdad’dan Şam-ı Şerif’e yolculukları esnasında Ubeydullah el-Haydari Hazretlerinin babalarına, yakın zamanda kendi rıhletlerini ve adı geçenin irtihalini işaret buyurarak Şam-ı Şerif’e doğru yollarına devam ettiler. Şam-ı Şerif’ten Bağdad’a Mevlânâ Hâlid (K.S.)’in vefat haberi gelince sanki kıyamet kopmuştu. Bütün alimler ve halifelerle talebe ve Irak halkı şehrin dışına gelerek cenaze namazına iştirak ettiler. Bu arada Ubeydullah el-Haydari’nin babalarına, Mevlânâ Hâlid (K.S.)’in vefat haberi verilmemişti. Çünkü bu acı haberden dolayı fenalaşabilir ve hastalanabilirdi. Aradan üç ay geçince o da vefat etti. Cenab-ı Hakk Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretlerinin sancağı altında bizleri haşretsin!. (Amin).

40. MENKIBE

Sultan Mahmud’un Saltanat günlerinde (Allah toprağını nurlandırsın) müjdeci başı Hacı Halil Efendi, hacca gitmeye niyet etti. İstanbul’dan Üsküdar’a gidip Üsküdar mezarlığından geçerlerken mezarlığın içinde genç ve dinç bir talebenin elinde bir mektup olduğu halde hızlı adımlarla ona doğru koşarak “Aman Hacı Halil Efendi şu mektubumu al, lütfen Şam’a vardığınızda velilerin önderi, ariflerin başı, Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretlerine ver ve mektubu verdiğiniz tarihi elinizde muhafaza edin. Döndüğünüzde cevabını alırız” diyerek kabristana doğru yürüyüp gitti. Halil Efendi Şam’a gidip valinin konağına çıktığı zaman Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri de hademelerinin eline feneri vererek “Valinin yanına gideceğiz, orada bir işimiz var” buyurmuşlardı. Vali, Mevlânâ Hâlid (K.S.)’in geldiğini görünce “Ne garip bir şey, ömründe bu zat-ı ali cenab bize bir kere teşrif buyurdular. Bu gecede olmasında elbette bir hikmet vardır” dedi. Düşüncesini böylece açıkladıktan sonra, Onu büyük bir saygı ile karşıladılar. Bir müddet kaldıktan sonra gidelim, buyurdular. Sonra da ayağa kalktılar. Bu hal üç defa aynı şekilde tekrar ettikten sonra Halil Efendi’nin o mektubu hatırlatmadığını görerek “Hacı Halil Efendi, bizim sizde bir emanetimiz vardır.” dedi. Hacı Halil Efendi de “Bende hiçbir emanetiniz yoktur” dedi. O, “Elbette olacak, ceblerinize ve eşyalarınıza dikkatlice bakınız. Size Üsküdar kabristanından geçerken şöyle şöyle bir molla mektup vermedi mi?” buyurdu. Hacı Halil Efendi işi hemen hatırladı. Elini cebine atarak kendisine verilen mektubu çıkardı ve ona verdi. Mevlânâ Hâlid (K.S.) şöyle buyurdular: “Hacı Halil Efendi, bizimdir.” Vali Paşa da “Biz kulunuz da efendimizin” dedi. Efendimiz “ O başka” buyurdular. Tekrar “Halil Efendi bizimdir” buyurunca Hacı Halil Efendi dedi ki “İnşaallah hacc’dan sonra Efendimizi ziyaret edelim”. Bunun üzerine şöyle buyurdular: “Hac’tan sonra gelirseniz bizi bulamazsınız:” Halil Efendi, “İnşaallah buluruz” dedi. Efendimiz “O da başka” buyurdular. Mektubu açıp okuduktan sonra şöyle buyurdular: “Acayib, bize böyle hüsn’ü zanda bulunmuşlar. Zannettikleri gibi olsun.” Halil Efendi bu kerametten de bir şey sezemedi. Hicaz’a gitmek için yola koyuldu. Mekke’ye ulaştı. Bir de ne baksın kalabalık bir topluluk cenaze namazı kılıyorlar. Halil Efendi “Ortada cenaze yok? diye sorunca, “Şam-ı Şerif’te Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri vefat ettiler. Onun cenaze namazını kılıyoruz.” cevabını aldı.
 

Bu vefat haberi onda büyük bir kalb uyanıklığına sebeb oldu. Şam-ı Şerif’e, oradan da karayolu ile Üsküdar’a geldiğinde kabristanın kenarında mektubu veren genci gördü. Halil Efendiye, “Siz mektubu verdiniz, bizim işimiz bitti.” diyerek kabristanlığa doğru gitti.

C-MEVLANA HALİD (K.S.) HAZRETLERİNİN VEFATLARI

41. MENKIBE:

Efendimizin halifelerinin büyüklerinden olup ölümlerinin son günlerinde kendilerine bol bol hizmette bulunup vasiyetlerine, nur saçan sözlerine, güzel, konuşmalarına, mahrem bazı mahallerine, kıymetli konuşmalarına ve benzeri garip müşahadelere ve acayib kerametlerine diğer bütün halifelerden daha çok tesadüf etmiş, bir çok zahiri ve batıni olgunlukları taşıyan Şeyh İsmail el-Gazzi el-Hüseyni el-Nakşibendi el-Halidi (K.S.) Hazretleri hamd ve senadan sonra güneşler güneşinin batışının yaklaştığını izah etmek için garib sözler, çok acayib haller ve gönül yakan hikayelerini özet olarak kaleme alıp şöyle buyurdular.
“Misal aleminde bir deniz kenarında ve yanımdaki devenin karnı hizasında oturuyordum. Deve karnı ile beni denize attı. Korktum ve deniz üzerinde yürümeye başladım. Başka bir sahile yaklaştığım zaman cihanda eşi görülmemiş bir saray gördüm. Sarayda padişahın özel yakın kimselerinden olmayı istedim. Sarayın dolaşık yerlerinden ve kenarlarından bir delik yer bulup içeri giremeyince parlar pencerenin parmaklıklarının birini tuttum. Tutar tutmaz sarayın katlarından birine girdim. Gördüğüm en aşağı yerinde vasfedicilerin vasfından ve medhedenlerin övgülerinden bütün mücevher ve yakutlardan, cilalı incilerden yapılmış bir çok kubbeyi içine alan çok köşkler vardı. Birinin kapısı önünde Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretlerinin ileri gelen müntesiplerinden birini gördüm. Kapının önünde oturuyordu. Bazı, köşklerin ise kapısı yoktu. Bazı kapıların yönü Efendimiz tarafındaydı. Bu kapılar sadece nurdan ve yekpare incidendi. Bazı köşklerin kapılarının direkleri çeşitli rnücevherat ile süslü, mefruşatı emsalsiz, hülasa çeşitli cevher ve yakutlarla süslü idi. Benzeri olmayan, her köşkünün kubbesinin altında nehirler, çiçekler, ağaçlar, eşi benzeri görülmemiş güzellikler, daha görülmedik, işitilmedik ve vasfolunamayan henüz sahipsiz nice saraylar, nice özel yerler gördüm. Şimdilik birçoklarının sahiplerini biliyorum. Tanımadığım bir çok kişileri de gördüm. Bu büyük sarayın içinde daha üstün bir zat gördüm. Hemen yıldırım hızıyla oranın niteliğini görmek üzere koştum. Bu mu'tena binanın bütün güzelliklerini ferah ve sürür ile seyrettim. Adı geçen yerde bazı büyük zatların olduğunu anladım. Nitekim onlardan birisi Seyyid Hüseyin Efendi el-Muradi idi. Beni görünce ayağa kalkıp karşılayarak şöyle buyurdu: “Biz seni istiyoruz. Çünkü bulunduğumuz yer Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretlerine uzaktır. Onun yüksek makamına yakın daha iyi bir yerin bize ihsan buyurulması için sizin izin almanız mümkün olabilir. Böylece Efendimizin çok nurlu yüzlerini görme şerefine nail oluruz. Ben fakir de şöyle dedim: “Efendimizin gül kokulu sarayları nerededir. Çünkü benim bulunduğum makam Efendimizin bulunduğu makam değildir. Siz bu makamı nasıl buldunuz?” Şu şekilde cevap verdi:
-Sen bu makamı bilmezsin.
Ben fakir dedim ki: “Hakk’a yemin ederim ki, bu makamı bilmem; hatta işitmedim. Fakat Mevlânâ Hâlid (K.S.) Efendimiz Hazretlerinin kudsi makamlarına ulaşmam hangi yoldandır?” Efendi buyurdular ki: “Bu görünen mukaddes yer efendimizin sarayıdır. Ona müntesib gerçek sufiler için inşa edilmiştir. Ayrıca kendilerinden inabe alan kimse için de, kutsal yanlarında bir saray inşa edilir. Benzer yerler kendisine uyan bütün kişiler ve müridler içinde hazırdır. Efendi fakire dedi ki: Hakikaten zikredilen yeri yakında göreceksin; şimdi bizim için de git yalvar. Ben de kendisine “Hangi yoldan gideyim, Mevlânâ (K.S.) Hazretlerine kavuşayım?” dedim. “Geldiğin yolun diğer tarafından git; Cenab-ı Hazrete ulaşırsın” dedi.

Evvelce olduğu gibi, sür’atli, yıldırım gibi tayy-i mekan ederek çok yerler geçtim. Hepsinden daha güzel, mercan ve incilerle süslü, ağaç, nehir, ve sularıyla hoş bir manzara arzeden ve anlatamadığım geniş bir bahçeye ulaştım. Bu bahçenin ortasında batı tarafında Beyt-i Mukaddes’de bulunan taşın üzerindeki kubbeye benzer, inciden sekiz direk üzerinde oturtulmuş küçücük kubbe olup kubbenin yanında da bir deniz vardı. Elmastan bir çok süsleri olan bu denizin kenarında tatlı su akıyordu. İşte bu denizle kubbe arasında şevket ve adaletle Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri oturuyordu. Yanlarındaki kıymetli oğulları Bahauddin Muhammed’le oynuyorlardı. Velilerin güneşi sufilerin ayı Mevlânâ Hâlid Hazretleri bu fakirleri görünce tebessüm ederek şöyle buyurdular:
-Şu anda bize geldiniz.
Ben de, “Efendim şu kubbeleri ve mukaddes yerleri ben-denize beyan buyurunuz’ dedim. Efendimiz Hazretleri buyurdular ki, şu görmüş olduğun yerler, müridlerim, alimler ve çocuklarım için yaptırdığım tekkedir. Bizimle yakın ilişkisi olan muhterem zatlar için burada bir saray inşa olunuyor. Ey İsmail görüyorsun ki, çeşitli zinetlerle süslü şu kubbeler halifelerim içindir. Şu kapısız kubbeli köşkler halifelerimin çocukları, hanımları içindir. Bunun üzerine hem kadınlar topluluğunun da bu makamda olacağını anladım, Hemen gayrete gelerek sordum:
-Aman efendim iki cihanda elimden tutanım, sevgili sultanım (ailem) şu kubbelerin birinde mi olacaklar?
Efendimiz Hazretleri (K.S.)
-Hayır, hanımınız harem mahallinde haremlerimizle beraber olur, buyurdular. Yine,
-Aman efendim bu gördüğüm güzel saraylardan ve benzersiz kubbelerden başka yerler de var mıdır? dedim.
Mevlânâ Hâlid Hazretleri buyurdular ki,
-Ey İsmail benim veliliğime mahsus bağ ve bostanlarım, saraylarım, eyvanlarım vardır. Şimdilik benim sarayımı görmedin.
Gördüğün yerler ancak bize uyanların, sevgili oğlum Bahauddin’in yerleridir. Oğluma olan muhabbetimden ötürü sarayımı terkedip oğlumun sarayında oturuyorum.

 

Benim, “Yüksek huzurlarınıza gelmemdeki maksadım Efendimin cemali ile müşerref olmaktır. Size arzederim ki, Seyyid Hüseyin Efendi kulunuz, filan filan bendeleriniz sizin cemalinizi görmek için daha güzel ve daha yakınınızda bir yer isterler” dedim.
Mevlânâ Hâlid Hazretleri (K.S.) şöyle buyurdular: “Ey İsmail, git haber ver de ki: Ne zaman ziyaretime gelmek isterlerse gelsinler. Oturduğunuz yerlerden başka arzuladığınız mekanlara da gidebilirsiniz diyerek onları müjdele.”
Memnuniyetle gitmeye hazırlandığım zaman Mevlânâ Hâlid Hazretlerinin bana hitaben seslendiğini duydum ve hemen döndüm. Huzurlarına geldim. Tebessüm ederek buyurdular ki:
“Şam’da rengarenk köşkler ve saraylar, böyle evler ve tekkeler inşa etmiş kimseler var mıdır?
“Aman efendim, Allah’a yemin ederim ki, Şam’da böyle çeşitli inci ve yakutlarla süslenmiş köşkler görmedim, işitmedim” dedim.
Mevlânâ Hâlid Hazretleri şöyle buyurdular.
“Ey İsmail! gördüklerin ev ve tekkelerimden, daha güzel midir?”
-Aralarında asla münasebet yoktur, dedim. Yine şöyle buyurdular.
“Hatırının hoş ve kalbinin mutmain olması için bu durumu göstermek istedim. Hak yoldaki kardeşlere haber ver.”
Ben de hadiseleri ve başımdan geçenleri dostlara haber verdim. Memnun oldular, sevindiler. Sonra kudsi ziyaretlerine gittiler.
 

Birden uykudan uyandım, rüyamı hemen Cenab-ı Hazreti Ziyneddin efendimize neşe ile anlattım buyurdular ki. “İşte Cennet-i A’lada bizler için hazır olan ihsan haktır. Gördüklerinizden daha yüksek ve daha mükemmel ihsan ve ikramları Cenab-ı Hak Teala Hazretlerinden niyaz ederiz.”

42. MENKIBE

Mevlânâ Hâlid Hazretlerinin bu dünyadan göçlerinden üç ay önce zuhur eden ve Şeyh İsmail el-Gazzi Hazretlerine kardeşi es-Seyyid Ömer Efendi el-Gazzi’nin aynen hikaye ettiği rüya şudur.

Mevlânâ Hâlid (K.S.) tam bir saltanat ve adaletle, övenlerin övgüsünden ve vasfedenlerin ifadelerinden daha güzel sergiler, çeşitli yakut ve cevherlerle tefriş edilmiş ve parlatılmış zaviyesinden, misli görülmemiş yüce bir köşk üzerinde durmuşlar sağ ellerini çok güzel bir yastığa, sol ellerini de diğer bir yastığa koymuşlardı. O kadar muhteşem bir köşkte, öyle bir saltanat ile oturuyorlardı ki, herkes onun velayet güneşinin nurlarını görmeğe uzanıyordu. Bizzat kendileri şu beyti söylediler. Rüyayı gören kimse tarafından da ezberlenmiştir.


“İlimler beni kuşattı da sanki ben,

Kalabalıkta üstün bir kimseyi görmedim.

Güzel bir himaye ile yükseklere çıkarıldım.

Ben Halid de nice nice nesiller yükselttim.”

 

43. MENKIBE

Şeyh İsmail el-Gazzi Hazretleri şöyle buyurdular: Vefatından on gün önce müşfiklerin sultanı, muhakkiklerin burhanı, kutubların kutbu, ben fakire buyurdular ki; Şeyh Abdurrahman el-Küzbeni müjdeli rüyalarını bana anlattılar. Aynı hikayeyi biz de size anlatalım. Adı geçen Şeyh şöyle hikaye eder.
Mevlânâ Hâlid, dünyada görülmemiş çeşitli güzelliklerle süslü yüksek bir mahalde, kendisine uyanlar tarafında ayakta oldukları halde oturmuşlardı. Mezkur Halife, kendileri ile görüşmeyi arzuluyor, fakat kabul edilmemeyi düşünerek korkuyordu. Mevlânâ Hâlid fevkalade bir tazim ile kalkıp halifeye “merhaba” dedikten sonra şöyle buyurdular.
-İsmail el-Zelzelevi hakkında olan şu bizim lütfumuza ve afvımıza sen hayret eder misin?
Rüyayı gören zat. “Evet efendim hayret ediyorum” dedi. O da, “İşte sizin gibisine bundan daha fazlası olmaz” buyurdular.

44. MENKIBE

Mevlânâ Hâlid hazretleri, vefat ettiği senenin Ramazan ayının son on gününde,  Beyt-i Mukaddese gitmeye niyet etmişlerdi, Şam’dan Hacc-ı Şerife gitmeleri zor olur diye bu Beyt-i Mukaddes bahsi, Müridlerce,yüksek huzurlarında her zaman bir sohbet konusu olarak ele alınırdı. Hatta kendileri, bu sefere niyetten dolayı da sevinçlerini açıklardı.

Beyt-i Mukaddese gitmekten muradın, kudsi alem olduğunu kimseye açıklamaz ve işaret etmezdi. Hatta mutlak halifeleri Şeyh İsmail Hazretlerini bir yere göndermişlerdi. Oraya gidip gelinceye kadar Şam’da taun denen hastalık çıkmıştı. Dönüşünde Beyt-i Mukaddes’i ziyaret için izin istemişlerdi. Mevlânâ Hâlid (K.S.) buyurdular ki Mukaddes’i ziyaretten, burada sabır ederek oturmanız daha faziletlidir!” Hatta herhangi bir kimse Beyt-i Mukaddes-i ziyaret kasdı ile izin isterse “Oturmamız daha faziletlidir” buyururlardı. Güzel bir ibtila olan taun hastalığına sabır ve tahammül göstermek gerekir. Sabır edenler ve taundan vefat ederek şehitlik mertebesine erenler hakkında hadis-i şerifler ve salih velilerden nakledilmiş güzel kıssalar anlatarak zikredilen hastalığa rağbet ettirilirdi.

Biz, ancak ölmek için yaratıldık” cümlesini her toplantıda tekrar ederlerdi. Taundan vefat edenlerin yüksek dereceye ermiş şehit olduklarını her zaman hatırlatırlardı. ve şu beyti söylerlerdi.

O'nun bir meleği vardır her gün şöyle çağırır:

'Ölmek için doğdunuz, harab olması için bina yapınız'

Tam bir huşu’ içerisinde taundan vefat ederek Cenab-ı Hakk’a ulaşmayı temenni ve taundan kaçmak isteyenleri şiddetli bir şekilde sakındırırlardı. Şam-ı Şerif mıntıkasında, mezkur taun çıktıktan sonra bir adam Mevlânâ Hâlid Hazretleri (K.S.)’nin huzurlarında gelip “Aman efendim, bu taundan bana isabet etmesin. Bunun için makbul dualarınızı istiyorum” dedi.
Efendimiz Hazretleri iki elini göğe doğru kaldırdı. Adı geçen zat için dua buyurdular. Adam da “Allah efendimizi de muhafaza etsin” deyince:

Yâr’a ulaşmayı istememekten dolayı Rabbimden haya ederim” buyurdular. Kendileri için dua etmediler, Bu yâr’a ulaşma arzusu 1241/1826 senesinin 26 Şevval-i Mükerrem’inde Çarşamba gününe kadar uzamıştır. Buna göre taun hastalığı Ramazan ayının son gününde başlayarak efendimizin vefatına kadar uzadı.

45. MENKIBE

Efendimiz Hazretlerinin asil ve değerli dört erkek evladı vardı. Birincisi, Şeyh Şehabeddin es-Sahi olup Urfa’da vefat etmişti. Nitekim yukarıda zikri geçmişti. İkinci olarak Şeyh Bahauddin es Sahi ve üçüncü olarak da Şeyh Abdurrahman vefat etmiştir. Yüce Allah bizi de sancakları altında haşr ederek şefaatlarını nasib eylesin. Dördüncü oğulları Şeyh Necmeddin olup vefatından sonra iki tane daha erkek evladı olmuştur. Şimdilik oğlunun oğlunun oğlu hayatta olup tarikatı ihya etmektedir.

D-MEVLANA HAZRETLERİNİN EVLAD ve TORUNLARININ SİLSİLESİ

46. MENKIBE

Mevlânâ Hâlid Hazretleri (K.S.)'nin yukarıda adı geçen oğulları Şeyh Muhammed Bahaüddin es-Sabi’nin henüz beş yaşına girmeye birkaç ayı vardı. Sevgili, temiz, asil, akıllı yavru çok güzel Kur’an-ı Kerim okurlardı. Muhterem hocaları Şeyh Muhammed Nasih Hazretleri idi. Arapça, Farsça dillerini çok güzel konuşurlardı. Diğer kardeşlerinden şekil, tabiat, cömertlik ve merhamet bakımından efendilerin sultanı Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretlerine daha çok benzerlerdi. Çok küçük yaşta olmalarına rağmen pek şefkatli idi. Herhangi bir kimseye bela veya afet gelse gidermeye çalışırdı. Tauna yakalandıkları zaman babalarının nur yüzünde hüzün alametleri belirmişti. Cuma gecesi sabaha kadar hastalıkları devam etmişti. Şeyh İsmail el-Gazzi Hazretleri buyurdular ki, kapıcı kapıyı çalınca göz bebeğimin vefat ettiğini anladım. Hemen evin kapısından dışarı çıktım. Vefat haberini söyleyerek, “Efendimiz hazretleri sizi istiyor” dedi. Derhal yanlarına vardım. Evin güneşliğinde oturuyorlardı. Hemen ellerini öptüm. Sıkıldığımdan, kendimi huzurlarında ayakta tutamadım. Bir süre geçtikten sonra ancak normal olarak oturabildim. Mübarek, nurlu elleriyle başımdan tutup alnımdan öptüler. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk’a şu şekilde hamd ve sena ettiler:
-Ey Rabbim! Bu musibete karşı beni sabır, genişlik ve sevinçle rızıklandırdın. Önümde ruhunu aldın. İnşaallah yüksek katınıza büyük bir azık olur. Oğlum Bahauddin mıknatısımızdır, bizi kendisine çeker, hepimiz ona gideriz, vekilimizdir.”

Sevinç nurlu yüzlerinde doğmuştu. Sonra merhum oğluna sabır ve tahammül etmenin faziletlerini içine alan sohbet ve va’za başladılar. Nereye gömüleceği hususunda bazı görüşler ileri sürüldü. Bazıları evinde, bazıları efendimiz Celil Sahabe’nin kudsi civarlarına defn edilmeleri uygundur, dediler. Hazretin emr-i Şerifi Kasyon dağında “Tel” adlı yere defnedilmeleri üzerine oldu. Buraya daha önce bazı müridlerinden başka hiç kimse defn olunmamıştı. Şeyh İsmail ve Şeyh Muhammed Nasih Hazretlerine techiz ve kefenlemesini ferman buyurmuşlardı. Cenaze yıkanıp kefenlendikten sonra müslümanların omuzlarında, adı geçen yere götürüldü. Bizzat efendimiz hazretleri imam olup cenaze namazını kıldırdıktan sonra defn eylediler. Ağlayanlara ve kalbi mahzun olanlara teselli verip tam bir ferah ve sevinçle insanları teskin ederlerdi. Hatta işinden ve Cum’a namazını eda ettikten sonra, değerli halifelerinden tauna tutulmuş Molla İsa Hazretlerinin yanına vararak hal ve hatırını sorup teveccüh buyurdular. Sonra da dudaklarından, şu mübarek sözler döküldü:
-“Ey İsa! Ölümden hiç korkma. Daima uyanık bulun. Zira senin kalbine teveccüh ettik. Artık ona şeytan tasallut edemez. Oğlum Bahauddin ile karşılaştığında selamımı ulaştır. Ona korkmamasını söyle, yakın zamanda inşaallah ben de geleceğim” Vedadan sonra evlerine teşrif buyurdular.

47. MENKIBE

Bahauddin’in vefatından sonra göz bebeğimiz Şeyh Abdurrahman aynı senenin Zilka’de ayının ikinci pazartesi günü tauna tutulunca pederlerinin nur yüzünde daha önce olduğu gibi hüzün belirtileri ortaya çıkmıştı. Üzüntülü olarak defalarca haremden dışarı çıkıp nur goncasının halini haber verirdi. Son defa sevinçli ve neşeli olarak hakikat güneşi dışarı çıkınca Abdurrahman’ın sıhhat kazandığını sandılar. Oysa o, artık kardeşine kavuşmuştu. “Veihamdü lillahi rabbil âlemin” buyurdular.

Bazıları, hastalık esnasında üzülüp ölümü üzerine sevinmelerine hayret ettiler. Onların bu hayretlerini anlayan Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri şöyle buyurdular:  “İnsanın, hasta ve ölüm döşeğinde evladına acıması ve üzülmesi, tabiat, icabıdır. Fakat olgun olan kimse sevgilisinin istediği şeyden dolayı sevinir. Cenab-ı Hakk’ın işlerine, takdirine, kader ve kazaya razı olur. Zira Resulullah (S.A.V.) Efendimiz Hazretleri İbrahim Hazretlerinin vefatına üzüldüler ve “Göz ağlar, kalb mahzun olur. Ey İbrahim senin ayrılışından hüzünlüyüm” buyurdular.
Efendimiz Hazretleri (K.S.) Dehliz kapısının yanında bulunan kürsüye çıkarak şu duayı şerifi okudular.

Ey Rabbim! Ben senin kulunum. Kulunun kuluyum. Benim alın yazım senin elindedir, vereceğin hüküm de geçmiştir. Kazada adalet vardır. Kendine verdiğin isimlerden, yahut yanında ayırdığın, benim için bilinmeyen isimlerden isterim.

Ondan sonra Şeyh Bahauddin es-Sabi’nin yıkayıcısına, yıkanması ve kefenlenmesini emir buyurdular Mübarek yaşları altıyı birkaç ay geçmişti, kendileri garet zeki, merhamet sahibi, akıllı bir çocuk idi. Gasl ve definle ilgili işler bitince, yukarda ismi geçen tepede, kardeşi Bahauddin’in mezarının kuzey tarafına defnedildi. Cenazelerinde merhum biraderinden daha kalabalık bir kitle bulunmuştu.

48. MENKIBE

Mevlânâ Hâlid (K.S,) Hazretlerinin üç tane hanımları vardı. Kendilerinin vefatından sonra ikisi bir müddet sonra kendilerine ulaştı. Mü’minlerin anası Hatice Hanım efendimiz Şâm-ı şerifte yalnız başına yaşamaktadır. Allah Teâlâ. ömürlerini uzatsın ve bizi bekası ile nimetlendirsin.

49. MENKIBE

Şeyh İsmail Divrikî ve Şeyh İsmail el-Zelzelevî, Şeyh İsmail e1-Gaznevî, Şeyh İsmail el-Berzencî, Şeyh İsmail el Enaranî bunların hepsi Mevlânâ Hâlid (K.S.)’in halifesi olup vefatları zamanında Şeyh İsmail Gaznevi hazretleri ile Şeyh İsmail el-Enarani hazretlerinin makamına tayin etmiştir. Ondan sonra Muhammed Nasih hazretleri, ondan sonra Şeyh Abdulfettah, ondan sonra da sırası ile Şeyh İsmail el-Gazzi, emir ve vasiyeti üzerine adı geçen memuriyete getirilmişlerdir.

50. MENKIBE

Mevlânâ Hâlid (K,S.) Hazretleri Şeyh Bahauddin es-Sabi Hazretlerinin defnine gittikleri zaman, kendi kabirlerinin kazılma işine Şeyh Abdulkadir ed-Dimlani’yi memur etmişlerdir. Kutsal kabirlerinin yerini kendileri tayin buyurmuşlardır. Abdurrahman es-Sabî’nin defnine geldikleri zaman kabirleri henüz kazılarak düzeltilmemişti. İşaret ettikleri kabirlerinin yerini böyle görünce hemen Şeyh Abdulkadir Hazretlerinden durumu sordular. Şeyh Abdulkadir Hazretleri de başını dövmeye başladı. Efendimiz Hazretleri de:
“Ey Abdülkadir! Mezar kazacaklara verecek paranın olmadığını zannediyorum”. Sonra ceplerinden bir miktar para alıp Abdülkadir’e vererek kabri şerifleri hakkındaki tenbihlerini tekrar ettiler. “Bugün mezarımı kazmaya başlayın. Orada bir kayaya rastlarsanız derinliğini boyunuz kadar kazın. Çünkü orada bulunan taştan dolayı kabri kazıp yetiştirmekte zahmet çekersiniz. Onun için hemen acele edin” buyurdu.

Gerçekten iki arşın kazıldıktan sonra bir taş çıktı. Böylece kerametleri gün gibi âşikâr oldu. Emirleri gereğince bir adam boyu kazılıp haremlerinin kabirlerini tâyinden sonra yukarda adı geçen halifeye kabrin etrafının çevrilmesini ve suyun akacağı yere de bir sarnıç yapılmasını emir ve tenbih ettiler. Ondan sonra mezkûr Tel tepesinden hânegâha şeref ve âfiyetle döndüler.

Güneşler güneşinin batışları yaklaştıkça yanlarında bulunan emanet kitapları yerlerine vermekle meşgul oldular. Bir sabah güneşin doğacağı bir sırada müridlerinin birisini Şeyh İsmail Hazretlerine gönderdiler. Adı geçen mürid halifeye gidip kapısını çalarak “Şimdi Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri sizi istiyor ” dedi. Halife de bir an bile beklemeden efendimizin huzurlarına geldiler. Haremin dış kapısında halifeye “Bugün neden geciktiniz” buyurdular. Halife “Evvelden beri ben acizin âdeti bundan evvel gelmemektir” diye cevap verdi. Bunun üzerine efendimiz Hazretleri şöyle buyurdular:
“İstediğim gibi bir kimse olsaydın bize fecirden evvel gelirdin.” Adı geçen zat ta efendimizin ziyarete çıkmak istediklerini zannetti. Yine kendilerine “Efendimiz ziyarete çıkmak ister misiniz?” dedi. Bu teklife Efendimiz “Buradan hiç bir yere çıkmam, ancak
oğlum Bahauddin’in yanına gitmek isterim!” dedi. Halife “Güneşin hararetinden oraya gitmek ve orada oturmak mümkün olmaz” dedi. Efendimiz “Orada güneşin harareti bana zarar vermez” buyurdular. İkinci bir defa olarak kütüphanenin önünde oturdular. Benim de önlerine oturmama izin verdiler. Bana hitaben:
-“Ey İsmail beni dinle! Asla muhalefet etme, vefatımdan sonra hanımlarım ve çocuklarım, fıkıh kitaplarım, diğer hususi işlerim ve seccade-i irşâd için yerime vasi olarak Şeyh İsmail el-Enarani’yi tayin ettim. Ondan sonra Şeyh Muhammed Nasih’i, ondan sonra Abdulfettah’ı, ondan sonra da seni seçtim. Malımın üçte birinden bin kuruş namaz iskâtı için ayırın. Bir su sarnıcı inşa edin. Eğer bir kimse size karşı çıkarsa, siz karşı çıkmayınız. Ben zannederim ki, ümmetin bazı ihlas sahibleri bu makamda fakr sahipleri için bir tekke bina ederler. Malımın üçte birinden geri kalanı da kapımızda olan fakirlere ve yoksullara verilsin. Akarlarından hiç biri satılmasın. Akarların parası civarımızdaki fakirlere ve dervişlere verilsin.”
-“Ölümümden daha büyük bir musibet size gelmez. Ona karşı sabırlı olunuz ve tahammül gösteriniz.” buyurdular. Ben fakir de:

-“Ey Efendim! bugün kalblerimizi hüzün ve kederle doldurdunuz. İnşaallah emri Hak gelmez de ömrünüz uzun olur, dedim” Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri buyurdular ki,
-“Ey İsmail, biz Şam’a ancak bu mukaddes yerde ölmek için geldik. Buraya geliş gayemiz başka bir şey değildir. Cenab-ı Hak Hazretleri Beyt-i Mukaddesi ve Nebiyy-i Zişânı ziyareti ve Hacc-ı Ekberi edâyı geçmiş senelerde nasib etti. İnşaallah saadet-i ebediyeye de nail oluruz. Başka bir şey istemiyoruz. Fakat bazı inkarcıların size yapacağı ezâ ve cefâdan korkuyoruz!”
“Bilhassa ezâ ve cefâsından korktuğumuz kimse için Hak Teâlâdan niyaz ediyoruz ki, fazla yaşamasın, çünkü müridlere iftira ederek zahmet verir!” Gerçekten korkulan bu adam Efendimizin vefatından 40 gün sonra ölmüştür.

51. MENKIBE

Mevlânâ Hâlid (K.S) Hazretleri Şeyh İsmail el-Gazzi Hazretlerine şöyle buyurdular. “İlk seneden beri vakf eylediğim kitabları da fıkıh kitablarına ekledim.” Bu konuşma esnasında Şeyh Muhammed Nasih Hazretleri gelip Mevlânâ Hâlid (K.S.)’e “Efendim Seyyid Hüseyin Efendi ve diğer bazı âlimler sizi taziyeye geldiler” dedi. İzin aldıktan sonra içeriye girenleri karşılayıp oturmalarına müsaade ettiler.
 

Abdurrahman’ın vefatını taziye ettikten sonra Seyyid Hüseyin Efendi, Mevlânâ Hâlid (K.S) Hazretlerinden çocukların cennete nasıl gireceklerini sordu. Efendimiz Hazretlerinin güzel adetlerinden birisi de kendisine böyle bir sual tevcih edildiği zaman soruyu sorana iltifat etmeleridir. Bu şekilde de suali soranın kalbi hoş olurdu. Oradakilerden birisi her bir çocuğun boyu 60 arşındır. Bazıları, babalarının boyunda cennete girerler. Bazıları da, cennettekilerin hademeleri olurlar, dedi.
 

Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri dediler ki, “onlar cennet ehlinden saray ve eyvan bakımından daha üstündürler. Yine İbn Esir, Nihaye isimli eserinde, çocukların cennette çokça gezebileceklerini, istedikleri yere gitmede engellenmeyeceklerini kaydeder. Nitekim Kur’an’da;

“Çadırlar içinde (ceylan gözlü) huriler vardır Ramazan (55) 72
buyurulmuştur. Çocukların cennete istedikleri yerden girmelerinin engellenmemesi Meksürat’a da girebilecek olmaları, diğerlerinden üstün olmalarını gerektirir.

Bu enterasan açıklamayı izah buyurduktan sonra Nihâye isimli kitabın getirilmesini emir buyurdular ve kitap getirildi. Bu konunun kitabtaki yerini onlara gösterdi.

Bundan sonra tâun ve tâundan şehid olanların bahsine geçtiler. Bahislere ait hadîs-i şerifleri ve yapılan nakilleri zikrettiler. Hüseyin Efendi: “Ey efendim, bu hastalığın hiç bir tedavisi yok mudur?” dedi. Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri “Mübrem kazayı eşyadan hiç bir şey hatta ism-i a’zam dûası da olsa kaldıramaz.” buyurdular.

Ondan sonra oradakiler ayrılıp gittiler. Şeyh İsmail Efendi de izin alıp ayrılmak istedi. Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri ona “Bugün burada kalacaksınız” buyurdular. Halife o gün öğle vaktine yakın bir zamana kadar orada kaldı. O esnada bir şey yiyip içmediler. Onun bu halini anlayarak “Haremden yemek getiriniz” buyurdular. Halife, şayet burada kalırsam Efendimiz Hazretleri gönül koparan sözleri ile gönlümü yakacaklar, gitmekten başka bir çare yok diyerek tekrar izin istediler. Mevlânâ Hâlid (K.S.) “Hatırım için ikindiden önce gidin, hatırınız incinmesin” buyurdular. Adı geçen halife “Vallahi ey efendim, ciğer yakan mübarek sözlerinizden ne yapacağımı bilemiyorum.” dedi. Yine Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri buyurdular ki “İnsanların, Mevlânâ Hâlid keramet izhar ediyor, demesinden korkmasaydım bütün arkadaş ve dostlarımla gidip vedalaşırdım. Bu cuma gecesi gideceğimizi zannediyorum.”

Halife bu ayrılış sözlerini duyar duymaz hüzün ve kederden ayakta duramayarak, Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretlerinin ayaklarına düştüler. Adı geçen halifenin annesi yemek pişirip melek vasıflı Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretlerine takdim etti ise de Mevlânâ Hâlid (K.S.) Efendimiz “Bu ve bundan başka yemeklerden yiyemeyeceğim. Ölümü isteyen hem de yemek yiyen hiç bir adam gördünüz mü?” buyurdular. Uzun bir müddet hiç bir şey yemediler. “Dünya yemeklerinden doymuş olarak Rabbime kavuşmayı arzu etmem” dedi.

Evladı ile şakalaşan bir baba gibi, evin içinde ayaklarını yere vurdular. Bundan önce böyle bir hal kendilerinde görülmemişti. Daha sonra kitabların bulunduğu yüksek mevkiye çıktılar. Emanet aldığı kitaplarını sahiblerine göndermeye başladılar. Hanımlarının da hazırlanmaları için emir verdiler. Teker teker nasihat ve vasiyet ederek vedalaştıktan sonra “biz bu Cuma günü gideriz” buyurdular. Yüksek haremlerine mahsus vasiyetlerin tebliği esnasında “Şeyh İsmail Efendi geldi, denildi. Bunun üzerine hanımlarının bulunduğu yerden çıkarak mescide teşrif buyurdular. İkindi namazını cemaatle kıldıktan sonra medresenin olduğu tarafa yöneldiler. Kapıya vardıkları zaman İsmail el-Gazzi Hazretleri buyurdular ki: Ben fakire iltifat buyurdular. Ben ise, uzakta idim. İşaret parmağı ile bana işaret ettiler. Nitekim kutsal âdetlerindendir ki bir kimseyi çağırmak istedikleri zaman “vahdeke” (Yalnız siz) manasında parmakla işaret ederlerdi. Yanlarına gittim. Kütüphanesinin önüne oturdular. Daha önce olduğu gibi vasiyet ve nasihatı tekrar ettiler.

Şöyle ki, “İki seneden beri vakf ettiğim ve şimdilik sahip olduğum kitapları yukarda adı geçen kitablara ekledim. İrşad seccadesine Şeyh İsmail el-Enarani’yi vâsi makamına nasb ve tayin ettim. Ondan sonra Muhammed Nasih, ondan sonra Şeyh Abdulfettah, ondan sonra seni vasi olarak aynı makama tayin ettim. Vadinin şu yatağında bir su sarnıcı bina ediniz. Bin kuruş da namaz borcumun düşürülmesi için vasiyet ettim. Allah’ın birliğine yemin ederim ki, bâliğ olduğum zamandan bugüne kadar iki vakit namazı kazaya bırakmadım. Kuşluk ve teheccüd namazları da üzerimizden geçmemiştir. Bu sözleri işitip de “Şeyhimiz hayrat ve hasenata muhtaç değildir demeyiniz. Ölümümden sonra hayır ve iyiliklerde bulunup fakirlere yemek yediriniz. Hanemdeki mescidde hatm-ı hâcegânı terk etmemeniz beni sevindirir. Fatiha-i Şerif ve İhâls-ı Şeriften bizi unutmayınız. Bir kimse yukarıda işaret ettiğim haklarıma muhalefet ederse ahirette beni göremez. Anneleriniz olan haremlerime hoş nazarla bakınız. Seçtiğim vasim Şeyh İsmail el-Enarani’dir. Benden sonra irşad seccadesinde bulunacak olan halifemin de o olduğunu biliniz. Bu hususu hiç bir kimse hatırından çıkarmasın” buyurdular.

Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri yine buyurdular ki: “Elimizde bulunan bu kitapları ne yapalım? Bazı kadılar bu fıkıh kitaplarımıza belki karşı çıkar veya satarlar. Hanefi sâdâtına göre nakledilebilecek mallan (menkul) vakf etmek sahih olmaz. Sizler hangi işi makul görürsünüz?” Şeyh İsmail (K.S.) Hazretleri dedi ki, “Efendim şerefli kaleminizle her kitabın arkasına “Bu fıkıh kitabının noksanlaştırılmasına çalışanlara, bir küçük risalede olsa, değiştirme ve tahrif edenlere Hak lânet etsin” diye yazarsanız böyle bir yazıyı okuyup kitaplarınıza herhangi bir kötülükte bulunacak.hiç bir kimsenin çıkacağını zannetmiyorum.”

“Bu güzel bir tedbir, öyle edin Hak razı olsun. Bu vebalden sen, senin oğlun Ebu’s-Suûd kurtulmuş olursunuz. Hakk’a yemin ederim ki, bu husustaki korkum, oğullarım Abdurrahman’dan ve Bahauddin’den daha çoktur. Allah’u Teâlâ’dan niyazım şudur: “Sana ve onlara hak selâmet versin. Bana Kâmusu ver, vakıf şartlarını yazayım” buyurdular. İstenilen kitabı kudsi ellerine verdim. Bizzat kendileri “Adı geçen kitabları Allah için vakf ve ibka ettim. Vakfımız şartları şunlardır: Hak yolda olan çocuklarımın mütevelli olmaları, onlar yoksa onların hak yolda olan çocuklarının mütevelli olmaları, onlarda yoksa Şeyh İsmail el-Enarani (K.S.) Hazretleri, ondan sonra Muhammed Salih (K.S.) Hazretleri, ondan sonra Şeyh İsmail el-Gazzi (K.S.) Hazretleri, diğer çocuklarımdan veya torunlarımdan birisi mütevelli olmaya kabiliyetli ise, yukarda ismi geçenlere bu iş verilmesin; oğullarıma ve torunlarıma verilsin. Torunlarımın torunları da bu hakka yukarda ismi geçenlerden daha evvel sahiptirler. Eğer torunlarım ve çocuklarımdan veya torunlarımın torunlarından, yukarda ismi geçen halifelerimden hiç bir kimse kalmazsa, doğru yolda olmak şartı ile akrabalarıma veya akrabalarımın akrabalarına, bundan sonra doğru yolda bilgili olmak kaydı ile Nakşibendi el-Halidilere, bundan sonra bu âli tarikatten olan ihlâslı kişilere ve sair tarikatın salih erbabına, İmâmımız Muhammed İdris el-Şâfii (Rh.A.) Hazretlerinin mezhebine göre buraya kadar anlatılan şartlarla vakıf ettim:’
“Bu yazılan şartlarla vakfettiğim kitaplarımın küçük bir tanesi de olsa değiştiren, noksanlaştıran kimseler üzerine Allah’ın lâneti, meleklerin lâneti, bütün insanların lâneti olsun.”

Bu vakıf Hicri 1241/1826 yılında bir grup değerli insanların şahitliği ile tesbit edildi. Şeyh İsmail (K.S.) Hazretleri şöyle buyurdular. “Bu vakfa ben de şahidim’

İmzadan sonra şöyle buyurdular. “Yazılı şartlan, yukarda adı geçen halifeye verin”. Nihayet bu şartları nur saçan kalemleri ile Kamus sırtına yazdılar. Adı geçen halife bu yazıyı görünce “Efendim bunu değiştiren ve bozanları neden korkutmadınız” dedi. “Sen istiyorsun ki, her bir kitabın üzerine değiştirip bozanlara lânet yazayım. Fakat değiştiren ve bozan kimselere bir lânet yeter. Ben lânetçi olmayı istemem” buyurdular.

52. MENKIBE

Bu konuşma esnasında iken Hanefi hocalarından Muhammed Emin İbn Abidin, cânânın hücresine girip, bazı garip mes’eleler sordu.

Efendimiz sorulan her sualin cevabını doğru olarak verdikten sonra yerlerinin hangi kitablarda olduğunu da söyledi. Bu arada şu kitabı verin buyurdular. Efendimiz böylece on kitap kadar çıkarıp kat’i delilleri bizzat asıllarından göstererek tasrih ettiler.

Bu toplantı epey sürmüştü. Sonra İbn Abidin Hazretleri şöyle dedi.: “Dün gece uykuda Efendimiz Hz. Osman (Rh.A) güya vefat etmiş gördüm. Cenaze namazlarına halk toplanmış, ben de dahil cenaze namazını kıldık’ Ruhum kendisine feda olsun Efendimiz buyurdular ki,
“Ey İbn Abidin (Rh.A) yakında vefat ederim. Sen kalabalık halk ile cenaze namazımı kılarsın. Çünkü ben Hz. Osman’ın (R.A) evlâdındanım.” İbn Abidin ise Mevlânâ Hâlid Hazretlerinin (K.S.), Hz. Osman’ın (R.A) neslinden olduğunu bilmiyordu.
Hatta bu rüyasını Efendimiz Hazretlerine anlattığına pek pişman olarak kederlendi.

53. MENKIBE

Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri bu rüyadan dolayı huzurda bulunan Şeyh İsmail (K.S.) Efendinin kederlendiğini ve üzüldüğünü görünce şöyle buyurdular. “Sana korku ve üzüntü hakim oldu. Bu gece Berze’ye git. Orada Cumartesi gününe kadar kal.”

“Orada hiç bir işim yoktur” cevab’nı alan Mevlânâ Hâlid (K.S.) Hazretleri “Benim hatırım için git, hatta çocuklarını da al” buyurdular. Lambanın ışığının söndüğü ve güneşler güneşinin battığı haftanın Çarşamba günü Efendimizin emrine uyarak oğlu ile bir bineğe binerek söylenen yere gittiler. Bir gece kalıp öğleden sonra köyden çıktı. Böylece Cumartesiye kadar köyüne dönebildi, Şu sıralarda güneşler güneşinin batış zamanıdır, diyerek köyde kalmaya sabredememişti. Yolda hızla ilerlerken bir zat gördü ve Mevlânâ Hâlid Hazretlerinin (K.S.) durumunu sordu. O zat da bugün ayların ayı doğmadı. Halifeler onu ziyaret için sizden izin istiyorlar. Siz de yoksunuz, dedi. Şeyh İsmail (K.S.) Hazretleri, Efendimizin halinin değiştiğini ve dışarı çıkmadığını duyunca, bineğine binmek istemeyerek yolun yarısını yürüyerek katetti. Çocukları ve maiyetindekiler kendisine yetişip beraberindeki katıra bindiler. Bu şekilde onun hanegahının kapısına kadar geldiler. Muhterem halifeler ve müridler akılları başlarından çıkmış büyük bir hüzün denizine dalmış bir vaziyette ne konuşulanlara ne de sorulanlara aldırabiliyorlardı. Halife orada olanlara:
“Ben köye gidip gelinceye kadar olup bitenleri bana anlatın” dedi. Oradaki halifeler: Siz köye gittiğiniz günün akşam namazını kıldıktan sonra âlemin mehtabının lambası bizlere iltifat buyurup pek çok halifeye iltifat ederek şöyle buyurdular: “Ey dostlarım, müridlerim, Şeyh İsmail el-Enarani’yi (K.S.) Halife tayin ettim. Ondan sonra Muhammed Nâsih, ondan sonra Abdulfettah, ondan sonra İsmail el-Gazzi efendileri yerime vasi olarak seçtim. Bin kuruşu namaz borcumun düşürülmesi (iskat) için ayırın. Mezarımın yanında bir su sarnıcı yapılmasını sağlamak için gerekenin yapılmasını vasiyet ettim. Geri kalan paranın kapımızda bulunan fakirlere verilmesini de ayrıca vasiyet ettim.”

Kamusun arkasında yazılı şekilde yerime İsmail Efendiyi ve diğer halifelerimi bakıcı ve vasi olarak seçtim. Hepiniz İsmail Efendiye tam bir itaatla boyun eğerek emirleri dışına çıkmayınız. Bunu size vasiyet ederim.”
Hz. Muhammed (S.A.V.)’in sünnetine sarılarak içinde bulunduğumuz tarikatta doğru yol üzere olunuz. Karşılaşacağınız güçlüklere sabır ve tahammül gösteriniz. Bizim vefatımızdan daha büyük mûsibet size ulaşmaz. Ahlakımı, şekil ve şemâilimi sayarak bağırıp çağırarak ağlamak suretiyle ruhuma zahmet vermeyiniz. Etrafa mektuplar yazarak vefatıma hiç bir kimsenin üzülmemesini ve ağlamamasını tenbih ediniz. Beni seven ve bana muhabbet eden benim için kurban kessin. Ruhuma Kur’an, fatihalar ve kıymetli dualar göndersin. Dünya sevgisi ile gönülleri dolup sarhoş bazı kimselerin “Sadakaya muhtaç değilim. Ancak Fatiha ve İhlâs-ı Şeriflere. muhtacım” dedikleri gibi, sakın sizler böyle demeyiniz. Benim için maddi iyiliklerde de
bulununuz. Sadaka veriniz. Sizi bize yaklaştıracak işler işleyiniz. Ömrümüz 50’ye ulaşmıştır. 35 senelik farzları ıskat ve kaza ediniz. Ömrümüzde kuşluk ve teheccüd namazını da diğer beş vakit farz namaz yanında hiç terk etmedik.

 

Tamamlanıncaya kadar devam edecek İnşaallah...