MEVZÛU:
a) Beka ve sahv (ayıklık) mertebeleri ile ilgili hallerin beyanı.
b) İtikada dair bazı meseleler.
***
NOT:
İMAM-I RABBANÎ Hz. bu mektubu büyük şeyhi
Bakibillah'a yazmıştır.
***
Kulların küçüğü Ahmed'den bir
arzuhaldir.
Sekirden sahv haline çıkarılıp beka
ile şerefyâb olduğum zaman (Manevî sarhoşluktan ayıklık haline çıkarılıp bekâ
ile şereflendiğim zaman); benzeri olmayan ilimler ve bilinmeyen marifet
duyguları zuhur etmeye başladı. Bunlar feyiz yollu ve devamlı idi. Bunların pek
çoğu da; evliyanın beyan yoluna ve onların dillerde dönen ıstılahına uymuyordu.
Onların, vahdet-i vücuda dair bir mesele beyan ettikleri ve söyledikleri ne varsa
onunla ilk hallerde şerefyâb oldum; sonra vahdet şühudu kesrette müyesser oldu.
(Teklik, çoklukta görüldü.)
Sonra, Melik-i Allam zatın inayeti ile; bu
makamdan terakki ettim. Çok yüksek derecelere erdim. Bu meyanda bana çeşitli
ilimlerin feyzi geldi.
Ne var ki, evliyanın kelâmında bu makamların
tasdiki yoktur; bu marifetlerin ve sözlerin de sarih bir şekilde tasdiki yoktur.
Ancak, bazı büyüklerin kelâmında, bunlar için icmal yollu işaretler ve remizler
var.
Ne var ki, adil şahit; anlatılanların sıhhatine, pak şeriatın
zahirine uygun olduğuna, ehl-i sünnet topluluğu alimlerine ters düşmediğine
şahadet eder. Şöyle ki: Hiç bir şeyde, pak şeriata dışta aykırı değil..
Felsefecilerin sözlerine ve onların akla dayalı kurallarına da uymuyor. Ehl-i
sünnete muhalif duran İslâm âlimlerinin yollarına benzemiyor.
***
Şu mana açıldı: Bir işin gereği olan güç, o işle beraberdir; fiilden evvel bir
güç yoktur. Kudret yapılan işle eş olarak gelmektedir.
Gelen teklif ise;
sebeplerin ve duyguların sağlam olmasına dayanır. Nitekim ehl-i sünnet uleması
da, bunu böyle kararlaştırdı.
**
Bu makamda kendimi, Hâce
Bahaeddin Nakşibend Hz.'nin izinde buluyorum; çünkü o, bu makamdadır. Hazret-i
Hâce Alâeddin Attar'ın da bu makamdan nasibi vardır. Bunlardan başka bu sisile-i
aliyyenin büyüklerinden Hâce Abdülhalik Gucdüvanî ile, daha evvel göçen
zatlardan Maruf-u Kerhî, Davud-u Taî, Hasan-ı Basrî ve Habib-i Acemî'nin de bu
makamdan nasipleri vardır. Allah-ü Teâlâ onların sırlarının kudsiyetini
artırsın.
İşbu makamın hâsılı: Tam manası ile uzaklık ve vahşettir, işin
ilâç kabul eder yanı da yoktur. Bu arada perdeler kaldıkça; ihtimam gösterip
çalışmak sureti ile, onları kaldırmak gerekir. Şu anda, iş hicap yönü ile daha da
zorlu oldu. Bu manada bir şiir şöyledir:
Bu iş için ne tabip var ne de
efsun kâr eder.
Bazıları, bu tam vahşete ve münasebetsizliğe; bir vuslat
ve bitişme ismi verdiler. Heyhat ne gezer!.. Şu beyt, onların haline uygundur:
Sakın ha visalini dileyip çağıran;
Bir olmaz, yerde kalanla semada duran.
Şuhud nerede?. Şahid kim?. Meşhud nedir?. Bu manada bir şiir şöyledir:
Halkta görülünce cemal nuruna bak;
Ne bağı kurar Rablar Rabbıyla toprak.
***
Hülâsa: Kula lâzım olan şudur ki; nefsini güçsüz bir mahluk bile..
Keza bütün âlemi de öyle.. Yüce Kadir Halik'ı ise; aziz ve celil Hak
bilecektir.. Asla bunun dışında bir nisbet isbat edilemez. Aynen görmek nerede,
aynadaki nerede?.
Bir mısra şöyledir:
Hangi ayna ötelerden suret
verir?.
***
Ehl-i sünnet vel-cemaat sayılan zahir âlimleri, bazı
amellerde kusurlu olabilirler. Ama itikad cihetinden, dışa nurlu sahih itikad
yayarlar. Onların ortaya attıkları bu nurlu görüşleri, kusurlarını siler atar.
Bunların meydana attıkları bu görüşleri, tasavvuf ehlinin çoğunda bulunmaz.
Şundan ki: Riyazetlerinin, mücahedelerinin olmasına rağmen; zat ve sıfat üzerine
sağlam itikadları yoktur.
***
Âlimler ve ilim talipleri hakkında;
özümde bir sevgi hasıl oldu; onların gidişleri bana pek güzel gelmeye başladı.
Onların zümresinden olmayı, ilim talipleri ile ilmî müzakere yapmayı arzu
ediyorum.
Bilhassa 'Tavzih'
ve 'Telvih' eserleri
için. Ki bunlar: Mukaddemat-ı Erbaa'dan sayılır. Bundan başka, fıkha
dair 'Hidaye' adlı eserin mubahasesini de onlarla yapmak isterim. Ayrıca
şu hususta ulemanın kavline iştirak ediyorum: İlmî yoldan Yüce Hakkın ihatası ve
halkla maiyeti.. (Oluşu..)
[TAVZİH: Bu eser, Tenkîh adlı
eserin zor yanlarını çözmektedir: ki, Tenkîh'ül - Usul adlı eserin şerhidir. Bu
da, Sadr'üş - Şeria Fazıl Allâme Abdullah b. Mes'ud Mahbubî Buharî
Hanefî'nin-eseridir. Kendisi. Hicretin 747. (M. 1346) yılında vefat etmiştir.
Allah Rahmet eylesin.)
(TELVİH: Tenkih'in
hakikatlarını keşif üzerine yazılan bir kitaptır. Sadr-ı Şeria'nın şerhi üzerine
yazılmıştır. Allâme Sa'deddin Mesud Teftezanî'nin eseridir. Bu zat, hicretin
792. (M. 1389) yılında vefat etmiştir. Allah rahmet eylesin.)
(HİDAYE: Şeyh'ül - İslâm Burhaneddin Ali b. Ebi
Bekir Murğınanî Hanefi'nin eseri olup Bidaye-i Mübtedi, ismini verdiği eserin
metin şerhidir. Hicrî 593. (M. 1156) yılında vefat etmiştir. Allah rahmet
eylesin.)
***
Şunu biliyorum: Yüce Hak, bu âlemin
aynı olmadığı gibi; ona muttasıl ve ondan munfasıl değildir (ona bitişik ve
ondan ayrı değildir). Ne âlemle beraber,
ne de ondan ayrıdır. Onu sarmış ve ona geçmiş de değildir.
Şunu da
biliyorum: Zatlar ve sıfatlar, hep birden Yüce Hak için mahluktur. Ama böyle
demek:
– Mahlukatın sıfatları, Yüce Hakkın sıfatları, mahlukatın fiilleri
Yüce Hakkın filleridir.
Mânâsına gelmez.
Elbette şunu biliyorum:
Fiillerde müessir olan, ancak Yüce Hakkın kudretidir. Mahlukun kudretinin bunda
hiç bir tesiri yoktur. Nitekim, kelâm ulemasının kavli de budur.
Şunu da
biliyorum: Yüce Hakkın yedi sıfatı mevcuttur.
Şunu da biliyorum: Yüce Hak
iradelidir; diler.
Kudreti, şu manada tasavvur ediyorum: Bir fiilin
sıhhati ve terkidir.. Ama yakîn hali ile.. Ancak şu manada değil: Dilerse yapar,
dilemezse yapmaz.. Fakat, bu ikinci şart için:
— Vukuu mümkün değildir..
Diyemem. ("Dilemezse yapmaz" için; "vukûu mümkün değildir" diyemem. "Bir
anlamda; "dilemek zorundadır" denilmiş olmaktadır.) Tıpkı bazı hükemanın
(filozofların) dediği gibi.. Yani: Sefih felsefeciler ve bazı
sofiye gibi.. Böyle bir şey, sözü Yüce Hak için zorlamaya götürür ki, bu: Hükema
usulünce söylenen bir söz olur.
Kaza ve kader meselesi üzerine ulemanın
kavline itikad sahibiyim. Zira mülkün sahibi Yüce Zat, kendi mülkünde istediği
gibi tasarruf edebilir.
Kabiliyetin ve istidadın, bu işlerde bir dahli
olduğu görüşünde değilim. Şundan ki: Böyle bir şey, Yüce Hak için zorlama olur.
Halbuki o: Muhtar bir zattır; dilediğini yapar. Kıyas budur.
Hallerin
arzı, anlatılması zorunlu cümleden olunca, onları zarurî olarak, arz etme
cür'etinde bulunduk. Bir şiir:
Kula lâzımdır ki, zaman haddini
unutturmaya..
Hakîkat Kitâbevi Tercümesi