MEVZUU: Nefy ve isbatla (kelime-i tevhidle - "Lâ ilâhe – illellah") alâkalı olarak duyulmamış sırların beyanı zımnında kendisine sorulan suâle cevap..

***

NOT: İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu, Mir Muhammed Numan'a yazmıştır.

***

Allah'a hamd olsun; Allah'ın Resulüne salât ve selâm olsun.

Sonra..

Hazret-i Seyyid'e malum olması için, şöyle sormuş ve cevabını istemişsin:

– Hayal yolu ile idrak edilen, gözle görülen her şeyin:

– LA.. (Yoktur veya bu değil..)

Kelimesi ile nefyedilmesi, hissin ve hayalin ötesinde esas matlubun isbatı için zarurîdir. Bu mânâdan lâzım gelmez mi ki: Muhammed Resulûllah'ın müşahede ettiği dahi nefyedile.. Tâ ki: Müsbet matlup bu müşahede edilenin de ötesinde buluna..

Bunu şöyle cevaplayabiliriz:

Ey kardeş,

Allah'ın Resulü Muhammed (s.a) yüce şanına rağmen bir beşer idi ve hüdûs, imkân izi kendisinde vard idi. Bir beşer, Beşerin Halikı Zat'tan ne kadarına kavuşabilir?.. Vacib-i Ekber Zat'tan küçük bir mümkin ne kadarına nail olabilir?. Hem Kadim Varis Zat'ı, sonradan yaratılma hadis bir mahluk nasıl kavrayabilir?. Şu âyet-i kerime bu mânâda kesin delildir:

– «İlim yönü ile kavrayamazlar.» (20/110)

Bu mânâda Şeyh Feridüddin Attar şöyle dedi:

Seyyid'ül-kevneyn'e bir bak nereye vardı;

At kendinden yorulmayı o fakrı aldı..

Ey Pek Değerli Kardeş,

Bu makam tafsilatlı anlatılmak ister; bunun için de can kulağı ile dinlemek gerekir.. Bilesin ki,

– LA İLAHE İLLALLAH.. (Allah'tan başka ilâh yoktur.) Kelime-i tayyibesinin iki makamı vardır..

 

Yani:

– Nefy ve isbat..

Demek istiyorum. Bu nefy ve isbattan her birinin dahi iki itibarı vardır.

BİRİNCİ İTİBAR: Batıl putların ibadet hakkını yok edip Hak Mabud Zat'ın ibadet edilme hakkını isbat etmek..

İKİNCİ İTİBAR: Nefyin, maksud olmayan maksatlarla, matlub olmayan alâkalarla bağlantılı, olması; isbatın dahi hakikî matlubun gayrı, asıl matlubun ötesinde olmamasıdır.

İlk anlatılan BİRİNCİ İTİBAR'da kemal durumu şöyle olmalıdır: Her ne mâlum ve meşhud oluyorsa; hemen hepsi:

– LA.. (Yoktur veya değildir..)

Kelimesinin altına dahil olmalıdır; onunla menfi bulunmalıdır.

İsbat canibinde ise; müstesna tekellümünden başka bir şey düşünmemelidir. Yâni: Allah lafza-i celâlinden başka..

Aradan bir zaman geçtikten sonra, basiret gözüne keskinlik gelir; matlup yolunun tozu ile sürmelenir. İşte o zaman: Müstesna olan kendisinden istisna edilenin aynı olarak müşahede edilir.. (Yani: Ayrı bir şey kalmaz.) Hal böyle iken, salik nefsini, bu müşahede edilenin ötesindekilerle alâkalı bulur; asıl matlubu onun dışında arar. Bu mânânın oluşu şöyledir:

Anlatılan kemal makamının iptidasında, her ne ki:

– LÂ.. (Yoktur veya değildir..)

Kelimesinin altına dahil olur; tamamı ile mümkinat dairesindendir. Asla onun ibadet edilmeye hakkı yoktur. Bu şekilde, ibadete hak kazanan Zat'tan:

– İLLÂ.. (Ancak, başka, var..)

Kelimesi ile ayırd edilmiş olur.. Yani: Bu mübarek kelimenin bereketi ile..

Ancak salik, basiretindeki zaaftan ötürü:

– ÎLLA..

Kelimesi ile isbat edilen ibadete müstahak vücub mertebesini görmez. Bu istisna kelimesini söylemekten başka da, bu makamdan onun bir nasibi olmaz.. Amma, basiret kuvvet bulduktan sonra, müstesna olan dahi, kendisinden istisna edilenin misli olur. (Yani: Başkalık, ayrılık yok olur.)

Vücub mertebesi, ilâhî isimleri ve sıfatları özünde topladığı; salikin himmeti dahi, mücerred ehâdiyet mertebesi ile bağlantılı olduğu için: Bu makamda ibadet istihkakı, istihkakın olmayışı yolunda kalır.. Ve, hiç şüphe yok ki, salik esas maksudunu isimlerin ve sıfatların ötesinde arar; onun dışındakilerle bağlantı kurmaktan korunur..

Şiir:

Bir gönül kavuşunca hem dostuna;
Razı mı olur gayrının vaslına..

Konsa bülbüllere bin türlü reyhan;
Olmaz diye tutmaz gül ayarına..

Şu nilüfer ki aşıktır güneşe;
Râzı olmaz hiç aya bakmasına..

O ki susuzluktan yanar ciğeri;
Kâr mı eder şeker şerbet yanmasına..


ÎKÎNCÎ ÎTÎBAR olarak anlatılan kısmın kemâl durumuna gelince; ki bu: Esas maksad olmayanların nefyini gerektiriyordu. Bunun kemal derecesi şöyle olmalıdır: İmkân mertebesinin şühudu gibi, vücub mertebesinin şühudu dahi:

– LA..

Kelimesinin altına girmelidir. Ve; istisna kelimesini söylemekten başka, isbat canibinde hiç bir şey düşünülmemelidir.

Bir şiir:

Kuşumu nasıl anlatayım alâmetle sana;
Mevhum Anka kuşuna benzer yaygındır her yana..

Anka'nın bir ismi var ki, halk arasında belli;
Kuşumun ismi yok ki, onu bildireyim sana..


***

Gerçek şu ki: Üstün fıtrat, yüce himmet öyle bir talepte bulunur ki, bu talepten yana hiç bir şey elde edilemez. O kadar ki, idrâkin tozu dahi, onun eteğine bulaşamaz.

Ahirette Yüce Hakkın görüleceği haktır; gerçektir. Lâkin böyle bir şeyi tasavvur ve temenni bizi yerimizde sıkıştırır; sabır merkezinden almaya bakar.

Yüce Hakkın ahirette görüleceği vaadi, insanları mesrur eder. Ama, benim gayplerin gaybından gayrına tutkunluğum ve alâkam yoktur. Bütün gayretimle istiyorum ki: Matlubdan yana hiçbir şey gaybden şehadete çıkmasın; elçiler vasıtası ile anlaşmak, vuslat şeklinde olmasın. İşin ağırlığı, ilimden alınıp ayne taşıtılmasın..

Ne yapabilirim ki, yaratılışım böyle..

Bir mısra:

Herkesin bir tecellisi var, kendine mahsus..

***

Bu makamda her ne kadar benim de, bazı deliliklerim var ise de; edeb icabı, o babda dudağımı kıpırdatamıyorum.

Bir mısra:

Deliliğim o dosttan ki, nice oyunları var..

Bir şiir:

Ömür bitti, bitmedi söz vecdimden yana;
Yetineyim bununla, gece erdi sona..


***

Selâm hidâyete tâbi olanlara ve mütabaât-ı Mustafa'yı bırakmayanlara.. Ona ve âline salâtların en tamamı, selâmların ekmeli..

 


Hakîkat Kitâbevi Tercümesi