|
|
MEVZUU:
Kurb-u nübüvvet, kurb-ü velâyet, kurb-u nübüvvete ulaştıran yollar.
***
NOT: İmam-ı
Rabbanî Hz. bu mektubu, Mir Şemseddin
Halhali'ye yazmıştır.
***
Allah'a hamd olsun; salât ve selâm onun Resulüne..
Oğlum Emanüllah'ın
malumu olsun ki: Nübüvvet, Yüce Sultan Allah'a yakınlıktan ibarettir. Ki bunda,
hiç bir şekilde zıllıyet (gölge olma) şaibesi yoktur.
Bunun urucu
(yükselişi) Yüce Hakka nâzır ve müteveccihtir; nüzulü (inişi) ise, halkadır.
Anlatılan bu yakınlık, asâleten enbiyânın nasibidir. Onlara salât ve selam
olsun. Bu mansıp o büyüklere mahsustur. Onlara selâm olsun. Bu mansıbın
sonuncusu ise.. Seyyid'ül-beşer Resulûllah efendimizdir. Allah-ü Teâlâ, ona
salât ve selâm eylesin. Hazret-i İsa dahi nüzulünden sonra, Hatem'ür-rüsül;
Resulûllah S.A. efendimizin şeriatına tâbi olacaktır.
Bu mânada netice
söz şu ki: Tâbi olanlara ve bu yolda hizmette bulunanlara: kendilerine hizmet
edilenlerin ve tâbi olunanların hisselerinden, devletinden nasib vardır.
Tâbi olanların kâmillerine dahi, enbiyâ kurbundan (yakınlığından) nasip vardır.
Onlara salât ve selâm olsun. Bu makamın ilimlerinden, mâarifinden, kemalâtından
dahi veraset yolu ile onlara nasip vardır.
Bir mısra:
Yerin dahi, vardır nasibi büyüklerin kadehinden..
Veraset ve
tebaiyet yolu ile, tâbi olanlara nübüvvet kemalâtının; Hatem'ür-rüsül Resulûllah
efendimizin bi'setinden sonra husulü onun hatemiyet durumuna münafi değildir.
Allah-ü Teâlâ ona salât ve selâm eylesin.. Bu manada hiç şüphe olmasın.
***
Bilesin ki,
Allah-ü Taâlâ seni mes'ud eylesin; nübüvvet
kemalâtına ulaştıran yol ikidir:
a) Velâyet kemalâtını mufassal olarak,
aşmaya bağlıdır. Tecelliyat-ı zılliye ve maarif-i sekriye husulüne göredir. Ki
bu: Kurb-u velâyetle münasebettir. Bu kemalât aşılıp tecelliyat dahi husule
geldikten sonra, nübüvvet kemalâtına kadem basılır. Bu makamda, asla vusul olup
zılla iltifat günahtır.
b) Bu yolda, nübüvvet kemalâtına vusul müyesser
olur. Ama, velâyet kemalâtının husulünün tavassutu olmadan..
Bu ikinci
yol, sultanî yoldur; vuslat için daha yakındır. Nübüvvet kemalâtına Allah'ın
dilediği kadar vâsıl olanların hemen hepsi bu yoldan vâsıl olmuştur.
Peygamberlerden olsun: onların tebâiyeti ve veraseti ile sahâbe-i kiramdan
olsun..
Birinci yol uzaktır, uzundur, bir şey elde etmek güçtür; vusul
dahi aynı şekilde zordur.
Velâyet makamında nüzul şerefi ile müşerref
olan evliya zümresinden bir taife, hayal etmiştir ki: Nüzul makamı ile alâkalı
kemalât, nübüvvet kemalâtıdır. Davet makamına münasib olan halka teveccühü dahi
sanmışlardır ki: Nübüvvet hususiyetleri arasındadır. Ama durum böyle değildir.
Bu nüzul, velâyet makamında uruc gibidir. Velâyet makamının üstünde bir uruc ve
nüzul vardır ki; bunlardan başka olup nübüvvetle alâkalıdır.
Üstte
anlatılan teveccüh ise, nübüvvet makamına münasip düşen halka teveccüh değildir.
O davet dahi, nübüvvet kemalâtı arasında sayılan davetten başkadır. Onlar bu
mânaya nasıl muttali olsunlar ki: Henüz adımlarını velâyet dairesi haricine
atmamışlardır; nübüvvet kemalâtının hakikatini dahi idrâk etmemişlerdir. Urucun
bir yanı olan velâyetin yarısını, velâyetin tamamı sanmışlardır. Nüzulün bir
yanı olan diğer yarısını dahi, nübüvvet makamı saymışlardır.
Bir şiir:
O ki saklanıp kalmıştır taş içerisine;
Başka ne yer vardır, ne de sema kendisine..
Bir şahıs için mümkündür ki, birinci yoldan vusul müyesser olup velâyet kemalâtı
ile mufassal nübüvvet kemalâtını cem ede.. Uygun düştüğü biçimde, onun için her
iki makamın kemalâtı arasında bir temyiz hâsıl olur. O zaman, her birinin
urucunu ve nüzulünü ayırd eder. Bu arada şu hükme de varır ki: Bir nebinin
nübüvveti, velâyetinden daha faziletlidir.
Şunun bilinmesi yerinde olur
ki; mufassal nübüvvet ve velâyet makamı kemalâtı, her ne kadar ikinci yola
vusulden sonra olmaz ise de, lâkin velâyetin zübdesi ve hulâsası en güzel şekli
ile müyesser olur.. O kadar ki, şöyle demek mümkün olur:
– Velâyet ehli
olan kimseler, velâyet kemalâtının kabuğunu elde etmiş; bu şekilde vâsıl olan
kimse ise, onun özünü elde etmiştir.
Evet, anlatılan manada vâsıl olan
kimsenin, sekre dayalı bazı ilimlerden yana nasibi azdır. Kezâ, velâyet erbabına
vâsıl olan zılliyet zuhurlarından da..
Bu mâna, meziyeti mucip değildir
(üstünlüğü icâb ettirmez). Hatta bu ilimler ve zuhurat o vâsıl olan kimseye göre
ayıp ve ardır. Hatta lâyık olan odur ki, onu günah ve edep dışı hareket
sayasın..
Evet, asla vâsıl olan kimse, o aslın zıllından sıkıntılı olup
istiğfar eder. O zılla taalluk etmek, ancak o zıllın aslına vusul
olmayışındandır. Asla vâsıl olduktan sonra, ona taalluk etmek, bir şey elde
edemeyiştendir. O durumda ona teveccüh etmek, edep dışı sayılır.
***
Ey oğul,
Nübüvvet kemalâtının hâsıf olması, sırf mevhibeye kalmış ve
ilâhi bir ikrama bırakılmıştır. Onda zorlamanın ve çalışmanın bir medhali
yoktur. Acaba hangi çalışma ve hangi ameldir ki, bu büyük devleti elde etme
sonucunu sağlar. Hangi riyazet ve hangi mücahededir ki, bu güzel nimet
semeresini getirir. Amma velâyet kemalâtı böyle değildir. Zira bunun başlangıcı
ve mukaddimesi kesbe (kazanmaya) dayalıdır. Onun hâsıl olması riyazete ve
mücahedeye kalmıştır. Her ne kadar bazı şahısların, bir çalışma olmadan ve amele
girmeden bu devletle müşerref olmaları caiz ise de; velâyetin ikisinden ibaret
olduğu fena ve beka dahi bir mevhibe olup bir fazl ve kerem olarak çalışma
sonunda müşerref olunur. Yani: Bu nimete ermek kimin için murad edilmiş ise..
Resülullah'ın bi'setten evvel bi'setten sonra yaptığı riyazet ve mücahade bu
devletin tahsili için değildir. Allah-ü Teâlâ ona salât ve selâm eylesin. Bu
mânada nazara alınan başka şeyler olmalı.
Bu arada misal olarak şunları sayabiliriz: Hesabın azlığı, beşerî olan zellelere
kefaret, derecelerin yükselmesi, yemekten ve içmekten uzak olan elçi meleklerle
sohbet, nübüvvet makamına münasib olan harika hallerin zuhuratı..
Şunun
da bilinmesi yerinde olur..
Anlatılan mevhibe, enbiya Hakkında vasıtasız
gelmektedir. Tebâiyet ve veraset yolu ile anlatılan devletle müşerref olan
onların ashabına ise, enbiyanın tasavvutu ile gelmektedir. Onlara selâm olsun.
Enbiya ve onların ashâbı dışında bu devletle müşerref olan azdır; isterse onunla
müşerref olmaları câiz olsun..
Bir şiir:
Alsaydı
ruh'ül-kudüsten yardımını: İsa'nın gayrı, yapardı yaptığını..
***
Öyle sanıyorum ki, bu devlet tabiinin büyüklerine ve teba-i tabiinin dahi en
büyüklerine gölge bırakmıştır. Bundan sonra da gizlenmiştir. Taa, Resulûllah'ın
bi'setinden sonra gelen ikinci bine nöbet ulaşıncaya kadar.. Ona salât ve selâm
olsun.
İşbu devlet, tebâiyet ve veraset ile bu vakitte meydana
çıkmıştır. Böylece evvel, âhire benzemiştir.
Bir şiir:
Padişah çalarsa kapısını kocakarının; Olmaya gidesin
yolunmasına bıyığının..
***
Selâm, hidâyete tabi olup
Mütabaat-ı Mustafa'yı bırakmayanlara..
Ona ve âline salâtların en tamamı
ve tahiyyatın ekmeli..
Hakîkat Kitâbevi Tercümesi |
|
|