MEVZUU: İrfan sahibinin sıfatlarından her bir sıfat; latifelerinden her bir latife; zatının bekasından sonra; zatının külliyeti unvanı ile zuhur eder.

NOT: İmam-ı Rabbanî Hz. bu mektubu, Mevlana Safer Ahmed Rumi'ye yazmıştır.

***

Marifet tam olan irfan sahibine; zat bekasından sonra, kâmil sıfatlar, güzel ahlâk verilir ise, o sıfatlardan her bir sıfat, külliyet unvanı ile zuhur eder. Zatının bazısı, bir sıfatla, bazısı da bir başka sıfatla muttasıf olma manası yoktur. Meselâ, zatının tamamı ilimdir; zatının tamamı gözdür; zatının tamamı kulaktır.

Nitekim bu mânâda, sofiyenin muhakkikleri şanı yüce Vacib sıfatları hakkında şöyle demişlerdir:

– Allahu Teâlâ'nın zatı bütünüyle ilimdir; bütünüyle kudrettir; bütünüyle sem'dir; bütünüyle basardır.

Üstte anlatılan mânâ icabı olarak; müminler, cennette Sübhan Hakkı cihetsiz olarak göreceklerdir. Zira, onlar bütünüyle gözdüler. Bütünüyle göz olunca, orada cihet mecali nasıl olsun?

Demişlerdir ki:

– Avam müminlere, şöyle böyle hallerden sonra, ahirette müyesser olan; müminlerin havassı olan evliyaya dünyada iken müyesser olur.

Diğerlerine veresiye olacak şey, bunlara peşindir.

Bir mısra:

Gülistanıma bak da, bahamı kıyasla...

Bir ayet-i kerime meali:

– "Bu, Allah'ın fazlıdır; onu dilediğine verir. Ve Allah büyük fazlın sahibidir." (62/4)

Mana üstte anlatıldığı gibi olunca; o irfan sahibi zatın latifelerinden her bir latife dahi, külliyet vasfı ile zuhur eder. Böylelikle de, irfan sahibi; tamamı ile ruh latifesi olur; tamamı ile kalb latifesi olur.

Üstte anlatılan kıyasa; nefs-i natıkadan insanın diğer latifeleri de tabi tutulabilir. Meselâ sır, hafi, ahfa... Onun cüzlerinden her bir cüz dahi bu minval üzeredir. Keza unsurlarından her bir unsur da. Bütün bunlar, kül hükmünü alır. Meselâ irfan sahibi, kendisini tamamen toprak unsuru bulur, tamamen su unsuru bulur.

Kalb latifesi, hakikat-ı camiadır; küllün rengini alıp kalb eti parçasına taalluku da zail olur ve o vakit et parçası ruhtan hali ceset gibi kalır. İşte o zaman tahayyül eder ki, bu geliş gidişte, bu yoldan kendisine hiç toz bulaşmamıştır. Hatta, asli zarafeti iledir. Tıpkı kaynayan çanakta, pişmeden kalan ve hiçbir tesir almayan buğday tanesi gibi. Ona ne hararet tesir etmiş; ne de su bulaşmıştır.

Netice mânâ şu ki:

İş bu taallukun kalkmasından sonra, sair cüzlerin rengini alır; kül hükmüne girip sair cüzler gibi olur.