|
KILIÇ SAPINI KESEBİLİR Mİ..?
Uzak yerlerden bir
merhametli dost, Yusuf-u Sıddık’a konuk oldu. Çocukluktan beri birbirlerini
tanırlardı. Eskiden beri aşinalık yastığına yaslanmışlardı. Konukla, Yusuf’a
kardeşlerinin yaptığı cefayı, onların hasetlerini konuştular. Yusuf “o haset ve
cefa, zincirdi; biz de aslandık.
Aslanın zincire vurulması ayıp değildir. Bizim Allah’ın kaza ve kaderinden şikâyetimiz
yok. Aslan, boynunda zincir bulunmakla beraber bütün zincir yapanlara beydir”
dedi. Dostu Yusuf’a “Zindanda ve kuyuda ne haldeydin?” dedi. Yusuf cevap verdi:
“Ay, bedir halinden çıkar ve eski ay haline gelir ya... işte
öyle” Eski ay görünmez, sonra hilal olur da iki büklüm bir halde görünür. Fakat
sonunda yine gökte bedir haline gelmez mi? İnci tanesini havanda döverler ama
kadri yine yücedir, ya ilaç olarak göze çekilir yahut macun haline getirilir,
kalp ferahlığı için yenir.
Buğdayı toprak altına attılar ama sonradan topraktan başaklar çıktı. Ondan
sonra değirmende öğüttüler, değeri arttı, cana can katan gıda oldu. Sonra
ekmeği bir kere daha diş altında ezdiler; akıllı kişiye akıl ve idrak oldu.
Daha sonra da o can, aşkta mahvoldu da Hak yolunda ekildikten sonra mahsul
verdi, ekincileri hayrete düşürdü. Bu sözün sonu gelmez. Sen, o iyi adamın
Yusuf’a ne dediğini anlatmaya başla.
Yusuf, başından geçenleri anlattıktan sonra “ Eh... Bize ne armağan getirdin,
bakalım?” dedi. Ey ulu kişi! Dostları görmeye eli boş gitmek, değirmene
buğdaysız gitmeye benzer. Ulu Allah bile mahşer günü, halka “ Kıyamet günü için
armağanın nerede;
Bize yapayalnız, azıksız, adeta sizi yarattığımız gibi geldiniz. Kendinize
gelin! Kıyamet günü için ne hediyeniz var, ne getirdiniz? Yoksa tekrar dönüp
geleceğinizi ummuyor muydunuz, size bugünün vadesi batıl mı göründü ki? Der.
Ona konuk olacağımızı inkâr ediyorsan bu mutfaktan ancak toprak ve kül
alabilirsin. İnkâr etmiyorsan niçin böyle elin boş. O sevgilinin kapısına böyle
nasıl ayak atacaksın? Yemeyi, uyumayı biraz azalt da onunla görüşmek için bir
armağan götür. Geceleri az uyuyanlardan seher çağlarında istiğfar edenlerden
ol.
Sen de rahimdeki çocuk gibi az oyna da sana da nurları gören duygular
bağışlasınlar. Rahim gibi olan dünyadan çıkınca yeryüzünden daha geniş bir
sahaya dalacaksın. “ Allah yeri geniştir” derler ya; o geniş yer, bil
peygamberlerin gidip daldıkları sahadır. O geniş sahada gönül daralmaz; yaş
ağaç, orada kuru dal haline gelmez.
Şimdi duygular, sen de. Fakat bir gün yorgun, bitkin, baş aşağı bir hale
geleceksin. Uykuda duygularını taşımazsın, duygular seni taşır. Bu yorgunluk,
bitkinlik gider, eziyetten, sıkıntıdan kurtulursun. Sen uyku halini, velilerin
uyanıkken de duygularını taşımamaları halinde bir çeşni bil.
Be inatçı; veliler, Eshab’ı Kehf’dir. Ayakta olsalar
da, yürüyüp gezseler de uykudadırlar. Allah, onları, kendilerinin haberi
olmadan işletir; sağa sola çevirir. O sağa çevrilme nedir? İyi iş. Ya sola
çevrilme? O da bedene, varlığa ait işler.
Bu iki hal de peygamberlerden, dağdan ses gelir gibi zuhur eder. Onların, her
ikisinden de haberleri yoktur. Dağ, hayır olsun, şer olsun... Senin sesini sana
verir, duyurur. Fakat ikisinden de bihaberdir.
Yusuf “Hadi, armağanını çıkar” deyince konuk, bu istekten utanıp adeta figan
ederek.”Sana getirmek için ne kadar armağan aradıysam hiçbir şeyi beğenmedim,
layık görmedim. Bir habbeyi alıp da madene, bir katreyi alıp da ummana nasıl
götürebilirim?
Sana gönül ve can bile getirsem Kirman’a kimyon götürmüş sayılırım. Senin,
misli olmayan güzelliğinden başka bir tohum yoktur ki bu ambarda olmasın. Sana
gönül nuru gibi bir ayna getirmeyi layık gördüm.
Ey güneş gibi gökyüzünün ışığı olan güzel! Ona baktıkça kendi güzel yüzünü
görürsün. Gözümün nuru, sana ayna getirdim, ona bakıp yüzünü gördükçe beni
hatırlarsın” dedi. Koynundan aynayı çıkarıp sundu. Güzeller, aynayla meşgul
olurlar.
Varlığın aynası nedir? Yokluk. Ahmak değilsen yokluğu ihtiyar et. Varlık,
yoklukta görünebilir. Zenginler, yoksula cömertlik edebilirler. Ekmeğin saf
aynası açtır; kav da çakmak taşının aynasıdır. Bir yerde yokluk ve noksan oldu mu...
Bu, bütün sanatların güzelliğine aynadır.
Elbise biçilmiş, dikilmiş olursa terzinin mahareti görünebilir mi? Budaklar
yontulmamış olmalı ki marangoz onu yontsun, rendelesin... Ondan asla yahut
fer’e ait bir şey yapsın. Usta kırıkçı nerede ayağı kırılmış varsa oraya gider.
Hasta ve arık kişi olmazsa tıp sanatının güzelliği nasıl görünür?
Ey ulu kişi! Bakırların bayağılığı, aşağılığı olmasa kimya nasıl olur da zuhur
eder? Noksanlar, kemal vasfının aynasıdır. O horluk, yücelik ve ululuğa
aynadır. Çünkü yakinen zıt, zıddı gösterir. Ondan dolayı bal, sirke ile
görünür, (sirkengebin olur)
Kim, kendi noksanını görüp anlarsa yedeğinde dokuz at olduğu halde tekemmül
yolunda koşar. Kendisini kâmil sanan, ululuk sahibi Allah’ın yolunda uçamaz. Ey
mağrur ve sapık! Canında kendini kâmil sanmaktan daha beter bir illet olamaz.
Senden bu kendini beğenme defoluncaya kadar gönlünden de çok kan akar, gözünden
de! İblis’in illeti “Ben, Adem’den hayırlıyım”
demesiydi. Bu hastalık, her mahlûkta vardır. Bu hastalığa müptela olan,
kendisini hor görse bile sen onu, altında pislik olan saf su bil!
İmtihan kasdıyla onu bir karıştırsan hemen su
bulanır, pislik rengini alır. Ey yiğit! Irmak sana saf ve berrak görünüyor ama
senin ırmağının dibinde de pislik var. Yol bilen anlayışlı pir, Nefs-i küll bağlarına ark kazıcıdır.
Irmak, kendisini nereden temizleyecek? İnsanın bilgisi, Allah bilgisiyle fayda
verir. Kılıç sapını kesebilir mi? Yürü, bu yarayı bir cerraha göster. Kimse,
yarasının kötülüğünü görmesin diye her yaranın üstüne sinek düşer.
O sinekler; senin düşüncelerin, mallarındır; yaran da ahvalindeki zulmet! Eğer
o yaraya pir merhem korsa o zaman derdin iyileşir, feryat ve figanın kesilir.
Yara sahibi, merhem konunca sıhhat buldum sanır. Hâlbuki hakikatte oraya
merhemin ışığı vurmuştur.
Kendine gel, ey sırtı yaralı, merhemden baş çekme; iyileşince de kendi kendime
iyileştim deme, sıhhati merhemden bil...
|
|