| |
|
BİRİNCİ BÖLÜM
1. KÂFİRLERİN ALDANMASI
Onlar, aldanma
konusunda iki kısımdır: Dünya hayatının aldattığı kâfirler ve Allah hakkında pek
çok şeyin kendilerini aldattıkları. Dünya hayatının aldattıkları diyor ki:
"Peşin olan, veresiyeden hayırlıdır. Dünyanın zevk ve lezzetleri için kesinlik
söz konusudur fakat, âhiretin zevk ve lezzetleri hususunda şüphe mevcuttur.
Kesin olan, şüpheli şeyden dolayı terk edilmez."
Bu, geçersiz bir kıyastır ve mel'ûn İblisin, 'hayırlı oluş'un sebepte olduğunu
zannederek "Ben ondan (Âdem) daha hayırlıyım" (Sâd 38/76.) sözünde
yaptığı kıyasa benzemektedir.
Bu aldanmanın tedavisi, iki yoldan birisiyle olabilir: Ya tasdikle -ki bu,
imandır- veya aklî delille... Tasdikle tedavisi kişinin, Allah'ın,
"Allah'ın katında olan daha hayırlı ve devamlıdır" (Kasas 28/60.) ve "Dünya
hayatı aldatıcı şeylerin geçici zevklerinden başka bir şey değildir" (Al-i
İmrân 3/185; Hadîd 57/20.) âyetlerini ve peygamberlerin bildirdiklerini doğru
kabul etmekle olur.
Aklî delile gelince, bu yaptığı kıyaslamanın bozuk olan yönünü bilmektir. Onun
"dünya peşin, âhiret veresiyedir" sözü, doğrudur. "Peşin olan veresiyeden
hayırlıdır" değerlendirmesi ise yanıldığı noktadır. İşin aslı hiç de öyle
değildir. Eğer peşin olan, miktar ve hedeflenen açısından veresiye gibi ise
elbette peşin daha iyidir. Fakat peşin olan veresiyeden daha az ise, tabiî ki
veresiye daha hayırlıdır.
Bilindiği gibi âhiret ebedîdir. Dünya ise sonlu ve geçicidir. Onların "Dünya
için kesinlik, âhiretin varlığı için ise şüphe söz konusudur." sözleri,
temelinden geçersizdir. Bilakis burada inananlar için hiçbir şüphe mevcut
değildir.
Âhiretin varlığının kesinliği iki yoldan anlaşılır: Birincisi, kişi nasıl tedavi
olmak için işinin ehli olan bir doktoru taklit ediyorsa, aynı şekilde
peygamberleri ve âlimleri doğrulayıp dediklerine iman etmesidir. İkincisi ise,
peygamberler için vahiy, veliler için de ilham yolu.
Sakın zannetme ki Hz. Peygamber'in (s.a.v.) dünya ve âhiretle ilgili durumlar
hakkındaki bilgisi, Cebrail (a.s.)'ı taklitten kaynaklanmaktadır. Çünkü taklit,
kesin bir bilgi kaynağı değildir ve de Hz. Peygamber (s.a.v.) böyle bir şeyden
uzaktır. Tam aksine, eşyanın perdesi kendisi için kaldırılmış ve O da, nasıl ki
beden gözüyle dış dünyayı görmüşse, eşyanın hakikatini de basiret nuruyla
müşahede etmiştir.
Mü'minler eğer yanlış sözler ve inanışlarla Allah'ın emirlerini yani sâlih
amelleri ihmal eder ve onları basit arzularla bulandırırlarsa, aynı aldanma
noktasında kâfirlerle ortak olurlar. Zaten dünya hayatı, kâfir-mü'min herkes
için bir aldanma sebebidir.
Kâfirlerin Allah hakkında aldandıkları yöne gelince, onların kendileriyle ilgili
olarak söyledikleri şu sözlerini ele alabiliriz: "Eğer Allah bizi tekrar
diriltilecek olursa, zaten biz buna başkalarından daha çok hak sahibiyiz."
Nitekim Allah Teâlâ onların durumundan şöyle bahsediyor:
"Derler ki: Bunun hiçbir zaman son bulacağını zannetmiyorum; kıyametin
kopacağını da zannetmiyorum. Eğer Rabbimin huzuruna götürülecek olursam
kesinlikle bundan daha hayırlı bir sonuçla karşılaşırım." (Kehf 18/35-36.)
Bu aldanmanın sebebi, İblis mel'ûnun mantık yoluyla yaptığı hatalı kıyasa
dayanmasıdır. Şöyle ki onlar bazen, Allah'ın dünyada kendilerine verdiği
nimetlere bakıp âhiret nimetlerini buna kıyas ediyor; bazen de Allah'ın dünyada
kendilerine hemen azap göndermediğine bakıp âhiret azabını buna kıyas ediyorlar.
Şu âyette buyurulduğu gibi:
"Allah söylediklerimizden dolayı bize azap etse ya!" (Mücâdele 58/8.)
diyorlar.
Onlar bazen de mü'minlere bakıp onların fakir olduklarını görünce küçümseyerek
diyorlar ki:
"Aramızdan, Allah'ın kendilerine lütuf ve ihsanda bulunduğu kimseler bunlar
mı!" (En'âm 6/53.)
"Bu iş iyi bir şey olsaydı onlar bizi geçemezlerdi." (Ahkâf 46/11.)
Onların tasavvurlarında düzenledikleri kıyas şöyle: "Allah bize dünya
nimetlerini ihsan etmiştir. Her ihsan eden sever; her seven de ihsanda bulunur."
İşin doğrusu böyle değildir. Tam aksine Allah ihsan eder fakat sevmeyebilir.
Hatta belki de ihsan, bu iyiliğe muhatap olanın yavaş yavaş helakine sebep dahi
olabilir. İşte bu, Allah hakkındaki gururun zirvesidir. Bununla ilgili olarak
Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Sizden birisi sevdiği için hastasını nasıl ki bazı yiyecek ve içeceklerden
uzak tutuyorsa, Allah da mü'min kulunu aynı şekilde dünyaya karşı muhafaza eder."
(Tirmizî, Tıb, 1; Ahmed, Müsned, 5/428; Hâkim, Müs-tedrek, 4/230; Taberânî,
el-Mu'cemu'l-Kebîr, 4/252; Beyhakî, Şu'abu'l-îmân, 7/321.)
Bunun için basiret sahipleri, dünya kendilerine yöneldiğinde üzülür; başlarına
fakirlik gelince sevinir ve 'İyi insanların alâmetlerine merhaba!' derlerdi.
Âyetlerde şöyle buyurulur:
"İnsan var ya, Rabbi kendisini imtihan edip de ikramda bulunduğunda ve bol
nimet verdiğinde, 'Rabbim bana ikram etti' der.'" (Fecr 89/15.)
"Zannederler mi ki Biz kendilerine mal ve oğullar vermekle, iyilikleri
kendilerine çabucak ulaştırıyoruz? Hayır, onlar farkında değiller.“
(Mü'minûn 23/55-56.)
"Âyetlerimizi yalanlayanları, Biz, bilmeyecekleri yönden derece derece helâke
yaklaştıracağız. Ben onlara mühlet veririm. Muhakkak ki Benim tuzağım pek
çetindir." (Â'râf 7/182-183; Kalem 68/44-45.)
"Kendilerine yapılan uyarıları unuttuklarında, (vermiş olduğumuz sıkıntı ve
musibetleri kaldırıp) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Nihayet kendilerine
verilenler sebebiyle şımardıkları zaman onları ansızın yakaladık, birdenbire
bütün ümitlerini kaybettiler." (En'âm 6/44.)
Aldanarak böyle bir inanca saplanan kişi, Allah'a inanmamış demektir. Bu
aldanmanın kaynağı, Allah ve sıfatları hakkındaki bilgisizliktir. Çünkü Allah'ı
tanıyan, O'nun imtihanından kendisini güvende hissedemez. Gerçekten onlar, Allah
kendilerine nice mal-mülk verdiği halde, Firavun, Hâmân ve Nemrud'un başlarına
nelerin geldiğine de hiç bakmıyorlar! Halbuki Allah Teâlâ şu ayetlerde azabından
sakındırmaktadır:
"Allah'ın azabına uğramayacaklarından emin mi oldular? Ziyana uğrayan
topluluktan başkası Allah'ın azabından emin olamaz." (Â'râf 7/99.)
"Onlar tuzak kurdular ve Allah onların tuzaklarını başlarına geçirdi. Allah
tuzak kuranların en hayırlısıdır." (Âl-i imrân 3/54.)
"Sen kâfirlere mühlet ver; onları biraz kendi hallerine bırak!" (Târik
86/17.)
Allah kime bir nimet verirse o, bunun bir felaket olmasından korksun!

|
|
|