İNSANIN SAADETİ, ALLAHÜ TEÂLÂ’YI BİLMEKTEDİR

İnsanın saadetinin Allahü Teâlâ'yı bilmekte olduğu nereden anlaşılır, diye sorulursa, cevabında deriz ki, bu, şöyle anlaşılır: Her şeyin saadetinin, o şeyin lezzet ve rahatında olduğunu herkes bilir. Her şeyin lezzeti ise tabiatının çektiği taraftadır. Her şeyin tabiî muktezâsı [ne için yaratılmışsa], yaratıldığı şey içindir. Bahusus şehvetin lezzeti, arzusuna kavuşmak; gazabın lezzeti, düşmanından intikam almaktır. Gözün lezzeti güzel suretlerde, kulağın lezzeti hoşuna giden nağme ve seslerdedir. Bunun gibi, kalbin lezzeti de kendi hususiyetindendir ve onu, onun için yaratmışlardır. Bu da işlerin hakikatini bilmek olup, insanın kalbine mahsustur. Fakat şehvet, gazap ve beş duygu âzası ile anlaşılanlar, hayvanlarda da vardır.

Bunun içindir ki, insan bilmediği şeye karşı, yaratılış icabı merak ve alâka duyar. Bu alâka o şeyi bilmek istemesidir. Bildiğine sevinir, neşelenir ve onunla övünür. Aşağı işlerde de böyledir. Satrancı bilen bir kimseye oynayanlar, «karışmayın» deseler, o yine söyler, sabredemez. Zor bir oyunu bildiği için, bunu açığa vurmak, bununla övünmek ister.

Kalbin lezzetinin, işlerin hakikatini bilmekte olduğunu anladıktan sonra, bilmek ne kadar büyük ve kıymetli şeylerde olursa o kadar kıymetli olacağını da öğrenmek lâzımdır. Vezirin bildiği şeylerden, ona mahsus sırlardan konuşan bir kimse, bununla övünür.

Eğer padişaha ait sırları ve onun memleketi idare etmekteki düşüncelerini bilirse, buna daha çok sevinir. Hesap ilmi ile göklerin şekil ve ölçüsünü bilse, satranç ilmini bilmekten daha çok sevinir. Satrançta neyi nereye koyacağını kestiren kimse, nasıl oynayacağını bilenden daha çok zevk alır. Bunun gibi, bilinmesi daha kıymetli olana ait bilgiler de daha kıymetlidir. Lezzetleri de daha fazladır.

Bütün varlıkların O'nunla şereflendiği varlıktan [Allahü Teâlâ'dan] daha şerefli varlık yoktur. Bütün âlemlerin âmiri ve mâliki O'dur. Âlemdeki bütün akılları durduran şeyler, O'nun sun'unun eserleridir. O hâlde bundan daha şerefli hiçbir marifet yoktur ve bu yaratılış icabıdır. Çünkü, her şeyin yaratılış icabı, onun hususiyetidir ve onun için yaratılmışlardır. Bu marifetin icabı bozuk olan bir kalb, gıda alma kabiliyeti bozulmuş hasta beden gibidir. Çamuru, ekmekten çok sever. Tabiî arzusunun eski hâline gelmesi için ona ilaç verilmezse ve bu bozuk arzular beraberinde giderse, dünyanın zavallısı olur, helak olur. Diğer şeylere karşı şehveti, arzusu, Allahü Teâlâ'yı tanımasından çok olanlar da hastadır. Tedavi edilmezlerse, öbür dünyanın zavallısı olurlar, helak olurlar.

İnsanın bedenine bağlı olan bütün arzu ve lezzetlerin ölümle beraber sönecekleri, tükenecekleri şüphesizdir. Bedene ait elemler de ölümle bitecektir. Marifet lezzeti kalbe ait olup, ölümle artar. Hattâ daha parlak olur. Lezzetin artması şöyle olur: Diğer arzuların sıkıntısı kalkar. Inşaallahü Teâlâ, kitabımızın sonunda, Muhabbet bahsinde, bunu uzun uzun anlatacağız.