|
|
SEYYİD NİZAMOĞLU SEYFULLAH
HAYATI VE ESERLERİ
Necdet TOSUN
(Düzenleyen: Dr. Necati Aksu)
Bu makalede, XVI. yy'da Bağdad'tan İstanbul'a gelip tekke kuran Seyyid Nizâm
âilesini ve bu ailenin en meşhûr ferdi Seyyid Seyfullah'ın hayatı, tasavvufi
düşünceleri ve eserlerini tanıtacağız.
Seyyid Seyfullah'ın asıl adı, Seyfullah Kasım'dır. Babası Nizâmüddin Ahmed
Efendi olup Seyyid Nizâm diye bilinir. Dedesi ise Şihâbüddîn el-Bağdâdî
el-Hüseynî'dir. Nizâmoğlu Seyyid Seyfullah'ın doğum tarihi belli olmamakla
birlikte, ailesinin İstanbul'a gelişi ile Seyfullah'ın vefatı arasında 80
seneden fazla bir süre olduğu düşünülürse, XVI. yy'ın ilk yarısında İstanbul'da
doğduğu tahmin edilebilir. Kaynaklarda Seyyid Seyfullah'ın hayatı hakkında
yeterli bilgi yoktur. Ancak onun, Halvetiyye Tarîkatı'nın Ahmediyye kolunun
Sinâniyye Şubesi'ni kuran İbrâhim Ümmî Sinan'a (ö. 976/1568) intisab edip hilafet
aldığını, Silivrikapı dahilindeki Emirler Tekkesi'nde uzun yıllar postnişin olup
1010/1601 senesinde İstanbul'da vefat ettiğini bilmekteyiz.
Seyyid Seyfullah, manzûm ve mensûr birçok eser kaleme almış ise de, güçlü bir
şâir olduğu için manzûm eserleriyle tanınmıştır. Gölpınarlı'nın da dediği gibi,
şiirlerinde Yunus te'siri açıkça görülmektedir. Seyyid Seyfullah, şeyhlik ve
şâirlik yönleriyle, gerek tasavvuf, gerekse edebiyat tarihimizde önemli bir
şahsiyettir.
I. SEYYİD NİZAM ÂİLESİ
A-SEYYİD NİZAM:
Seyyid Seyfullah'ın "Silsile-i Nesebiyye" adlı manzûmesinden anlaşıldığı üzere
soyu, Hz. Hüseyin kanalıyla Hz. Peygamber'e bağlanmaktadır. Dedesi Şihâbüddin
Efendi'nin, İran'da Şiiliğin yaygınlaşması üzerine Şah İsmail'in zulmünden
Bağdad'a kaçtığı nakledilmekteyse de
(1) Seyyid Nizâm ve oğlu Seyfullah'ın Ca'ferî
olduklarına bakılırsa, bu rivâyet pek i'timada şâyân görünmemektedir.
Seyfullah'ın babası Nizâmüddin Efendi (meşhur adıyla Seyyid Nizam), Bağdad'da
894/1488 senesinde doğmuş, 957/1550 senesinde İstanbul'da vefat etmiştir
(2).
Hüseyin Vassâf, Seyfullah'ın babası Nizâmüddîn Efendi'nin, aklî ve nakli
ilimleri tahsil ettikten sonra bir şeyhe intisab etme arzusuna düşüp Gülşenî
meşâyıhından Şeyh Muhammed Mecnûn el-Bağdadi'ye
(3) bağlandığını söylemiş ise
de (4), esâsen Seyyid Nizâm'ın intisâbı Şeyh Mecnûn'a değil, Şeyh Kasım Zülfikar
Mâzenderânî'yedir. Zirâ bu konuda en güvenilir bilgiler, oğlu Seyyid
Seyfullah'ın mensûr Câmiu'l-maârif adlı eserinde kayıtlı olup şu şekildedir:
"Babam Nizâmüddîn Efendi'nin pîrlerine Şeyh Kasım Zülfikar Mâzenderânî derler.
Onların pîrlerine Şeyh Pir Mecnûn Bağdadî derler. Onların pirlerine Şeyh Mir
Haydar Tûnî-i Şirvanî (ö. 830/1426-7) derler, Tebriz şehrinde medfundur
(5)"
Yukarıdaki tarikat silsilesine göre Nizâmüddîn Efendi pek meşhur olmayan bir şiî
tarikatına bağlı olmaktadır. Bazı araştırmacılar onun Nakşibendî olduğunu ileri
sürülmüş ise de (6), bunu kanıtlayacak bir belge yoktur.
Nizamuddin Efendi bilâhare Yavuz Sultan Selim zamanında (saltanatı:
918-926/1512-1520) Bağdad'dan İstanbul'a hicret etmiştir. İstanbul'a geliş
sebebini bilmiyoruz, ancak İstanbul'a gelir gelmez bir tekke kurup irşada
başladığına göre, Bağdad'da iken şeyhinden hilâfet almış demektir. İstanbul'a,
şeyhinin emriyle gelmiş olması da muhtemeldir.
Nizâmüddin Efendi İstanbul'a gelince
evvelâ Kasımpaşa semtinde İbrâhim Paşa bahçesi yakınında bir tekke bina etmiş,
ancak bilinmeyen bir sebeple tekkesi yıkılmıştır. Seyyid Seyfullah bu konuda "ittifakan
bir hâlet vâki' olup tekyesini yıktılar" sözleriyle iktifa eder
(7). Bu yıkım
olayı, Yavuz Selim zamanındaki Sünni-Şiî gerginliğinden kaynaklanmış olabilir.
Zira Nizamuddin Efendi ve oğlu Seyfullah, Ca'ferî meşreb insanlardır. Ayrıca
Nizâmüddîn Efendi'nin Yavuz Selim'den nakîbü'l-eşraflık makamını taleb edip
alamadığı da bilinmektedir (8).
Kasımpaşa'daki tekkesinin yıkılışından
sonra Nizâmüddin Efendi'nin nasıl bir tavır takındığı ve tekrar tekke kurup
kurmadığı konusunda farklı rivâyetler vardır. Ancak en yakın kaynak olması
i'tibâriyle biz, oğlu Seyfullah'ın verdiği bilgileri esas alıyoruz. Onun
ifadesine göre, tekkesi yıkılan Nizâmüddîn Efendi, devlet erkânına müracaatla
yeni bir tekke inşa edilmesini ricâ etmiş, ancak onun bu isteği önceleri
reddedilmiştir. Bilâhare, hâl-i hayatında Nizamuddin Efendi adına Silivrikapi
haricinde (9) bir tekke binâ edilmiş ve o irşâda devam etmiştir. Seyyid Seyfullah,
babasının hayatını anlatırken Bağdad'dan babasının tekkesine hâl-i hayâtında
hediye olarak iki arslan gönderildiğini, ayrıca babası vefat edince Silivrikapı
dışındaki tekkesinde defnedildiğini söyleyerek, tekkenin, babasının sağlığında
kurulmuş olduğunu ifade etmiştir (10). Vassâf'ın kaydına göre ise Nizâmüddîn
Efendi, ilk tekkesi yıkıldıktan sonra yeniden tekke kurmamış, kabrinin bulunduğu
yerdeki tekke ise vefâtından sonra Hacı Bayram Dedel
(11) isminde bir şahıs
tarafından binâ edilip Nizamuddin Efendi'nin diğer oğlu Seyyid Şerefüddin
Efendi'ye tahsis edilmiştir (12). Bu farklı bilgileri şöyle telif etmek mümkündür:
Tekkesi yıkılan Seyyid Nizâm için bir tekke inşa edilmiş, ancak bu tekke Seyyid
Nizâm'ın vefatından sonra yangın deprem gibi bir sebeple yıkılmış ve Hacı Bayram
Dede tarafından Seyyid Şerefüddin için yeniden binâ edilmiş olabilir. Her
hâlükârda bu tekkenin meşîhatını uzun yıllar yine Nizâmüddîn Efendi neslinden
insanlar yürütmüşlerdir.
Nizâmüddîn Efendi 957/1550 senesinde 63
yaşındayken vefat etmiştir. Oğlu Seyyid Seyfullah'ın naklettiğine göre, vefâtı
yaklaştığı zaman Nizâmüddin Efendi'nin burnundan çok miktarda kan gelmiş, eline
kan bulaştırıp yüzüne sürmüş, "Bugün Hz. Hüseyin âlûde-i hûn olmuş gibi ben de
hûna gark oldum" deyip "Ya Allah" sayhasıyla teslîm-i cân
eylemiştir (13).
Seyfullah'ın bu rivâyeti sonraları
çarpıtılarak üzerinde çeşitli senaryolar üretilmiştir. Eski Bektaşîler, Seyyid
Nizamuddin'in Yavuz Selim tarafından, İmâmiyye Mezhebi'nden olduğu için şehid
ettirildiğini, hatta şehadeti sırasında Yavuz'a: "Önüne bir ayna, ardına bir
ayna koydurup ciğerini görmeden can verme" diye bedduâ ettiğini, şîrpençeye
tutulan ve bir türlü can veremeyen Yavuz'un bu bedduâyı hatırlayıp önüne ardına
ayna koydurarak ciğerini gördükten sonra öldüğünü rivâyet ederlerse de, bu
târîhen imkansızdır. Zira Yavuz Selim 926/1520 senesinde yani Nizamuddin
Efendiden 30 sene önce vefat etmiştir. Dolayısıyla Nizâmeddin efendi'nin, vefât
ederken Yavuz'a beddua etmesiyle ilgili bu senaryo, Gölpınarlı'nın da ifade
ettiği gibi tamamen asılsızdır (14). Ayrıca tarih kitaplarında ve Seyyid
Seyfullah'ın eserlerinde buna dair bir kayıt yoktur.
Seyyid Nizamuddin, 957/1550 senesinde vefat ettiğinde cenaze namazı, Merkez
Efendi (ö. 959/1551) tarafından Fâtih câmîinde kıldırılmış ve postnişîn oldukları
Seyyid Nizâm tekkesine defn olunmuştur.
B-ÂİLENİN DİĞER FERDLERİ:
Nizamuddin Efendinin iki oğlunun varlığı bilinmektedir. Birisi yukarıda ismi
geçen Seyyid Şerefüddin Efendidir. Babasının kabrinin bulunduğu tekkeye şeyh
olan bu şahsın abid ve zâhid bir insan olması dışında hakkında fazla bilgi
yoktur. Diğer oğlu ise makalemize konu olan Nizâmoğlu Seyyid Seyfullah'tır.
Seyfullah'ın annesi ve diğer kardeşleri hakkında ma'lumâta rastlanamamıştır.
II- SEYYİD SEYFULLAH
A-KISA ÇİZGİLERLE HAYATI:
Seyyid Seyfullah, yukarıda zikrettiğimiz gibi, muhtemelen babası İstanbul'a
hicret ettikten sonra dünyaya gelmiştir. Küçüklüğünde babasıyla hacca gitmiş, bu
esnada babasından gördüğü iki kerâmeti mensûr Câmiu'l-maârif adlı eserinde
nakletmiştir. Bunlardan biri, henüz Ka'be'ye varmadan Ka'be'nin ma'neviyâtının
gökyüzünde tecelli etmesiyle, diğeri ise babasının Ravza-i Mutahhara'da hitâb-ı
nebevîye mazhar olmasıyla ilgilidir
(15).
Seyyid Seyfullah'ın, küçüklüğünde iyi bir tahsil gördüğü nakledilmekteyse de
(16)
hangi hocalardan ders okuduğu bilinmemektedir. Ancak onun Adab-ı Menâzil adlı
eserindeki şu ifadeleri iyi bir eğitim gördüğüne delalet etmektedir.
"Bu mesâilin kimi Keşşâftan, kimi Kâdî'den, kimi Medârik-i Nesefî'den, kimi Begavî'den, kimi Ebu'l- Leys'ten, kimi Tefsîr-i Şeriften, kimi Hadis-i
Kurtubî'den, kimi Letâif-i Avâriften, kimi Mesâbih'ten, kimi Enîs-i Celîs'ten,
kimi Şir'a Şerhi'nden, kimi İhya'dan ve Minhâc'dan, kimi Menâhic'den, kimi Sefine-i Bahrü'l-vâizîn'den ve
dahî sair mu'teberâttandır" (17). Seyyid Seyfullah'ın burada, döneminin mu'teber
tefsir, hadis ve fıkıh kitaplarına atıf
yapmış olması, onun eğitim düzeyi hakkında bir fikir vermektedir.
Seyyid Seyfullah, bir Halvetiyye şeyhi ve şair olması hasebiyle, hem Lemezât-ı Hulviyye ve Hediyyetü'l-ihvân gibi özellikle Halveti biyografilerini ihtivâ eden
eserlerde, hem de şuarâ tezkirelerinde kendisi hakkında bilgi bulunabileceği
akla gelmekte ise de, maalesef adı geçen kaynaklarda hakkında bilgi yoktur.
Sadece Tezkireci Mesnevihân Mehmed Tevfik Efendi (ö. 1274/1857) Mecmûatü't-terâcim
adlı eserinde Seyyid Seyfullah'a kısaca yer vermiş, ancak o da genelde bilinen
şeyleri tekrarlamıştır. Yeni olarak, Seyfullah'ın 1010 senesinin Muharrem ayında
ve kötü bir hastalığa binâen vefat ettiğini kaydeder
(18).
Seyfullah'ın evlendiği ve Cüneyd isminde bir oğlu ile İsmihan adında bir kızı
olduğu bilinmektedir (19). Birkaç kızı olduğunu ve bunlardan birinin ilim-irfan
sahibi olup mahalle kadınlarına va'z ettiğini bizzat kendisi söylemektedir
(20).
B-TARİKÂTI:
Babası Nizamuddin Efendi, Seyfullah'ı ma'nevi terbiye için İbrâhim Ümmî Sinan'a
(ö. 976/1568) teslim etmiştir. Ümmi Sinân, Halvetiyye'nin Ahmediyye kolunun
Sinaniyye şubesini kuran kişidir. Hayatı hakkında en eski ve güvenilir kaynak
Seyyid Seyfullah'ın Câmiu'l-maârif adlı mensûr eseridir
(21). Esâsen âlim bir zât
olmakla birlikte, gördüğü bir rü'ya üzerine Ümmî lakabını aldığı nakledilir.
Seyfullah, bu zâta müntesib olduğunu şiirlerinde de ifade etmiştir:
Bana feyz ermese Ummi Sinan'dan
Haber duymaz idim kevn u mekândan
(22).
Seyyid Seyfullah, şeyhinin yanında ma'nevî terbiye görüp hilâfet ve irşâda
ehliyet kazanmış, Ümmî Sinân da ona babası Nizâmüddin Efendi'nin hâtırâsına "Nizâmî
tâcı"
giydirmiştir (23). Bundan sonra Hacı Bayram Dede'nin Silivri kapı dahilinde
yaptırdığı tekkeye postnişîn olmuş ve irşâda başlamıştır. Aynı Hacı Bayram
Dede'nin Silivrikapı haricindeki Seyyid Nizam tekkesinin olduğu yere yeni bir
tekke inşâ ya da tamir ettirip Seyfullah'ın kardeşi Şerefüddin'e tahsis ettiğini
yukarıda söylemiştik. Zamanla, babası ve kardeşinin tekkesi "Seyyid Nizâm
Tekkesi", Seyfullah'ın tekkesi ise "Emirler Tekkesi" diye meşhur olmuştur.
Seyfullah, şeyhinden 33 sene sonra vefat ettiğine göre, uzun yıllar Emirler
Tekkesi'nde irşad ile meşgul olmuş ve 1010/1601 senesinde vefât etmiştir
(24).
Seyyid Seyfullah'ın en meşhûr halifesi Hakîkîzade Osman Efendi'dir (ö.
1038/1628) (25). Hakîkîzâde'nin halifesi, Çuhadar Mehmed
Efendi (ö. 1060/1650) (26),
Çuhadar Mehmed'in halifesi Hasan er-Rûmî'dir (ö. 1088/1677). Bu zâttan sonra
silsile şöyle devam eder: Hüsâmeddin Hüseyin (ö. 1147/1734), oğlu Mustafa Efendi
(ö. 1180/1766), Ümmî Sinânzâde Hasan Efendi (ö. 1210/1795), Sâlih b. İbrâhim er-Rûmî
(ö. 1220/1805), Mustafa Zekâî (ö. 1227/1812), Hasan el-Aziz (ö. 1252/1836),
Mustafa Zeki İstanbûlî (ö. 1281/1864). Salih Lütfi b. Abdülkadir es-Selânîkî, Harîrîzâde Kemâleddin Efendi (ö. 1299/1882), bu son şahıstan Halvetiyye-i
Sinaniyye icâzeti aldığını ifade etmektedir
(27).
Yukarıda sayılan silsile, Seyyid Seyfullah'tan gelen silsilelerden biridir.
Ayrıca, Seyfullah'ın medfûn olduğu Emirler Tekkesi'nde, kendisinden sonra oğlu
Seyyid Cüneyd Efendi (ö. 1013/1604) postnişîn olmuştur. Sonraki postnişînler ise
şunlardır: Seyyid Ahmed Ali Murtaza b. Seyyid Cüneyd (ö. 1077/1666), Seyyid
Mehmed b. Şerife Fatma binti İsmihan binti Seyyid Seyfullah (ö. 1114/1702), Seyyid Ali b. Seyyid Mehmed (ö. 1128/1715), İsmail Zühdi b. Ali Murtaza (ö.
1180/1766), Abdüssamed Reşîd b. Seyyid İsmail (ö. 1203/1788)...
(28)
C-TASAVVUFÎ-EDEBİ ŞAHSİYETİ:
Seyyid Seyfullah'ın eserlerinde Allah sevgisi çok önemli bir yer tutar. O,
birçok şiirinde bunu coşkun bir dille ifade etmiştir. Bestelenerek tekke
muhitlerinde yüzyıllardır okunagelen şu ilâhisi buna güzel bir örnektir:
Bu aşk bir bahr-i ummândır,
Buna hadd u kenar olmaz
Delîlim sırr-ı Kur'ân'dır,
Bunu bilende âr olmaz...
Eğer âşık isen yâre,
Sakın aldanma agyâre
Düş İbrahim gibi nâre,
Bu gülşende
yanar olmaz.
Kıyamazsan baş u câne,
Irak dur girme meydane
Bu meydanda nice başlar,
Kesilir hiç sorar olmaz...
Seyfullah sözünde mesttir,
Şeyhinden aldığı desttir
Dîvânerâ kalem nisttir,
Ne söylese kınar olmaz.
Fuat Köprülü "bu şiir bazılarınca şerhedilmiştir" demiş ancak bu konuda başka
bilgi vermemiştir (29). Başka kaynaklarda da bu şerh hakkında bilgiye
rastlayamadık.
Seyyid Seyfullah'ın eserlerinde Ehl-i Beyt sevgisi ve On iki İmâm'a bağlılık da
göze çarpmaktadır. Bazı şiirlerinde:
Kim ister Mustafâ'dan bula izzet
İmam-ı Ca'fer'e kılsun itâat.
Yetmiş iki milletin hiç biri nâci olmadı
Mezheb-i
hak ister isen Ca'ferî ol dâimâ.
derken, manzûm Câmiu'l-maârifte;
Cemî-i Ehl-i Sünet ve'l-cemâat
Tarîkı üzre olmaktır seâdet,
gibi ifadelerinin yer almış olması Gölpınarlı tarafından takiyye olarak
adlandırılmış ise de (30), Seyfullah'ın sünnî bir şeyh olan Ümmi Sinan'a mürid ve
halife olması, onun Ca'ferî olsa bile sünnîlerle kaynaştığını, hatta tasavvufi
neş'eyle mezhebî kaygıları aştığını göstermektedir.
[Şeyhi Ümmî Sinan Hz.nin ehl-i sünnet
bir mürşid oluşu, kendisinin ehl-i ilim oluşu, eserlerindeki derinlik,
şiirlerindeki hikmet, tasavvuf ile ilgili bilgileri, onun ehl-i sünnet bir veli
olduğunu göstermektedir. Ehl-i sünnetin aynı hususta farklı bir duruşu söz
konusu değildir ki onun ehl-i beyte ve on iki imama olan muhabbeti Câ'ferî
olduğuna bir alâmet sayılsın. Aşırı gibi görülen sözleri ise birçok büyük zâtın
da söylediği "Ali'yi sevmek alevîlikse ben de alevîyim" şeklindeki kelâmları
gibi değerlendirilmelidir. Allahu 'alem. N. Aksu]
Seyyid Seyfullah'ta, ön planda olmamakla beraber, Hurûfîliğin de bulunduğunu
görüyoruz:
Tâ ezelden biz gürûh-ı Fazl-ı Yezdânîleriz
Bende-i evlâd-ı Hayder Şâh-ı
Merdânîleriz
Mustafà vu Murtazâ'nın anladık esrârını
Bist ü heşt ü sî vü dü harf içre bulduk
vârını
gibi şiirlerinde Hurûfîlik sezilmektedir. Ancak o, hiçbir zaman, bir Nesimî gibi
bunu temel doktrini hâline getirmemiştir.
Seyyid Seyfullah'ta vahdet-i vücûd düşüncesi coşkun bir dille ifade edilmiş,
hatta bazen şathiyyelere kadar varmıştır:
Yâ İlâhî cümle sensin cümle sen
Sen dururken diyemezim bana ben
Görünen Hak'dır, gören Hak, gösteren
Ya Nizâmoğlu iki görmek neden
Kendin idrak edegör, nûr-i musaffâsın sen
Mebde-i her dû cihân sırr-i Ev ednâsın sen
Aç gözün pertev-i âyine-i Mevlâsın sen
Mazhar- zât-ı Hüdâ câm-ı mücellâsın sen
(31)
Çün ol vahdet mey'in içtim,
O dem hep
gayriden geçtim
Ene'l-Hak sırrını açtım
Benim mestân ü hem sekrân.
Seyyid Seyfullah aynı zamanda tenkidçi ruh yapısına sahip bir insandır. O,
şiirlerinde haksızlık, adam kayırma, rüşvet ve ilmiyye sınıfındaki bozulma gibi
sosyal yaralara temas edip bunları tenkid etmiştir. Meselâ, bir şiirinde şöyle
diyor:
Zulm ile doldu dünyâ, yoktur huzûra imkân
Ma'mur olan yerleri zâlimler etti
vîrân
Âlem harâbe vardı yıkıldı milk-i Osmân
Kan ağlasun raâyâ çâk edüben
girîbân
D- ESERLERİ (32):
Seyyid Seyfullah tümü Türkçe, manzüm ve mensûr birçok eserler yazmıştır.
Bunlardan manzûm olanlar bir araya getirilerek İstanbul'da ilk defa 1288/1871'de
neşredilmiştir. Manzûm eserleri ihtivâ eden bu külliyât, Mehmet Yaman tarafından
yeni harflere çevrilip neşredilmiştir (İstanbul 1976).
1- Manzûm Eserleri:
a. Mi'râcü'l-mü'minîn: Eser, abdestin ahlâkî ve psikolojik yorumlarını ihtiva
eder. Abdest esnasında el, yüz, baş ve ayaklardan kirleri giderirken, kalpten de dünyâ sevgisi ve mâsivâyı çıkarmak gerektiği vurgulanır.
Kaçan ağzunu yursun di ki ya Rab
Senin zikrinden özge cümlesi hep
Dehânımdan
yudum pâk ettim anı
Kıraat eyleyim Seb'u'l-mesânî.
gibi dizeler buna küçük bir örnektir. Eserin sonunda Silsile-i Tarîkat ve
Silsile-i Nesebiyye diye iki manzûme vardır. Osmanlı Müellifleri'nde bunlar
müstakil iki eser olarak gösterilmiş ise de, Mi'râcü'l-mü'minîn'in bölümleri
olarak düşünmek daha uygundur.
b. Câmiü'l-maârif: Başta gazel tarzında on şiirle bir kıt'a ve iki beyitten sonra
mesnevî tarzında Esmâ-i Hüsna'yı bildiren bir risâledir. Sonunda bir münâcât,
Der beyân-ı evsâf-ı mürşidü'l-kâmilin, Der beyân-ı âdâb-ı müridînü's-sâdıkîn,
Der beyân-ı sünnet-i selâse başlıklı şiirlerle, kasîde tarzında Atvâr-ı Seb'a'ya
dair yedi şiir vardır. Osmanlı Müellifleri, Atvâr-ı Seb'a'yı ayrı bir risâle
olarak kaydediyor.
c. Şeref-i Siyâdet: Yedi kıt'a, on bir gazel tarzında şiir, iki beyit, dört
mesnevî ve bir terkibten meydana gelmiştir. Hemen her şiirde seyyidliğin
(Peygamber neslinden olmanın) şerefinden, zamâne âlimlerinin seyyidlere saygı
göstermediğinden, Hz. Muhammed soyunun uğradığı zulümlerden bahsedilir.
Ya Rasulallah bize gör n'etti âsî ümmetin
Görmeye onlar dahî rûz-ı kıyâmet
şefkâtin,
gibi ifadeler sıkça yer alır.
d. Ma'denü'l-maârif: Bu eserde Seyyid Seyfullah, bazı âyet ve hadisleri
tasavvufî açıdan şiirle şerh eder. Vahdet-i vücûddan, tasavvufî hakikatlerden ve
mürşidin gerekliliğinden bahseder.
Zât-ı Hakk'a vâsıl olmaz ol kişi
Geçmeyince cümle kendi kendiden.
Gözet Seyfi
yürü şeyhin rızâsın
Ki derdin döndüre dermâna mürşid,
gibi ifadelerle duygularını dile getirir.
e. Esrâru'l-ârifîn: Mesnevî ve gazel tarzındaki şiirler ile Hz. Peygamber'in
soyuna sevgiyi konu alan hadislerden meydana gelen bu bölümde de aşk-ı ilâhî,
vahdet ve ma'rifet konuları işlenir. Başlangıcı şöyledir:
Ehl-i aşkın dile hâlin evvelâ
Aşk-ı Hak'dır vâcib olan her kula.
f. Seyr-i Sülûk: Seyyid Seyfullah'ın seyr-i sülûku esnasında kalbine doğan ilhâm
ile söylediği bir şiir olup;
Benim malik, benimdir mülk,
Benim Hâlik benim Râzık,
Benim ma'şûk, benim âşık,
Benim her cân ile cânân.
gibi şathiyyeler ihtivâ etmektedir.
g. Divan: İki yüze yakın gazel tarzındaki şiirle üç murabbâ, üç müseddes, sekiz
tercî', bir terkîb, iki mesnevî, beş kıt'a ve on yedi beyitten meydana
gelmiştir. Bu şiirlerin yirmi bir tanesi On iki İmâm'a övgüdür. Bunlardan başka
elli iki tane heceyle yazılmış şiiri vardır.
Divân'ın sonunda Seyfullah'ın babası Nizamuddin Efendi'ye nisbetle küçük bir şiir
bulunmaktadır. Ancak Vassâf, Ayvansarayî'nin Vefeyât'ında bu şiirin Şeyh
Nazifüddin Mehmed Nizami b. İsmail (ö. 1125/1713) Efendi'ye nisbet edildiğini
not düşmüştür. (33)
Bu eserlerin yanı sıra Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, 1428 numarada, vr. 50b-58b
arasında Vudûiyye isminde bir manzûme daha kayıtlı ise de, bu eser matbû
külliyâtın ilk
eseri olan Mi'râcü'l-mü'minîn'in aynısıdır.
2- Mensûr Eserleri:
a. Câmiu'l-maârif: Bir nüshası Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, 2335 numarada, vr.
1-58 arasında yer alır. Bazı kaynaklarda eserin ismi Câmiu'l-avârif olarak
kayıtlı ise de, yazma nüshasında Câmiu'l-maârif şeklindedir.
Câmiu'l-maârif, özellikle Seyfullah'ın babası ve şeyhi hakkında en mevsûk
bilgileri ihtiva etmesi yönüyle büyük bir önem arzetmektedir. Eser 10 bölümden
oluşmaktadır. İlk bölümde Nizâmüddin Efendi, Merkez Muslihuddin Efendi, Ya'küb
Efendi, Emîr Efendi, Sarhoş Bâlî Efendi, Keşfi Muslihuddin Efendi, Şeyh
Gazanfer, Çelebi Şeyh ve İbrahim Ümmî Sinân gibi devrin önemli mutasavvıflarının
hayat ve kerâmetleri anlatılır. Sonraki bölümlerde, tevhidin faziletleri,
dünyanın zemmi, Kur'ân'ın fazileti, kader, ölüm, virdlerin faziletleri ve ay
tutulması gibi konular yer alır.
b. Risâle-i Tâcı Nizâmî: Bir nüshası Süleymaniye Ktp., Bağdatlı Vehbi, 2171, vr.
1a- 8a arasında bulunan eser Tâcnâme olarak da anılır. Eserin başında önemli bir
not vardır. İbrahim Ümmî Sinan, Seyyid Seyfullah'a hilâfet verirken, ona
Yiğitbaşı Ahmed Efendi'den aldığı tâcı değil, Seyfullah'ın babası Nizamuddin
Efendi'nin tâcını giydirmiştir.
Seyfullah'tan Çuhadar Mehmed Efendi'ye kadar bu Nizâmî tâcı kullanılmış, daha
sonra Ümmî Sinan tâcına dönülmüştür.
"Elhamdulillah ol vâcibü'l-vücuda olsun ki âlem-i ademden vücûd-ı âdemi sahray-ı
âleme getirip..." diye başlar. Seyyid Seyfullah'ın, dedesi Şihâbüddîn Efendi'ye:
"Sûfiyye'nin giydiği tâcın hikmeti nedir ve bunu giymek gerekli midir?" diye
sorduğu, dedesinin de tâc giymenin enbiyâ ve evliyâ âdeti olduğunu söylediği
nakledilir (vr.2a). Ardından, on dört yeşil terk ve on dört ak elifin bulunduğu
tâcın şekillerine tasavvufî yorumlar getirilir. Buna göre, on dört yeşil terk,
kibir, kin, buğz, hırs, hased, hubb-i dünyâ gibi on dört günâhın terkine işaret
etmektedir. On dört ak elif ise, bu on dört kötü amelin terkinden hâsıl olan
on dört güzel amelin nûrlarının zuhûruna işâret etmektedir. Ayrıca bir yeşil
terkin etrafındaki iki elif, bir dil olmaktadır. Elif Allah Teâlâ'ya, dâl ise
Muhammed (a.s)'a delâlet eder. Lâ ilâhe illallah on dört harf, Muhammed'ün
Rasûlullah da on dört harftir. İkisinin toplamı olan yirmi sekiz, terk ve
eliflerin toplamına tekabül eder. Bu tâcı başta taşımak, kelime-i tevhidi başta
taşımak gibidir. Kur'ân-ı Kerîm de yirmi sekiz harf ile yazılmıştır. Binâenaleyh
bu tâcı başta taşımak Kur'ân'ı dâimâ okumak gibi telakki edilir. (34)
Eser hicri 1235'te istinsâh edilmiş olup müstensihi belli değildir.
c. Miftah-ı Vahdet-i Vücûd: Osmanlı döneminde 13 sayfalık küçük bir risâle
hâlinde neşredilmiş olan bu eserin neşir tarihi kaydedilmemiştir. Başlangıcı
şöyledir: "Evvelâ Cenâb-ı Hakk'a hamd ü senâ ve habîbine salât ü selâm ve
iktidâdan sonra ma'lûm ola ki vahdet-i vücûda kâil olan ehlullâh'ın kelâmından
fehmolunan ma'nâ budur ki vücûd birdir, birden artık değildir. Ol vücûd Hakk'ın
vücududur..." Müellif merâtib-i vücudu anlatırken bu mertebelerin üç, beş ve
yedili tasnîflere tâbi' tutulduğunu, Abdülkerim Cili tarafından kırklı tasnife
gidildiğini ve esasında varlık mertebelerinin sonsuz olduğunu anlatır. Tevhid-i
efâl, tevhid-i sıfat ve tevhîd-i zât konularıyla risâle sona ermektedir. Eser,
ayrıca Reşahât tercümesinin kenarında da basılmıştır (İstanbul 1291, s.
382-401).
d. Âdâb-ı Menâzil: Bilinen tek yazması Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, 4525
numarada bulunan bu eser 208 varaktan müteşekkildir. Eserin başında: "Hâzâ
Kitâbu Adab-ı Menâzil te'lîf Seyyid Nizâmüddîn Mehmedzâde Seyyid Seyfullah
Efendî" kaydı mevcuddur. Başka bir köşede "Hâzâ Kitâbu Adab-ı Menâzil-i Evliyâ, Seyyid Nizam" yazılmış ise de bu isim kitabın muhtevâsına uymamaktadır. Zîrâ
eser evliyâ makamlarını değil, ev ve aile âdâbını konu edinmiştir. Eserin Seyyid
Nizâm'a isnâd edilmesi ise yanlışlık eseri olabilir. Kitabın sonunda silme ve
tekrar yazma izleri görüldüğünden, bu isnâd şimdilik meçhuldür.
Müellif eseri yazış sebebini şöyle açıklar: "Allah Teâlâ'dan bana saliha eş ve
çocuklar vermesi için duâ ettim, O da duâmı kabul etti. Bu sâliha kızlarımdan
bir tanesi ilim ve irfân sahibi oldu. Mahalle kadınları gelip onun sohbetini
dinler ve fetvâ sorar oldular. Bir gün bu
kızım bana: "Kadınlara sohbette okuyabileceğim bir kitap yazsanız" diye ricâ
etti: Bunun üzerine bu eseri muhtelif kaynaklardan tercüme ederek meydana
getirdim (vr.1b).
Eserdeki belli başlı konular şunlardır: Karı-kocanın birbirine karşı hakları,
Anne- babanın çocuklar üzerindeki hakları, Evdeki hizmetçilerin hukuku, Saliha
hanımların faziletleri ve hikâyeleri, Misafir ağırlama, Elfâz-ı küfür ve Şam'ın
faziletleri. Eser h. 996
senesinde, Muhammed b. Ali tarafından istinsâh edilmiştir.
1- Hüseyin Vassâf, Sefine-i Evliyâ,
Süleymaniye Ktp., Yazma Bağışlar, 2305-2309, ın, 219.
2- Hayatı için bk. Seyyid Seyfullah, Câmiu'l-maârif (mensur), Süleymaniye Ktp.,
Hacı Mahmud. 2335, vr. 3a-6a.
3- Hayatı için bk. Hulvî, Lemezât-ı Hulviyye (nşr. M.Serhan Tayşi), İstanbul
1993, s. 575-576.
4- Vassâf, age., III, 219-220.
5- Seyyid Seyfullah, Câmiu'l-maârif (mensur), vr. 3a. Tûnî, İran'ın Meşhed kenti
yakınlarındaki eski bir kasaba olan Tûn'dan ism-i mensûbdur. bk. Şemseddin Sâmî,
Kâmûsü'l-a'lâm, İstanbul 1308, III, 1697. Haydar Tunî için bk. Nûrullah Şûşterî,
Mecâlisü'l-mü'minîn, Tahran 1365 hş., II, 51. Bazıları bu şahsı Haydarîliğin
kurucusu Kutbüddin Haydar Zâvî (ö. 618/1221) ile karıştırmış ise de son
araştırmalar bunların farklı şahıslar olduğunu ortaya koymuştur. bk. Abdülhüseyn
Zerrînkûb, Custicû der Tasavvuf-i İrân, Tahran 1369 hş., s. 367-9
6- bk. Baha Tanman, "Seyyid Nizam Tekkesi". Dünden Bugüne İstanbul
Ansiklopedisi, İstanbul 1994, VI, 544.
7- bk. Seyyid Seyfullah, Câmiu'l-maârif
(mensûr), vr. 3b; Vassaf, III, 222.
8- Seyyid Seyfullah. Câmiu'1-maârif (mensur), vr. 4a.
9- Zeytinburnu İlçesi, Balıklı Semti, Kazlıçeşme Mahallesi'nde.
10- Seyyid Seyfullah, Câmiu'l-maâ'rif (mensûr), vr. 3b-4a, Sa.
11- Bu zat muhtemelen Hamzavîlerden Hacı Kabâi Hazretleridir (1037/1627).
12- Vassâf, age., III, 222.
13- Seyyid Seyfullah, Câmiu'l-maâ'rif (mensûr), vr. 5a.
14- Abdülbaki Gölpınarlı, "Seyyid
Seyfullah (Nizamoğlu)", Türk Dili, c. XIX, sy. 207, Ankara 1968, s. 406.
Gölpınarlı, bahsi geçen senaryoyu kaynak vermeden nakletmiştir. Başka
kaynaklarda da rastlayamadık.
15- Vassâf, age., III, 220, IV, 171; Seyyid Seyfullah, Camiu'l-maârif (mensûr),
vr. 3a-5b. Vassâf, bu eserin ismini "Camiu'l-avarif' diye kaydediyorsa da, yazma
nüshada Câmiu'l-mmaâ'rif şeklindedir.
16- bk. Vasfi Mahir Kocatürk:, Tekke Şiiri Antolojisi, Ankara 1968, s. 233.
17- Seyyid Seyfullah, Âdâb-ı Menâzil,
Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud, 4525, vr. 199b.
18- Mehmed Tevfik, Mecmûatü't-terâcim, İstanbul Ün. Ktp., TY, 192, vr. 19a.
19- bk. Zâkir Şükrî, Mecmûat-i Tekâyâ (nşr. M. Serhan Tayşi- K. kreiser),
Freiburg 1980, s. 30.
20- bk. Seyyid Seyfullah, Âdâb-ı Menâzil, vr. 1b. Bu eserin, Seyfullah'a mı,
yoksa babasına mı âid olduğu kesin olarak belli değil ise de Vassâfa katılarak
şimdilik Seyfullah'a âid saymak durumundayız. Geniş bilgi için Eserleri bölümüne
bakınız.
21- Hayatı için bk. Seyyid Seyfullah, Câmiu'l-maâ'rif (mensûr), vr. 11b-14b;
Haririzâde, Tibyânu vesâili'l hakâik, Süleymaniye Ktp., Fatih, 430-432, II,
142a-143a; Vassâf, age., IV, s. 161-169; Mehmed Tâhir,
Osmanlı Müellifleri, İstanbul 1333, I, 20-21: Sadık Vicdâni, Tomar- Halvetilik (nşr.
İrfan Gündüz),
İstanbul 1995, s. 238, 242.
22- bk. Seyyid Seyfullah, Ma'denü'l-maârif, İstanbul 1288, s. 47.
23- Nizâmî tâcı hakkında geniş bilgi,
"Eserleri" bölümünde Risâle-i Tâc-ı Nizâmi tanıtılırken verilecektir.
24- "Emir", Osmanlı'da genelde Seyyidlere verilen bir lakabtır. Emirler Tekkesi'nin yeri: Uzun Yusuf Mahallesi,
Silivrikapı Caddesi, 1431 ada, 1-2 parsel/Fatih'tir.
25- Mehmed Tahir, Hakikizâde'yi Osmanlı
Müellifleri'nin bir yerinde Seyfullah'ın halifesi (I, 26), başka bir yerde ise
babası Nizamüddin Efendi'nin halifesi olarak göstermiştir(I, 58-59). Abdülbaki
Gölpınarlı onu, Nizamüddin Efendi'nin halifesi olarak zikretmiş ise de (Gölpınarlı,
Melâmilik ve Melâmiler, İstanbul 1992. s. 90.) Tibyânu vesâil'deki silsile bu
karışıklığı gidermiş ve Seyfullah'ın halifesi olduğu netleşmiştir. (Harîrîzâde.
II, 143b). Ayrıca Nizamüddin Efendi'nin Hakîkîzâde'den 78 sene önce gibi uzun
bir süre önce vefat etmiş olması da bunu te'kid eder mâhiyettedir.
26- Oğlanlar Şeyhi İbrahim Efendi (1066/1655) de, Hakîkîzâde'nin halifeleri
arasındadır.
27- Harîrîzâde, age., II, 143b.
28- Zâkir Şükrî, age., s. 30.
29- Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk
Mutasavvıflar, İstanbul 1981, s. 346.
30- bk. Gölpınarlı, "Seyyid Seyfullah (Nizamoğlu)",
s. 407.
31- Şeyh Gâlib (ö. 1799) gibi büyük bir
divan şâiri bile "Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen / Merdüm-i dide-i
ekvân olan âdemsin sen" ... şiirini yazarken, Seyfullah'ın bu şiirinden
etkilendiği anlaşılmaktadır.
32- Eserleri için bk. Katip Çelebi, Keşfü'z-zunûn, İstanbul 1971, I, 574; İsmail
Paşa, Hediyyetü'l-ârifin,
İstanbul 1951, I, 832; Mehmed Tâhir, age., I, 81-82; Kehhâle, Mu'cemu'l-müellifin,
Beyrut 1993, II, 637. Ayrıca bk. Gölpınarlı, Türk Tasavvuf Şiiri Antolojisi, y.
yok 1972, s. 78-80; Abdullah Uçman, "Seyyid Nizamoğlu Seyfullah", Sahabeden
Günümüze Allalı Dostları, İstanbul 1995, VIII, 184-187; Türk Ansiklopedisi,
XXVIII, 490: Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, VII, 560.
|
|
|