"Şeceret'ül Kevn"den Yansımalar... | ||
Müellifi:
Muhiddîn-i Arabî Şeyhu’l Ekber Muhiddîn İbn Arabî hazretlerinin (H.560 638/M.1164-1240) bir birinden değerli eserlerinden biri olan “Şeceretü’l Kevn’ den yansımalarla huzurlarınızda olmaktan mutluyuz. Kısa alıntıların yapıldığı bu bölümler ile yetinmeyerek eserin tamamının okunması acizane önerimizdir. [Burada] Mütercim Abdülkadir Akçiçek (Allah Rahmet eylesin) kitabın önsözü mahiyetinde olan “Üstün İnsan” bölümünde (S-12) şöyle diyor: “Bu eseri okuyunuz… Sâdece okumak da yeterli değildir. Mânası ile âmil olmak îcap eder.. Zîra Üstün İnsan ancak böyle bilinir. O, bilinmedikçe insanlığın sırrı da bilinmez. İnsanlığın sırrını bilmeyen Rabbini de bilemez…” Kitaptan alıntılar yapmamıza izin veren Alperen Yayınlarının değerli editörü Emre ANDAÇ beyefendiye teşekkürlerimizi arz eder, daha nice kıymetli eserlerin neşrini başarıyla gerçekleştirmelerini temenni ederiz. Saygılarımızla… Yansıtan: Hamdi CENİK
Yeri, göğü, boşluktakileri ve diğer yaratılmışları hep birden tahayyül edin ve bir ağaç yapın: -İşte bizim ağacımız budur… Bu Şeceretü’l Kevn’ in, yani bu Kâinat Ağacı’ nın dallarının şekil şekil, meyvelerinin çeşit çeşit olmalarına rağmen, hemen hepsi tek merkezden meydana gelmektedir, ki o: -Kün (OL).. Habbesi, tohumu, ya da sevgisi… İnsanlar çeşit çeşit oldu. Yani: O insanların hâli ve ahvâli çeşit çeşittir. İşte o insanlar “Kâinat Ağacı” dır.. İşleri de meyveleri. Vaktâki, Allah’ü Teâlâ, yokluk hazinesinden ezeli arzu hükmü uyarınca varlıkları yarattı… Onlara nûrundan saçtı.. Her kime ki o nûrdan isabet etti; o (OL) emri tohumundan meydana gelen ağacı kavradı.. Anladı.. (Âdem) O, bu Kâinat Ağacı’ na nazar etti, baktı… Onu; muhtelif şekilleri, çeşit çeşit meyveleri ve çiçekleri ile gördü. Bu arada o hepsinden geçti. -“Gerçekten ben Allah’ım..” (10/24) Mealine gelen, Âyeti Kerîmesi dalına yapıştı.. Çünkü ona göre, sabit olan, değişmez mâna buydu. Artık; teklik dalı altında gölgeleniyordu. Şeytanın tutunarak geldiği dal vesvese dalı idi. (Şeytan) Kâf harfinin işaretinde küfrüne şahit oldu.. Nun harfinden ise , ateşlik olduğunu anladı. “Ben Rabbiniz değil miyim?..” (7/172) Şeklinde nidâ olundu; bu nidâyı duyanlar, doğruluğuna hep şahâdet ettiler.. Ama, herkes gördüğü ve işittiği kadar.. Yaratılmışların gelinlerine, yani güzelliklerine kapılıp kalanların şahâdeti çok çeşitli ve değişik oldu.. Ki bu değişik oluş, görülen şeylerin çeşit çeşit ve değişik oluşlarına göre oldu.. Bütün olup biten ve bu ağaca gelen işler, o arştan gelir. Mesela; arşı vücuda getirmesindeki hikmet, kudretini izhardır.. Zâtına bir mahal olsun, diye değil. Sonra, mevcudatı yaratmasındaki hikmet de; bir ihtiyaca mebni değildir. Ancak, isim ve sıfatlarının izharı içindir.. Düşün ki, O’nun bir adı da “Gafûr” dur. Elbette bu isme bir zuhur yeri gerek.. Dolayısıyla mağfirete uğrayacak bir varlık lazım.. İşte varlığın yaratılmasındaki hikmet; bu sıfatların ve diğer isimlerin tecellisini sağlamaktır. Yüce Allah, icad edip meydana getirdiği şeylerle birleşmekten, ama onlardan uzak olmaktan da.. Münezzehtir.. Hem de mukaddes.. Kâinatın varlığı O’na bir fazlalık getirmemiştir.. Yokluğu da O’ndan bir şey götürmez.. Önce ne idiyse.. Şimdi de öyledir.. O yüce Allah, kâinatla ne birlikte idi; ne de ayrı.. … Çünkü vuslat ve ayrılık, hüdus sıfatı icabıdır.. Kıdem sıfatının değil.. Allah-ü Teâla, levhi ve kalemi, bir sultanın kitabı menzilesinde kıldı.. Yani: Anayasası. Ve.. Onda yazılanlar, O’nun hükümleri mesâbesindedir. … İyiliği ve ihsanı da onda vardır. Kezâ sevabı ve intikamı da.. Sonra Sidre-i Müntehâ’yı yarattı.. İş bu Sidre-i Müntehâ, tafsilini yaptığımız ağacın dallarından birdir. İnsanoğlunun nur mâyesi; zulmet mâyesine galip gelirse.. Ve bunun bir sonucu olarak ruhaniyeti cismaniyetini alt ederse.. Meleklerden daha faziletli olur. O’nun insan vücudunu meydana getirmesindeki hikmet,; ancak Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin şerefini izhardır.. … Yaratılmışlardan beklenen; kendisini yaratana karşı mârifet sahibi olabilmektir.. İşbu mârifet için tahsis edilen en güzide varlık, Efendimiz Hz.Muhammed (s.a.v.)‘in kalbidir.. Kur’an sırf O’nun tasdiki için nâzil oldu.. Kâinat Ağacı O’nun aşkına coştu.. Taştı.. Oynadı.. Sonra.. O’nda bulunanlar da harekete geçti.. Ama hepsi.. Renkler.. Ve bayramlıklar.. Allah-ü Teâla, yere ve semaya hitab etti ve: -“İkiniz de, ister isteyerek, ister istemeyerek, gelin..” dedi. Bunun üzerine onlar da: -“İsteyerek geldik..” dediler.(41/14) O’na, yani: -“Geliniz..” Emrine ilk icabet eden Kâbe oldu.. Bu yerden.. Semâdan ise.. Kâbe’nin tam hizasına gelen kısım.. … Allah-ü Teâla, Adem (a.s.)’ın yaratılması için yeryüzünden bir avuç toprak aldıracağı zaman, Kâbe dışında kalan yerlerden de aldırdı.. Ve: -Bu iyi, bu kötü.. Diye bir ayırma yapmadı.. İyisinden de aldı, kötüsünden de.. Ama Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin toprağı sadece Kâbe mevziinden alındı. … Sonra Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin toprağı ile, Adem’in ki birbirine karıştırıldı. Böylece her ikisi de bir hamur haline geldi. … Eğer Adem’in toprağına Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin toprağından bir katılma olmasaydı; Âdem (a.s.)’a icabet eden olmazdı.. Ve Allah-ü Teâla’nın : -“ Ben sizin Rabbiniz değil miyim?..” (7/172) Sualine müspet cevap verecek kudreti hiç kimse kendinde bulamazdı.. İşbu anlatılan mana, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin şu Hadis-i Şerifinde gizlidir: -“Âdem su ile toprak arasında iken, ben Peygamberdim..” Onlara o şahadet günü sordu: -“ Ben sizin Rabbiniz değil miyim?..” (7/172) İşbu suale, çamurlarında o nübüvvet hamurundan karışmış olanlar he birden: -Evet.. dediler. ) Vaktâki. O yüce Nebî (s.a.v.) İbrahim (a.s.) ‘ın sülbüne intikal eyledi: Ateş ona selam ve selamet oldu. O yüce inci, İsmail sedefine girince, namına bir kurbanlık koç indi. Cesetteki akıl da, semadaki aya benzer.. Bazen artar, bazen eksilir.. O, önceleri küçücüktür.. Ki onun adı: Hilal’dir.. Ki bu, çocuğun çocukluk anındaki aklı gibidir.. Sonra artar.. Ayın tamam olup bedir halini aldığı gecelerdeki gibi.. -“Allah’ın muradı odur ki, sizden kiri gidere.. Ey Ehli Beyt..” (33/33) Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz bu Âyet-i Kerime için şöyle buyurdu: -“Bu âyet hakkımızda nazil oldu.. Ben, Ali, Fâtıma, Hasan ve Hüseyin.” Sana pek önemli bir ibadet olan namazı farz kıldı ve onda: Sair halkların yaptığı ibadetlerin tüm şeklini topladı.. Böylece: Ayakta duranların faziletini, rükû edenlerin faziletini, secde edenlerin faziletini sana ihsan eyledi.. Her varlığın özü olarak kast olunan mâna sensin.. Bunda büyük bir kader sırrı vardır.. Ve şeytanın kalması da, bu sırrın muhafazası için gereklidir.. Şöyle ki: Âdem ve evladından günahlara dalıp giden olursa.. Hak yoldan kayar çıkarsa: -“Ancak şeytan onları sapıttı..” (3/155) Şayet bir kötü amel işleyen olursa: -“İşte bu şeytanın amelidir..” (28/15) Diyebilesin.. Ve kader sırrı da böylece ehli olmayanlardan korunmuş olsun. Bütün kâinatı bir ağaç olarak kabul ettiğimiz zaman, onun meyvesi Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz olur. Ve cevheri olur.. (Bir) Tüccar piyasaya bir mal çıkarmak istediği zaman, önce zihninde onu bir güzelce tasarlar.. Şeklini düşünür ve bir karara varır.. Onun bu tasarısı bir kumaş ve elbise olduğuna göre; önce onun bütün ilk hazırlıklarını ikmal eder.. Sonra onu bir dokumacıya verir, dokutur. Daha sonra biçtirir ve diktirir. Daha sonra bir top yapar.. Gerekirse elbise haline getirir.. Bütün bu olanlar ne olursa olsun.. ilk tasavvurun aynıdır.. Neyi düşündü ise, meydana gelen onun dışında bir şey olamaz.. İşbu misal; Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin durumunu açık açık anlatır.. Ki O, her şeyden evveldir; ama Hazreti Hak’ta bir tasavvur olarak.. Ama zuhur olarak, yani cismi olarak hepsinden sonradır. Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin cismâniyetini ve beşeri durumunu insanlarla yapacağı mülâkat için yarattı.. Bir de suretlerin mukayesesi.. Allah-ü Teâla O’na öyle bir kuvvet verdi ki, onunla insanlara karşı çıka.. Ve.. Beşeri maddesi ile onlara kuvvet vere.. Onlarla beraber ola.. Onlara bir nümune-i imtisal ve bir gaye ola. İşbu suretle onlara: -“Ben de sizin gibi bir beşerim..” (18/110) Diye ve onlarla ülfet (alışma, alışkanlık) ede.. Şekillerine büründüğünü ifade ede. Yukarıda anlatılanın aksine onlara: Melekiyet, ruhaniyet ve nuraniyet durumu ile görülecek olsaydı.. İnsanlar O’na karşı çıkmaya takat getiremezlerdi.. Mukabeleye güçleri yetmezdi. İşbu mana icabıdır ki Allah-ü Teâla: -“Cinsinizden size bir Resûl gönderdik..” (9/118) buyurdu. Allah-ü Teâla Rasûlullah (s.a.v.) Efendimize … ruhani bir kuvvet de vermiştir. Bunu vermesindeki hikmete gelince… : Bunu ona nasip eyledi ki; Ruhani alemdekiler de O’nu müşahede edip göreler.. Keza, yüce, melekût alemindekiler de.. Böylece ruhaniler için de, tam bir bereket ve tam bir rahmet ola.. Ve onlar da: O’nun mübarek cismini müşahede edeler.. Her kim Rabbına, adım adım varılacağını sanarsa.. Hataya düşmüş olur.. Sonra.. Her kim kendini, Hakk’ın cemaline karşı perdeli sanarsa.. O da, nimetlerden mahrum kalır. (Cebrail) : Bu arada ben, ezel meydanının evveline gitmek istedim. Hatta o tarafa doğru yöneldim de.. Bir de ne göreyim: Evvel, diye bir şey yok. Âhirine döndüm.. Bir de ne göreyim: Evvel de, âhire karışık.. -Ey âşık, senin istediğin öyle bir cemaldir ki; biz onu gizledik ve o: Bir güzelliktir ki; biz onu perdeledik örttük.. O yüzü tek kişi görecektir. O, öyle bir sevgilidir ki: O’nu biz seçtik. O, öyle bir yetimdir ki: O’nun mürebbisi biz olduk. (Arş) : Korkarım ki: Bazı yalan söz edenler; bana, bazı aldanmışların ettiği yersiz lakırdılar yüzünden Rabbim beni ateşe atar. Bütün bu hâle sebep, bazı şaşkın kimselerin şaşkınlığı ve batıl zannıdır. Onlar sandılar ki ben: Haddi ve hududu olmayan varlığı alırım. Heybeti ve şekli bilinmeyen mukaddes zâtı taşırım. Keyfiyeti, şekli bizce tamamen meçhul olan zâtı kuşatırım. Yâ Muhammed, hele bir bak; O ki, zâtı için bir hudut, sıfatları için bir sayı yoktur. Benim gibi bir muhtaca nasıl muhtaç olur. Bana nasıl yüklenir?. Rahman ki, O’nun bir ismidir. İstiva da, sıfatıdır, naatidir. (Na’t: Medih ve senâ ederek, vasıflarını göstererek bir şeyi anlatmak.) Gerek sıfatı, gerek naati O’nun zâtına bağlıdır. O ki böyledir. Benimle nasıl bitişir? Ve nasıl ayrılır? Ne O, benden ayrı bir parçadır. Ne de ben, O’nun dışında bir şeyim. Yâ Muhammed, O’nun izzetine yemin ederim ki, bir vuslat haliyle de O’na yakın değilim. Sonra… O’ndan bir ayrılışta ayrı da olamam. -Ey habibim, Ey Muhammed… Şunları da duy. Elbet bu halk için bir sır gerektir ki: İzhar edilmesi yasak ola… Ve bir an vardır ki; onu yaymak ta yasak ola… İşte… Öyle buyurdu ve: -“Kuluna vahyedeceğini vahyetti…” (53/10) Mealinde bulunan Âyet-i Kerimesi gereğince, onlar sır oldu… Ama, Allah ve Rasûlü arasında. Şeytanın hikâyesi!... -(Rasûlullah’tan) sonra en çok kimlere buğuzlusun ve sevmezsin?... diye sorulduğunda, Şeytan şunları anlattı: -Muttaki bir gence ki… Varlığını Allah yoluna vermiştir. Bundan sonra sual ve cevap aşağıdaki şekilde devam etti. -Sonra kimi sevmezsin? -Kendisini sabırlı bildiğim, şüpheli işlerden sakınan alimi. -Sonra?... -Temizlik işinde, yıkadığı yeri üç defa yıkamaya devam eden kimseyi. -Sonra?.. -Sabırlı olan bir fakiri ki; ihtiyacını hiç kimseye anlatmaz, halinden şikayet etmez. -Peki.. bu fakirin sabırlı olduğunu nereden bilirsin?.. -İhtiyacını kendi gibi birine açmaz. Her kim ihtiyacını kendi gibi birine üç gün üst üste anlatırsa, Allah onu sabredenlerden yazmaz. Sabırlı kimselerin işi buna benzemez. Hasılı onun sabrını; halinden, tavrından şikayet etmeyişinden anlarım. -Sonra kim?.. -Şükreden zengin. -Peki, ama o zenginin şükreden olduğunu nasıl anlarsın?.. -Onu görürsem ki aldığını helal yoldan alıyor ve mahalline harcıyor, bilirim ki o şükreden bir zengindir. Bu defa mevzuu değiştirildi başka bir sual soruldu: -Peki.. Ümmeti Muhammed namaza kalkınca senin halin nice olur? -Beni bir sıtma tutar, titrerim. -Neden böyle olursun ya Lâin?.. -Çünkü bir kul Allah için secde edince bir derece yükselir. -Peki.. Oruç tuttukları zaman nasıl olursun?.. -O zaman da bağlanırım. Taa onlar iftar edinceye kadar. -Peki.. Hacc yaptıkları zaman nasıl olursun?.. -O zaman da çıldırırım. -Peki.. Ya Kur’an okudukları zaman nasıl olursun?.. -O zaman da eririm, tıpkı ateşten eriyen bir kurşun gibi.. -Peki.. Ya sadaka verdikleri zaman halin nasıl olur?.. -Ha.. işte o zaman halim pek yaman olur. Sanki sadaka veren bir testere alır eline ve beni ikiye böler. Sebebi soruldu: -Neden böyle testere ile ikiye biçilirsin ya Eba Mürre?.. -Onu da anlatayım, dedi İblis: -Çünkü sadakada dört güzellik vardır: 1-Allah’u Teâlâ sadaka verenin malına bereket ihsan eder. 2-O, sadaka veren kimseyi halkına sevdirir. 3-Allah’u Teâlâ onun verdiği sadakayı cehennemle arasında bir perde yapar. 4-Allah’u Teâlâ belayı, sıkıntıyı ve ahları ondan def eder. Ashab hakkında ona bazı sorular soruldu: -Ebû Bekir için ne dersin? -İblis buna şu cevabı verdi: -O bana cahiliye devrinde bile itaat etmedi… İslâm’a girdikten sonra nasıl bana itaat eder?... -Peki, Ömer b. Hattab için ne dersin? İblis buna da şu cevabı verdi: -Allah’a yemin ederim ki, her gördüğüm yerde ondan kaçarım. -Peki, Osman b. Affan için ne dersin? -Ondan utanırım… Ham de çok… Nasıl ki, Rahman’ın melekleri de ondan utanır… -Peki, Ali b. Ebû Talib için ne dersin?... -Ah, onun elinden bir kurtulsam… O, kendi başına kalsa, ben de kendi başıma kalsam. O beni bıraksa, ben de onu bıraksam. Ben onu bırakırım ama O beni bırakmaz. İblis şöyle dedi: -Heyhat, heyhat!.. Ümmeti Muhammed’in saadeti nerede? Ben o belli vakte kadar diri kaldıkça, siz ümmeti Muhammed için nasıl ferah duyarsınız?... Ben onları kan mecralarına girerim, etlerine karışırım. Ama onlar, benim bu halimi göremez ve bilemezler. Beni yaratan ve baas gününe kadar bana mühlet veren Allah’a yemin ederim ki, onların tümünü azdırırım. Cahillerini ve alimlerini… Ümmilerini ve okumuşlarını… Fâcirlerini ve âbidlerini… Hâsılı bunların hiç biri elimden kurtulamaz. Fakat… Allah’ın hâlis kullarını… Evet, bunları azdıramam. Bunun üzerine soruldu: -Sana göre ihlâs sahibi olan muhlis kullar kimlerdir? Bu suale İblis şu cevabı verdi: -Bir kimse ki dirhemini ve dinarını sever… O Allah için bir ihlâsa sahip değildir. Bir kimseyi görürsem ki, dirhemini ve dinarını sevmez, övülmekten, methedilmekten hoşlanmaz… Bilirim ki o ihlas sahibidir. Hemen onu bırakır kaçarım. Bir kul malı ve övülmeyi sevdiği süre, kalbi de dünya arzularına bağlı kaldığı müddet, o size vasfını yaptığım kimseler arasında bana en çok itaat edendir. Bilmez misiniz ki, mal sevgisi büyük günahların en büyüğüdür. Bilmez misiniz ki, baş olma sevgisi yine günahların en büyükleri arasındadır. İblis anlatmaya devam etti: -Bilmez misiniz, benim yetmiş bin tane çocuğum var. Bunların her birini bir başka yere tayin etmişimdir. Sonra… o çocuğumla birlikte yine yetmiş bin tane şeytan vardır. Onların bir kısmını ulemâya gönderirim. Bir kısmını gençlere yollarım. Bir kısmını da meşâyihe saldım. Bir kısmını da ihtiyar kadınlara musallat ettim. Gençlere gelince, aramızda hiçbir anlaşmazlık yoktur. Onlarla gayet iyi geçiniriz. Çocuklara gelince, onlarla da, bizimkiler istedikleri gibi birlikte oynarlar. Bizimkilerin bir kısmını da âbidlerin başına dert ettim. Bir kısmını da zahidlerin. Onlar, bunların yanına girer, halden hale sokarlar. Bir tepeden öbürüne, hep dolaşıp dururlar. Öyle bir hal alırlar ki, başlarlar sebeplerden herhangi birine sövmeye. İşte böylece onlardan ihlâsı alırım. Onlar bu halleri ile yaptıkları ibadeti ihlassız yaparlar gayrı. Ama, bu hallerinin farkında olmazlar. İblis bundan sonra aldattığı bir rahibin hikayesini anlatmaya geçti, ve şöyle dedi: -Rahip Basisa tam yetmiş yıl ihlas ile Allah’a ibadet etti. Bu ibadetlerin sonunda ona öyle bir hal ihsan edilmişti ki, her dua ettiği hasta , duası bereketiyle şifayap oluyordu. Onun peşine takıldım, hiç bıkmadım… Zina etti, katil oldu, sonunda da küfre girdi. Bu o kimsedir ki, Allah-ü Teâlâ aziz kitabında onu şöyle anlatır: -“…Şeytanın hali gibidir ki, o insana: -Kafir ol... Dedi… Vaktâ ki o kâfir oldu, bu defa ona şöyle dedi: -Ben senden uzağım… Ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.” (59/16) İblis bundan sonra bazı kötü huyların üzerinde durdu ve onların her birinden nasıl istifade ettiğini anlattı… Namaz: -Namazı an be an tehir edene gelince, onu da anlatayım. O her ne zaman ki namaza kalkmak ister, tutarım, ona vesvese veririm. Derim ki: -Henüz vakit var, sen de meşgulsün, hele şimdilik işine bak, sonra kılarsın. Böylece o vaktinin dışında namazını kılar, ve bu sebepten onun kıldığı namaz yüzüne atılır. Şayet o kimse beni mağlup ederse, ona insan şeytanlarından birini yollarım, böylece onu vaktinde namaz kılmaktan alıkoyar. O bunda da beni mağlup ederse, bu sefer onun hesabını namazda görmeye bakarım. O namazın içinde iken: -Sağa bak, sola bak… Derim. O da bakar. O ki öyle yaptı… Yüzünü okşar, alnından öperim. Bundan sonra ona: -Sen ebedi yaramaz bir iş yaptın. Derim ve böylece onun huzurunu bozarım. Her kim namazda sağa sola çokça bakarsa, Allah onun namazını kabul etmez, yüzüne atar. Bunda da ona mağlup olursam, yalnız başına namaz kıldığı zaman yanına giderim ve ona, çabuk çabuk kılmasını emrederim. O da başlar namazını çabuk çabuk kılmaya. Tıpkı horozun gagası ile yerden bir şeyler topladığı gibi… Bu işi ona yaptırmakta da başarı kazanamazsam, bu sefer cemaatle namaz kılarken onun yanına varırım. Orada onun başına bir gem takarım, başını imamdan evvel rükûdan ve secdeden kaldırırım. İmamdan evvel de rükû ve secde yaptırırım. İşte… O böyle yaptığı için kıyamet günü Allah onun başını eşek başına çevirir. O kimse bunda da beni yenerse, bu defa ona namazda parmaklarını çıtlatmasını emrederim. Böylece o, beni tespih edenlerden olur. Ama bu işi ona namaz içinde yaptırmaya muvaffak olursam. Bunda da ona mağlup olursam, bu sefer ona tekrar giderim, namaz içinde iken burnuna üflerim. Ben üfleyince, o esnemeye başlar. Şayet o bu esneme esnasında elini ağzına kapamazsa, onun içine küçük bir şeytan girer, dünya hırsını ve dünyevi bağlarını çoğaltır. İşte… Bundan sonra o kimse, hep bize itaat eder, sözümüzü dinler, dediklerimizi yapar. Şeytan bundan sonra konuşmasına devam etti: -Ben onlara ne tuzaklar kurarım, ne tuzaklar!.. Miskinlerine, çaresizlerine ve zavallılarına giderim, namazı bırakmalarını emrederim ve onlara derim ki: -Namaz size göre değil, o Allah’ın âfiyet ihsan ettiği ve bolluk verdiği kimseler içindir. Sonra da hastalara giderim: -Namaz kılmayı bırak. Derim… Çünkü Allah-ü Teâlâ: -“Hastalara zorluk yok…” (24/61) Buyurdu. İyi olduğun zaman çokça kılarsın. Ve böylece o namazı bırakır. Hatta küfre de girebilir. Şayet o hastalığında namazını terk ederek giderse, Allah’ın huzuruna çıkarken Allah-ü Tealayı öfkeli bulur. Yalan: (İblis şöyle devam etti...) -Yalan bendendir ve ilk yalan söyleyen de benim. Her kim yalan söylerse, o benim dostumdur. Her kim yalan yere yemin ederse, o da benim sevgilimdir. Bilmez misiniz ben Âdem’e ve Havva’ya yalan yere Allah adına and içtim. -“Muhakkak, ben size nasihat ediyorum.” (7/16) Dedim… Bunu yaparım, çünkü yalan yere yemin gönlümün eğlencesidir. Gıybet-Koğuculuk: -Gıybet ve koğuculuğa gelince, onlar da benim meyvelerim ve şenliğimdir. Nikâh üzerine yemin etmek: -Her kim talak üzerine yemin ederse, günahkar olacağından endişe edilir. İsterse bir defa olsun, isterse doğru bir şeyin üzerine olsun. Her kim talakı ağzına alırsa, taa hakikat belli oluncaya kadar karısı ona haram olur. Onlar bu halleri ile kıyamete kadar meydana getirecekleri çocuklar hep zina çocuğu olur. Ağza alınan o talâk kelimesi yüzünden hepsi cehenneme girer. İblis’e aşağıdaki şekilde kısa kısa bazı sorular soruldu. O da bunlara cevap verdi: -Yâ lain, senin oturma arkadaşın kim: -Faiz yiyen. -Dostun kim? -Zina eden. -Yatak arkadaşın kim? -Sarhoş. -Misafirin kim? -Hırsız. -Elçin kim? -Sihirbazlar. -Gözünün nuru nedir? -Karı boşamak. -Sevgilin kim? -Cuma namazını bırakanlar. Bu defa başka bir mevzua geçildi ve şöyle dendi: -Yâ lain, senin kalbini kim kırar? -Allah yolunda cihada koşan atların kişnemesi. -Peki.. senin cismini ne eritir? -Tevbe edenlerin tevbesi. -Peki.. ciğerini ne parçalar, ne çürütür? -Gece ve gündüz Allah’a yapılan bol bol istiğfarlar. -Peki.. yüzünü ne buruşturur? -Gizli sadaka. -Peki.. gözlerini kör eden nedir? -Çokça cemaatle kılınan namaz. Bir başka mevzu da şöyle soruldu, İblis şöyle cevap verdi: -Rabbinden neler talep ettin? -On şey talep ettim. -Nedir onlar yâ lain? -Şunlardır: 1-Allah’tan diledim ki, beni Ademoğullarının malına ve evladına ortak ede. Bu ortaklık talebimi yerine getirdi, ki bu: “Onlara ortak ol.. Mallarına ve çocuklarına. Onlara vaad et. Halbuki Şeytan onlara en çok gurur vaad eder. (17/64) Âyeti celilesi ile sabittir. Her besmelesiz kesilen hayvanın etinden yerim, faiz ve haram karışan yemekten de yerim. Şeytandan Allah’a sığınılmayan malın da ortağıyım. Cinsi münasebet anında, şeytandan Allah’a sığınmayan kimse ile birlikte hanımı ile birleşirim… Ve o birleşmeden hasıl olan çocuk bize itaat eder. Sözümüzü dinler. Her kim hayvana binerken helal yola gitmeyi değil de aksini isteyerek binerse ben de onunla beraber binerim. Yol arkadaşı ve binek arkadaşı olurum. Bu da Âyet-i Kerime ile sabittir. Allah-ü Teâlâ bana şu emri verdi: Onlar üzerinde süvarilerinle, piyadelerinle yaygara çıkart. (17/64) 2-Allah-ü Teâlâ’dan diledim ki, bana bir ev vere… Bu dileğim üzerine hamamları bana ev olarak verdi. 3-Diledim ki, bana bir mescit vere. Pazar yerlerini bana birer mescit yaptı. 4-Benim için bir okuma kitabı vermesini istedim. Şiirleri bana okuma kitabı yaptı. 5-İstedim ki benim için bir ezan vere. Mezmurları verdi. Mezmur yada mizmar: 1-Kaval ile söylenen ilâhi, 2-Türk musikisinde eski bir çalgı, 3-Zebur sûrelerinin her biri, 4-Boğaz da ki nefes yolu, hançere, gibi anlamlar taşımaktadır. (Burada Mezmur kelimesi çalgı anlamında yahut sesi meydana getiren organların sefahat ve bireysel zevkler için kullanılması kasdedilmiştir. Asla Hz. Davud as. vahyedilen Zebur’un âyetleri olarak algılamamak gerekir. Hamdi Cenik) 6-Diledim ki, bana bir yatak arkadaşı vere, sarhoşları verdi. 7-Diledim ki bana yardımcılar vere, bunun için de kaderiye mensuplarını verdi. 8-İstedim ki bana kardeşler vere, mallarını boş yere israf edenleri verdi. Bir de masiyet yoluna para harcayanları. Bunlar da şu âyeti kerime ile sabittir: “O kimseler ki mallarını boş yere harcarlar. Onlar şeytanın kardeşleri olmuştur.” (17/27) 9-Allah’tan diledim ki Âdemoğullarını ben göreyim, ama onlar beni görmeyeler. Bu dileğimi de yerine getirdi. 10-Diledim ki Âdemoğullarının kan mecralarını bana yol yapa, bu da oldu. Böylece ben onlar arasında akıp giderim, gezerim, hem nasıl istersem!. Bütün bu isteklerimi verdi. “Hepsi sana verildi.” buyuruldu. Ve ben bu hallerimle iftihar ederim. Sonra… Şunu da ekleyeyim ki; benimle beraber olanlar, olmayanlardan çoktur. İşte böylece kıyamete kadar, Âdemoğullarının ekserisi benimle beraber olurlar. Bir başka mevzu da şöyle soruldu: -Sana göre insanların en saadetlisi (!) kimdir? -Namazlarını bilerek, kasten bırakanlar. -Peki.. sana göre insanların en şakîsi kimdir? -Cimriler. -Peki, seni işinden ne alıkoyar? -Ulema meclisleri. -Peki, yemeğini nasıl yersin? -Sol elimle ve parmaklarımın ucuyla. -Peki, sam yeli estiği zaman ve ortalığı sıcaklık bastığı zaman çocuklarını nerede gölgelendirirsin? -İnsanların tırnakları arasında. Bundan sonra İblis şöyle anlattı. -Benim bir oğlum vardır. Adı Ateme’dir. Bir kul yatsı namazını kılmadan uyursa, gider onun kulağına bevl eder. Eğer böyle olmasaydı, imkanı yok, insanlar namazlarını eda etmeden uyumazlardı. Benim bir oğlum daha vardır ki,onun adı da Mütekazi’dir. Bunun vazifesi de, yapılan gizli amelleri yaymaya çalışmaktır. Mesela bir kul gizli bir taat işlese, ve bu yaptığını da gizlemeye çalışırsa, Mütekazi onu dürter, en sonunda o gizli amelin yayılmasına ve açığa çıkarmaya muvaffak olur. Böylece Allah-ü Teâlâ o amel sahibinin yüz sevabının doksan dokuzunu imha eder, biri kalır. Çünkü bir kulun gizli yaptığı bir amel için tam yüz sevap verilir. Sonra benim bir oğlum daha vardır ki onun adı da Kühayl’dır. Bunun işi de insanların gözlerini sürmelemektir. Bilhassa ulemâ meclisinde ve hatip hutbe okurken. Bu sürme onların gözüne çekildi mi uyuklamaya başlarlar. Ulemânın sözlerini işitmezler, böylece hiç sevap alamazlar. İblis bundan sonra kendi durumunu anlatmaya başladı: -Bir kimseyi delâlete sürüklemek için elimde bir imkan yoktur. Ben ancak vesvese veririm ve bir şeyi güzel gösteririm… O kadar. Eğer delalete sürüklemek elimde olsaydı, yer yüzünde: “Lâ İlâhe İllallah, Muhammedün Rasûlullah” diyen herkesi, oruç tutanı ve namaz kılanı hiç bırakmazdım. Hepsini delalete düşürürdüm. Ben, kendisi için ezelde şekavet yazılan kimselere bir sebebim. Said olan kimse taa ana karnında iken saiddir, şaki olan da yine ana karnında iken şakidir. Saadet ehli kılan Allah, şekavet ehli kılan da Allah. “Bunlar taa sonuna kadar böyle değişik şekilde devam edecek.. Ancak Rabbın esirgedikleri hariç.” (11/118-119) “Allah’ın emri behemehâl yerini bulan bir kaderdir ” (33/38) Bundan sonra soruldu ki: -Yâ Eba Mürre, acaba senin bir Tevbe etmen ve Allah’a dönmen mümkün değil mi?... Bunun üzerine İblis şöyle dedi: - İş verilen hükme göre oldu… Kararı yazan kalem de kurudu… Kıyamete kadar olacak işler olacaktır. Beni şakilerin efendisi kılan ve cehennem ehlinin hatibi eyleyen Allah’tır. Ve O; bütün noksan sıfatlardan münezzehtir. Ve İblis cümlelerini şöyle tamamladı: -İşte bu söylediklerim son sözümdür, ve bütün söylediklerimi de doğru söyledim. Kitabın mütercimi merhum Abdülkadir Akçiçek’ e ait olduğunu anladığımız son kısım: Evvel, ahir, zahir, batın; âlemlerin Rabbı olan Allah’a hamdolsun. Efendimiz Muhammed Nebîye Allah salât eylesin… Keza onun Âline de… Ashabına da… Amin!... Bütün peygamberlere selâm… Âlemlerin Rabbi olan Allah’a da –tekrar- hamd olsun. Başka bir eserden “yansımalar” da buluşmak üzere hoşça kalın… Allah Muin’imiz osun!... |
||