SÜMMANİ BABA

Sümmani'nin gerçek adı Hüseyin olup, babası Kasımoğulları'ndan Hasan'dır. 1861 yılında Erzurum ili, Narman ilçesi, Samikale Köyü'nde doğmuştur. Kendileri bu köye Kafkaslardan gelmişlerdir. Babası köyde çobanlıkla geçimini sağlamakta idi. Hüseyin 10–11 yaşlarına geldiğinde, babasıyla birlikte çobanlık yapmaya başladı. Hüseyin'in danalarını otlattığı yer genellikle Ablaktaş'tır.

Bir gün hayvanlarını otlatmak için tek başına Şekerli Düzü'ne gider. Kendisine doğru bir atlının geldiğini görür. Atlı, Hüseyin'e selam verir ve adını öğrenmek ister. Ve çok aç olduğunu söyleyip ondan ekmek ister. Köylerinde nerede misafir olabileceğini sorar. Hüseyin dağarcığındaki üç arpa ekmeğinin yarısını atlıya verir. O'nun bu cömertliği atlının hoşuna gider ve şöyle der:

– Oğul, sana bir dua öğreteyim. Bu duayı kırk gün oku. Yüz tane taş say ve cebine koy. Her okuyuşta bir taş atarsın.

Hüseyin duâyı kırk gün okur ve son gün Ablaktaş'a gider. Babası o gün Cuma namazını kılmak için köyde kalır. Ablaktaş'taki çeşmenin yanında hayvanlarını otlatmaya bırakır. O da öğle namazını kılmaya niyetlenir. Daha önce babasıyla burada namaz kılarken namaz vaktini tesbit etmek için orada bir taş bellemişler. Güneş taşa isabet ettiği zaman öğle vakti giriyormuş. O gün de babasıyla yaptığı gibi güneşi takip ederken uykuya dalar.

Uykusunda, çeşmenin başında kırk yeşil güvercin görür. Sonra güvercinler birden kaybolur ve karşısında üç derviş belirir. Dervişler Hüseyin'e abdest aldırırlar ve birlikte namaza dururlar. Hatta bir dörtlüğünde der ki:

Vardım saf saf olup durmuş divana
Ben de el bağlayıp geçtim bir yana
Meylimi bağladım Bâri Sübhana
O güzel Allah'ı gözler gözlerim...

Daha sonra Hüseyin'i ortalarına alırlar. Hüseyin bakar ki dervişlerden birinin elinde bir tabla ve üç dolu bardak var. Derviş, bunları Hüseyin' in önüne getirir ve;

– Hüseyin, bu şerbetlerden bir tanesini iç bakalım der.

Hüseyin bardakların içindekileri şerbete benzetemiyor. Kendisini kandırdıklarını, ona içki içireceklerini sanıyor. Ne kadar ısrar ediyorlarsa da içmiyor. Bunun üzerine birisi Hüseyin'in ellerini tutuyor, birisi de parmağını bardağa batırıp ağzına sürüyor. Tam bu esnada uykudan uyanıyor. Bakıyor ki, ne derviş var ne de şerbet. Fakat ağzında inanılmaz bir lezzet hissediyor.

– Öylece bir daha uykuya dalıyor. Uykuda yine karşısına dervişler çıkıyor. Tam eline bardağı alıp içmeye hazırlanıyor ki, dervişler şöyle diyor:

– Oğul, buna aşk bâdesi derler. Sevdiğin kız aşkınadır. Kızın adı Gülperi'dir. Bedahşah kentinde Şah Abbas'ın kızıdır. Sen O'nun, O da senindir. Birbirinizle âşık-maşuk'sunuz. Dervişlerden biri Gülperi'nin cemâlini gösterir. Üç bardak Hüseyin'e, üç bardak ta Gülperi'ye verirler. Yeşil mürekkeple yazılı bir kitap okuturlar.

Şiirinde bundan şöyle bahseder:

Üç harf okuttular yeşil yapraktan
Okudum harfini noktasın tek tek...

Hüseyin uykudan uyandığında ne Gülperi Han vardır ne de dervişler. Danaları da etrafta göremeyince köyün yolunu tutar. Köye varmak üzereyken bir atlıyla karşılaşır,

– "Hüseyin, korkma oğlum, sen ereceğine erdin. Bundan sonra senin mahlasın Sümman, dünyada kavuşmak senin için haram" der. Sümmani, "Sonuncu, sona ait" anlamına gelmektedir.

Hüseyin köye varınca annesini, babasını uyandırır. Babası da ertesi sabah köylülere, çobanlığı bıraktıklarını söyler. Aradan otuz kırk gün geçer, günler geçtikçe Hüseyin'in aşkı da ziyâdeleşir. Herkes, onun hastalandığını, cin'e, peri'ye karıştığını zanneder. O zamanlar köyde sıra geceleri düzenlenirmiş. Hüseyin de bir akşam babasına yalvarır, gecelere katılmak istediğini söyler. Babası da dayanamayıp götürür. Sıra kendisine gelince, bazı kimseler, O'nun çocuk olduğunu söyleyerek atlamak isterler. Köylülerin bu davranışını kabul etmeyerek, türkü söylemek istediğini belirtir ve söze başlar:

Uyandım gafletten oldum perişan
Bir nur doğdu âlem oldu ürüşân
Selâm verdi geldi üç-beş dervişân
Lisanları bir hoş sedasın tek tek

Lisanları bir hoş eyler avazı
Onlarda mevcuttur ilm-ü el fazı
Dediler: Vaktidir kılak namazı
Aldılar abdestin edasın tek tek

Aldılar abdesti uyandım habran
Aslımız yapılmış hak ü turabdan
Üç harf okuttular yeşil yapraktan
Okudum harfini noktasın tek tek

Okudum harfini zihnim bulandı
Yalelerim göz göz oldu sulandı
Baktım çâr etrafa kadeh dolandı
Nûş ettim kırkların mahlesin tek tek

Nûş ettim badesin gördüm rengini
Tam on sekiz saat sürdüm cengini
Yâr yüzünde saydım üç beş bengini
Halhalın altında hırdasın tek tek

Dediler: Sümmani gel etme meram
Adamı çürütür dert ile verem
Sen içün dünyada kavuşmak haram
Hüdam böyle salmış kalemin tek tek

Koşma bitince köylüler şaşırır. Onun bâdeli bir âşık olduğunu anlarlar. Fakat henüz saz çalmasını bilmemektedir. Babası ile bir gün Erzurum' a giderler. Burada âşıkların çalıp söylediği kahvelere devam eder. Sazın perdelerini ve mızrabı tutmayı öğrenir. Köye döndüğünde her akşam köylüyü toplayıp saz çalar. Günler ayları, aylar yılları kovalar Sümmani köyde duramaz ve sevdiğini aramaya karar verir. Önce Kafkaslara, oradan İran'a gider. İran–Turan illerini dolaşır. Bedahşah'ı tanıyan, Gülperi'nin adını duyan bir Allah kuluna rastlayamaz. Hint, Afgan topraklarına gider. Onun bu gurbeti yaklaşık beş yıl sürmüştür. Günlerden bir gün rüyasında pîrini görür. Pîri O'na Kırım'a bir seyâhate çıkmasını söyler. Sümmani yanına sofisini alıp Kırım yolculuğuna çıkar. Kışı Kırım'da geçirir. Yaz gelince tekrar köyüne döner. Sümmani artık, hareket kabiliyetini yavaş yavaş kaybederek duraklama dönemine girmektedir.

Devrin büyük şairlerinden Erbabî'yi mât eder. Başarıları Erzurum Valisi'nin kulağına kadar gider. Sümmani bir zaman sonra Posof’a gider. Aşığı oradan Suskap köyüne Zülalî'nin yanına götürürler. O sırada ünü Kars'ı, Ardahan'ı, Erzurum'u kaplamış olan Âşık Şenlik'te oradadır. Üçünden bir atışma isterler. İlk sözü Sümmani alır:

Âdem Sefiyullah makam-ı peder
Cennet'te ihvan bir kere düştü
''Sürün'' dedi, mollam takdir-i kader
Cennetten dünyaya bir kere düştü

Şenlik:

Hışm-ı nar içinde gülistan gözü
İbrahim Safa'ya bir kere düştü
İsmail' e gelen koç kurban kuzu
Cennet'ten Mina'ya bir kere düştü

Zülalî:

Türabdan bir avuç Hak aldı kaddes
Bu zemin lerzeye bir kere düştü
Beytullah yerine Beytü'l Mukaddes
Kuruldu Kâbe’ye bir yere düştü

Sümmani'nin esas amacı, Şenlik ile meydan edilmekti. Günün birinde Samikale köyünden, Sefilî isminde birisi, Âşık Şenlik'in yaşadığı Kars'ın Çıldır İlçesi'nin Suhara Köyü'ne gider. Kendisini Âşık Sümmani olarak tanıtır. Fakat mât olup, sazını bırakarak köyüne geri döner. Bu olayın ardından Âşık Şenlik, Ardahan'a gider. O sırada Âşık Sümmani ile Ahmet Onbaşı adında biri de Şenlik'in köyüne gelirler. O yörede önemli bir konuma sahip olan, Haşimoğulları'ndan Celal Bey ve Şerif Bey'le karşılaşırlar. Her ikisi de, bir süre önce köye gelip kendisini Sümmani olarak tanıtan âşıktan, onun Şenlik'le yaptığı karşılaşmadan bahsederler. O zaman, Sümmani kendi şanını kurtarmak için Âşık Şenlik'le karşılaşmak istediğini söyler. Şenlik, Ardahan'dan köye çağrılır. Neticede bir araya gelirler. Hem tatlı tatlı sohbetler ederler hem de atışırlar. Sonunda yenişemeyip, kardeş olduklarını ilân ederler. Sümmani birkaç gün sonra köyüne geri döner. Fakat zaman Gülperi'yi unutturamamıştır. Köylüleri ona rastlayıp konuşturdukları zaman, O da şu şiirini söyler:

Ervah-ı ezelde levh ü kalemde
Bu benim bahtımı kara yazdılar
Gönül perişandır devr-i âlemde
Bir günümü yüz bin zara yazdılar

Gönül gülşeninde hâr oldu deyu
Hasretlik ismimde var oldu deyu
Sevdiğim, sevdiğin pîr oldu deyu
Erbab-ı garezler yâre yazdılar

Dünyayı sevenler veli değildir
Canı terk edenler deli değildir
İnsanoğlu gamdan hali değildir
Her birini bir efkâra yazdılar

Nedir bu sevdanın nihayetinde
Yadlar gezer yârin vilayetinde
Herkes diyarında muhabbetinde
Bilmem bizi ne civara yazdılar

Döner mi kavlinden sıdk-ı sadıklar
Dost ile dost olur bağrı yanıklar
Aşk kaydine geçti bunca âşıklar
Sümmani'yi ''Derkenara'' yazdılar

Aşık artık gerileme dönemine girmiştir. Bir gece rüyasında Gülperi işaret almadan gurbete çıkmaması yolunda tembih eder. Bu duruma çok üzülür. Zaman zaman Erzurum'a gidip gelmektedir. Erzurum'da bulunduğu günler kahvede otururken arkadaş ve dostları sözü eski günlerden açıp. Sümmani'ye Gülperi ile olan aşkını anlattırmak isterler. Artık ihtiyardır. Sazını eline alır ve şu şiirini söyler:

Tarih seksen dokuz on bir yaşımda
Cem oldu başımda iş birer birer
On sekiz yıl sürdü yârin peşinde
Akıttım gözümden yaş birer birer

Görmedim dünyada bir şadlık demi
Geçti civan ömrüm, gülmem encamı
Her boyun sistemi, feleğin kahrı
Vurdu her taraftan taş birer birer

Sümmani'yim hani benim otağım?
Gün be gün bulandı dalım, budağım
Devroldu devranım, çevrildi çağım
Döküldü dihenden diş birer birer

Bir gün gençliğini hatırlayıp Ablaktaş'a gider. Çobanlığı bıraktığından beri buraya hiç gitmemiştir. Orada oturur, uzun uzun düşünür, çalar, söyler. Bu dönemlerde, sadece kahvelerde çalıp söylemektedir.

Bu sıralarda, Gülperi de Sümmani'den haber alamadığı için üzülmektedir. Bir gün Bedahşah'tan tellal çağırttırır ve Sümmani'yi aratmak için iki kardeş görevlendirir Sümmani'yi bunlara iyice tarif eder. Aradan günler, aylar geçer. İki kardeş Kafkas taraflarına gelirler. Bir ara gözlerine bir adam ilişir. Adamlara Sümmani adında birisini aradıklarını söylerler. Adamlar:

– Biz O'nun akrabalarındanız. O yakında öldü. Gülperi adında bir kızı sevmişti. Bu kızın aşkı için pîr elinden bâde verilmişti. İşte o vakitten beri Sümmani Gülperi'nin aşığı olmuştu. Daha ölmeden bir kaç gün evvel rüyasını görmüştü. Günlerce ağladı, son dakikasına kadar Gülperi'nin acılarını çekti. Sonunda da O'na hasret gitti.

İki kardeş, Sümmani'nin ölümüne çok üzülürler. Geri dönerler ve doğruyu Gülperi'ye söylemeye karar verirler. Şah'ın sarayına yaklaşırlar ve görürler ki bir cenaze kalkmaktadır. Meğer bu da Gülperi'nin cenazesidir.

Sümmani, Samikale Köyü'nde, 5 Şubat 1915 tarihinde vefat etmiştir.
Allah azze ve celle rahmet eylesin.

1901 yılının ilkbaharında Âşık Şenlik ile yaptığı bir atışma şöyledir:

 Aldı Şenlik:

Kimler aldı bu dünyanın yaşını

Kimler gördü hayalini düşünü

Kimler verdi Beytullah’ın taşını

Ara ki bulasın Âşık Sümmani

 Aldı Sümmani:

Felek aldı bu dünyanın yaşını

Hem de gördü hayalini düşünü

Arafat dağ verdi onun taşını

Onu ben bilirim Usta Şenligi

 Aldı Şenlik:

Kimler bilir bu dünyanın huyunu

Kimler gördü gerdanını boyunu

Kimler verdi Muhammed’in suyunu

Ara ki bulasın Âşık Sümmani

 Aldı Sümmani:

Felek bilir bu dünyanın huyunu

Hem de gördü gerdanını boyunu

Semadan melekler verdi suyunu

Onu ben bilirim Usta Şenligi

 Aldı Şenlik:

Şenlik der ki bu dert meni götürür

Bir gün olur menzilime yetirir

Cennet-i Ala’da kimler oturur

Ara ki bulasın Âşık Sümmani

 Aldı Sümmani:

Sümmaniyem hasret beni götürür

Götürür de muradıma yetirir

Cennet-i Ala’da  Idris oturur

Ben onu bilirim Usta Şenligi

 

Diğer bir atışmaları da şöyledir:

Aldı Şenlik:

Derdim ondur dokuzunu demezem ağyare men

Sekizinde bir arzum var yediden avare men

Beş benim kisb ü kârımdır dörde kıldım temenna

İkiye muhabbetim var yalvarıram bire men

 Aldı Sümmani:

Elestü bezminde geldim Hak ile ikrara ben

Hamdolsun, hamd ü senalar düşmedim inkâra ben

Âdemi âdem eyleyen ârif-i irfan imiş

Ya niçün can feda kılmam öyle bir Hünkâra ben

 Aldı Şenlik:

Otuz iki derdim vardır kırk sekiz dava ile

Üç yüz altmışaltı burca on iki sahra ile

Çardır mezhep çardır kitap çar gönül sevda ile

Okudum ezber eyledim çıkmadım kenare men

 Aldı Sümmani:

Otuz iki farzı beyan kırk sekiz cuma ile

Üç yüz altmışaltı gündür tam on iki ay ile

Okudum ezber eyledim ilm ile imla ile

Tasdik ve ikrar eyledim düşmedim inkâra ben 

Aldı Şenlik:

Elli dört farzın içinde demim var devranım var

Yetmiş bin mahbub içinde bir şah-ı hubanım var

Altı bin altı yüz altmışaltı dert-dermanım var

Şenlik’em ta haşre kadar yâr oldum o yâre men

 Aldı Sümmani:

Elli dört farzı beyan eyledim âyet be âyet

Yetmiş bin mahbub içinde Habib-i Nur-ı Ahmet

Altı bin altı yüz altmışaltı ayet beyyinat

Sümmanîyem gulam oldum böyle haznedâra ben

 


 

HECE TAŞLARI DERGİSİNDEN...


ÂŞIK SÜMMANÎ ve ERZURUM ÂŞIKLIK GELENEĞİ

Prof. Dr. Metin ÖZARSLAN

Asıl adı Hüseyin olan Âşık Sümmanî, 1862 yılında Erzurum’un Narman ilçesine bağlı Samikale köyünde doğmuştur. Rüyasında gördüğü Gülperi adındaki hayalî sevgiliyi aramak için elinde sazla Kafkasya, İran, Kırım ve Afganistan’ı dolaştığı rivâyet edilen Âşık Sümmanî devrinin ünlü âşıklarıyla atışmalar yapmıştır (Yağmurdereli 1939, Kardeş 1963). Ustası Erbabî’dir. Sümmanî, zamanının en tanınmış ve kudretli âşıklarındandır. Şöhreti günümüze kadar ulaşan âşığın tesiri devam etmektedir.Âşık Sümmanî, Âşık Şenlik ile birlikte, Doğu Anadolu bölgesi âşıklık geleneği içinde çağdaşlarını ve kendinden sonra gelen bütün âşıklar üstünde tesir bırakan iki âşıktır. Bu iki âşığın gerek söz gerek müzik olarak Doğu Anadolu bölgesi içinde [Erzurum, Kars, Ağrı, Van, Erzincan, Bayburt] ortaya koyduğu eserler günümüz âşıklarınca yaşatılmaktadır. Bâdeli âşıklardan olan (Günay 1986) Âşık Sümmanî aynı zamanda tarikat ehli bir âşık olup Rufaî şeyhi Sanamerli Ahmet Baba’ya intisap etmiştir (Aras 1997).Şiirlerinin edebî değeri yüksektir. 1915 tarihinde ölen Âşık Sümmanî, her yıl ölüm yıldönümünde,Samikale’de bulunan mezarı başında anılmaktadır (Aslan 1972). Hakkında birçok araştırma yapılmıştır(Kardeş 1982). Oğulları Şevki [Mahtumî] ve Fahri Çavuş kendinden sonra hikâyeci olarak geleneği sürdürmüşlerdir. Torunlarından merhum Nusret Yazıcı [Torunî] ve Hüseyin Yazıcı [Sümmanîoğlu] geleneği günümüzde sürdüren âşıklardandır.

Âşık Sümmanî, geleneği kendi etrafında yönlendirebilecek seviyede güçlü ve kendisinden sonra etkisini devam ettiren şöhretli bir âşıktır. Âşık Erbabî’nin yaşlılık döneminde âşıklığa başlayan Sümmanî’ bugünkü şekliyle, düzenli mânâda bir icra töresine XIX. yüzyılda kavuşan Erzurum âşıklık geleneği için başlangıç sayılabilecek en güçlü âşıktır (Yağmurdereli 1939). Erzurum âşıklık geleneğinde, icra töresi ile ilgili şimdilik bilinen en eski karşılaşma örneği Erbabî-Sümmanîkarşılaşmasıdır (Yağmurdereli 1939: 35-36). İşte mezkûr karşılaşmaya dayalı olarak, Erzurum’da âşıklık geleneğinin icra töresi bakımından belirginleşip, kurumlaşarak tekâmül noktasına ulaşması XIX. yüzyıl olarak kabul edilebilir (1).

Erzurum’da Âşık Sümmanî Kars’ta Âşık Şenlik (2) yaşadıkları dönemdeki sosyal münasebetler dolayısıyla karşılaşmışlar ve birbirlerinden etkilenmişlerdir (3). Bu iki güçlü âşık arasındaki münasebet Kars ve Erzurum’da halk arasında canlı bir şekilde, neredeyse menkıbe seviyesinde anlatılmaktadır.Halk rivayetlerine göre aralarında geçen karşılaşmadan sonra yenişememişler ve Âşık Şenlik’in annesi tarafından kardeş ilan edilmişlerdir (Aslan 1975). Bu hadise dolayısıyla birinin geçtiği yerde diğerinin de mutlak suretle anıldığı her iki âşık, gerek Erzurum’da ve gerekse Kars’ta hem âşıklar, hem de halk arasında üstad [usta/baba] kabul edilmektedirler. “XIX. yüzyıl sonlarında Doğu Anadolu’nun iki çağdaş âşığı Şenlik ile Sümmanî, âşıklık geleneğinin okulu işlevini görmüşlerdir. Çıldır’da Şenlik, Narman’da Sümmanî. Bunların etrafından toplanmış genç âşıklar, yıllarca bu iki ustanın çıraklığını yapmış ve onların tekniği ile yoğrulmuş olarak yetişmişlerdir. Nalbant İshak Kemalî, Bardızlı Nihanî, Ovacıklı Ummanî ve Yaşar Reyhanî gibi Erzurumlu âşıklarla, Çoruh boyu âşıklarında Sümmanî’nin kuvvetli etkisi görülür. Diğer yandan Âşık Şenlik son dönemlerde Doğu Anadolu’da büyük âşıklar yetiştiren geleneğin gerçek hocası veya onların tanımıyla pîridir” (Aslan 1992: 20).

Bugün Erzurum ve Kars çevresinde devam etmekte olan Doğu Anadolu bölgesi âşıklık geleneği icra töresi bakımından bu iki usta âşığın icralarına göre gelişme göstermiştir. Âşık Sümmanî ve Âşık Şenlik karşılaşmalarından sonra âşık fasıllarının daha sistemli bir hâle gelmiştir (Özder 1965; Kartarı1977). Âşık fasıllarının icra ve seyrinde Âşık Sümmanî ve Âşık Şenlik’in karşılaşmalarının etkileri hissedilmektedir (Özarslan 1997). Bu durum iki zirve şahsiyeti Doğu Anadolu âşıklık geleneğinde başköşeye oturmuştur. Konu ile ilgili araştırmalarda tespit edilen bilgiler ışığında iki âşığın karşılaştıklarında deyişmelerini aşağıdaki “dîvân” ile başlattıkları ve birbirlerini sınadıkları bilinmektedir:

Şenlik

Derdim ondur dokuzunu demezem ağyare men
Sekizinde bir arzum var yediden avare men
Beş benim kisb ü kârımdır dörde kıldım temenna
İkiye muhabbetim var yalvarıram bire men

Sümmanî

Elestü bezminde geldim Hak ile ikrara ben
Hamdolsun, hamd ü senalar düşmedim inkâra ben
Âdemi âdem eyleyen ârifin irfan imiş
Ya niçün can feda kılmam öyle bir Hünkâra ben

Şenlik

 
Otuz iki derdim vardır kırk sekiz dava ile
Üçyüz altmışaltı burca on iki sahra ile
Çardır mezhep çardır kitap çar gönül sevda ile
Okudum ezber eyledim çıkmadım kenare men

Sümmanî

Otuz iki farzı beyan kırk sekiz cumayile
Üç yüz altmışaltı gündür tam on iki ay ile
Okudum ezber eyledim ilm ile imla ile
Tasdik ve ikrar eyledim düşmedim inkâra ben

Şenlik

Elli dört farzın içinde demim var devranım var
Yetmiş bin mahbub içinde bir şah-ı hubanım var
Altı bin altı yüz altmışaltı dert-dermanım var
Şenlik’em ta haşre kadar yâr oldum o yâre men

Sümmanî

Elli dört farzı beyan eyledim âyet be âyet
Yetmiş bin mahbub içinde Habib-i Nur-ı Ahmet
Altı bin altı yüz altmışaltı ayet beyyinat
Sümmanîyem gulam oldum böyle haznedâra ben

(Özbek 1969; Özder 1965; Kartarı 1977)

Bu dîvân günümüzde de Doğu Anadolu bölgesi âşıkları tarafından sık sık söylenmektedir. Yöre âşıkları, fasılları yine bir dîvânla açmakta; Âşık Şenlik ve Âşık Sümmanî’ye ait deyişme karşılaşma örneklerini ve kendi müstakil şiirlerini, her iki âşığa has tavır ve eda ile terennüm etmektedirler. Özellikle günümüz âşıkları arasında usta malı olarak bu iki büyük âşığa ait verimleri bilmeyen âşık yok gibidir. Erzurum ve Kars yöresi âşıklarının icralarına ezgi açısından bakıldığında da Kars yöresi âşıklarının Âşık Şenlik, Erzurum yöresi âşıklarının da Âşık Sümmanî tavrı ve edasıyla çalıp çağırma kaygısı görülmekte ise de, bu durum çok kesin sınırlarıyla belirginleşmemiştir. Birbirlerinden, ayakta dolaşarak veya oturarak çalıp söylemenin ve icralarında kullandıkları kimi âşık havalarının dışında çok belirgin farkları olmayan iki şehir âşıklarının aynı gelenek dâiresi içinde bulunduklarını söylemek mümkündür. Kendilerini biraz da şahsî tercihler ve rekabetten dolayı birbirlerinden üstün gören yöre âşıklarının icralarında Erzurum’da Âşık Şenlik tavrı, Kars’ta Âşık Sümmanî tavrıyla karşılaşabiliriz. Hatta Âşık Şenlik’in Erzurum üzerindeki etkisinin, Sümmanî’nin Kars üzerindeki etkisinden daha ağır bastığını söylemek mümkündür.

Günümüzde gerek Erzurum’da, gerek Kars’ta ve gerekse bu yöreler dışında Doğu Anadolu âşıkları, her hangi bir sebeple icra etkileri âşık fasıllarında “usta malı dîvân ” olarak yukarıda verilen Âşık Şenlik - Âşık Sümmanî karşılaşması dîvânı, diyalog şeklinden ayırarak da söylemektedirler (4). ÂşıkŞenlik ve Âşık Sümmanî’nin karşılıklı olarak söyleştikleri bu dîvânın, günümüz âşıkları arasında bölünmüş bir şekilde çalınıp söylendiği, alan araştırmalarında tesbit edilmiştir (Özarslan 2001). Ankara Gençlik Parkı Âşıklar Kahvehânesi’nde Kasım 1996 yılında yapılan programlardan birinde bu karşılıklı dîvândan Âşık Şenlik’e ait olan kısmın “Şenlik Dîvânı” adı altında Âşık Şeref Taşlıova tarafından aşağıdaki şekilde okunmuştur:

Derdim ondur dokuzunu demezem ağyare men
Sekizinde bir arzum var yediden avare men
Beş benim kisb ü kârımdır dörde kıldım temenna
İkiye muhabbetim var yalvarıram bire men

Otuz iki derdim vardır kırk sekiz dava ile
Üçyüz altmışaltı burca on iki sahra ile
Çardır mezhep çardır kitap çar gönül sevda ile
Okudum ezber eyledim çıkmadım kenare men

Elli dört farzın içinde demim var devranım var
Yetmiş bin mahbub içinde bir şah-ı hubanım var
Altı bin altı yüz altmışaltı dert - dermanım var
Şenlik’em ta haşre kadar yâr oldum o yâre men

Buna karşılık Erzurum’daki alan araştırmalarının birinde, bu deyişme/ dîvânın Sümmanî’ye ait olan kısmının 1996 yılı Şubat ayında Âşık İsrafil Daştan tarafından “Sümmanî Dîvânı” olarak aşağıdaki şekilde okunduğu da tesbit edilmiştir:

Elestü bezminde geldim Hakk ile ikrara ben
Hamdolsun, hamd ü senalar düşmedim inkâra ben
Âdemi âdem eyleyen ârifin irfan imiş
Ya niçün can feda kılmam öyle bir Hünkâra ben

Otuz iki farzı beyan kırk sekiz cuma ile
Üç yüz altmışaltı gündür tam on iki ay ile
Okudum ezber eyledim ilm ile imla ile
Tasdik ve ikrar eyledim düşmedim inkâra ben

Elli dört farzı beyan eyledim âyet be âyet
Yetmiş bin mahbub içinde Habib-i Nur-ı Ahmet
Altı bin altı yüz altmışaltı âyet beyyinat
Sümmanî’yem gulam oldum böyle haznedâra ben

Yukarıda, ayrıştırarak söylendiğini tesbit edilen dîvân, günümüz âşıkları tarafından eski şekliyle karşılıklı olarak da okunmaktadır Özarslan 2001). Geçmişte ve günümüzde Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi [Erzurum - Kars ve çevre iller] âşıklık geleneği icra töresi bakımından örtüşmektedir. Başka bir ifade ile Erzurum âşıklık geleneği Kars âşıklık geleneği ile –kullanılan bazı âşık havalarına ilişkin küçük farklılıklar dışında– aynı özelliktedir. Bu benzerlikte hiç şüphesiz Kars’ta üstad kabul edilen Âşık Şenlik’in tesirine benzer bir tesiri Erzurum’da ortaya koyan Âşık Sümmanî’nin payı vardır. Sözümüzü Âşık Sümmanî’nin bir şiiri ile bağlayalım.

Ya ben derdim kime şekva edeyim
Hicran benim, firkat benim, verem ben
Hangi bir tabibi sual edeyim
Mecruh benim, Lokman’ı ben, saran ben.

Bu dert bende olur mu ki hiç nihan
Kişi kemâline bu mudur nişan
Soldu güller bozulalı gülistan
Bahçesi ben, bahçıvan ben, deren ben.

Vefalılar acır sandım ben anı
Çıktım yola arda koydum vatanı
Kime sual edem ben o cânânı
Gelici ben, gidici ben, varan ben

Ehvalime nice çekeyim aman
Harap oldum anı gördüğüm zaman
Bakmadı ahıma ol şeh-i hûban
Aldanan ben, sızlanan ben, yeren ben.

Ben gözümü senden etmem hiç beri
Söyle güzel nasıl dönem ben geri
Ne idem de unutam o gözleri
Ülfet eden, nefret eden, gören ben.

Sümmanî der vardım cânân eline
Rahm etmedi gözlerimin seline
Her varımı, her yoğumu elime
Teslim edip, teslim olup, veren ben
(Kardeş 1963).

 



DİPNOTLAR

1 - Erzurum çevresi âşıklık geleneğinin icra töresi Azerbaycan âşıklık geleneği ile benzerlik arz etmekte olup,teşekkülleri nokta-i nazarından Azerbaycan ve Türkiye âşıklık geleneğinin ayrı düşünülmemesi icap eder (Oğuz 1995). Günümüzde Doğu Anadolu bölgesinde olduğu gibi, Azerbaycan’da da canlı biçimde yaşayan bu geleneğin Azerbaycan sahasındaki bilinen ilk temsilcisi Kurbanî’dir. Tufarganlı Abbas, Hasta Gasım,Âşık Valeh ve Dellek Murat gibi diğer gelenek temsilcileri günümüz icrasında kullanılan
“sicilleme” ve“tecnis” gibi gelenek verimlerini meydana getirmişlerdir (Ahundov vd.1983). XVI.-XIX. yüzyıllar arasında bu âşıkların çoğunluğu âşık tarzı şiirin muhtelif şekillerinde (Yıldırım 1984) yüzlerle ifade edilen verimleri yanında halk hikâyelerinin musannifleri olarak da temayüz etmişlerdir.

2 - Doğu Anadolu âşıklık geleneği içinde mühim bir yere sahip olan Çıldırlı Âşık Şenlik “âşıklık kültürünü Azerbaycan’dan almış”tır. Azerbaycanlı Hasta Hasan’dan onun çırağı Âşık Nuri vasıtasıyla etkilenmiş ve yine Azerbaycan’ın güçlü âşıklarından Âşık Elesger’e tesir etmiştir (Aslan 1975: XII, 16).

3 - Âşık Şenlik ve Âşık Sümmanî karşılaşmaları hakkında ayrıca bkz. (Düzgün 2000).

4 - Âşık Şenlik ve Âşık Sümmanî hakkında yazılan kitaplarda da iki âşığın karşılıklı olarak söyledikleri bu dîvân ayrıştırılmış olarak verilmektedir. Bu sebeple âşıklar arasındaki bu uygulama âşıkların yazılı kaynaklardan faydalandıklarını gösteren delillerden biri sayılabilir.