MEVZÛU:
İMAM-I RABBANİ Hz. bazı garip hallerini beyan etmekte ve bazı zaruri işlerini
sormaktadır.
***
NOT:
İMAM-I RABBANİ Hz. bu mektubu, pek keremli şeyhi
Bakibillah'a yazmıştır.
***
Kulların en küçüğü AHMED'den bir arzuhaldir.
Arştan öte bir makam var ya,
işte ruhumu orada buldum. (Yani: Melekût âleminde..) Ama, manevî bir yükselme
yolu ile.. Bu makamda, Hâce Nakşibend Hz.nin özel bir yeri vardır.
Allah-ü Teâlâ, onun kudsiyetini artırsın.
Aradan bir süre geçti; bu maddî
bedenimi de orada buldum.
Bu sıralarda bana şöyle geldi: Felekiyattan,
unsuriyattan alta inen bu âlemden ne bir isim, ne de bir resim var. Hem de tam
manası ile..
Bu çıktığım makamda, ancak büyük velîlerden bazıları vardı..
Şu anda, bu âlemin tamamını, mahal ve makam olarak, kendime ortak buluyorum;
bunun için de hayret hâsıl oluyor. Şundan ki: Kendimi tam manada yabancıların
varlığı ile beraber görüyorum.
Hasılı: Bazan öyle halet zuhura geliyor
ki, onda ne ben kalıyorum; ne de bu âlem.. Sonra, daha başka bir şey de zuhura
gelmiyor; ne nazarda, ne de ilimde..
Anlattığım hal, şu ana kadar devam
edip geldi. Bu âlemin varlığı ı nazardan ve ilimden yana kapalı durmaktadır.
Sonra..
Bu makamda, büyük bir köşk peydah oldu. Ona merdivenler
kurulmuştu: çıktım.
Anlatılan makam, âlem misali tedricî bir surette
indi; an be an kendimi onda yükselir buldum. Tam olarak, iki rekât şükür namazı
kıldım.
Bunu takiben, gerçekten üstün bir makam zahir oldu. Orada DÖRT
NAKŞİBENDÎ BÜYÜĞÜNÜ GÖRDÜM. (DÖRT NAKŞİBENDİ BÜYÜĞÜ GÖRDÜM:
Cümlesi ile şu zatlara işaret edilmiş olabilir: Hâce Abdülhalik Gucdüvanî, Hâce
Muhammed Bahaeddin Naksibend, Hâce Alaeddin Attar, Hâce Ubeydullah Ahrar.
Sırlarının kudsiyeti artsın.) Allah-ü Teâlâ, sırlarının kutsiyetini
artırsın.
Bu makamda, anlatılan zatlardan başka meşâyih dahi vardı.
Meselâ: SEYYİD'ÜT-TAİFE ve daha başkaları.. (SEYYİD'ÜT -
TAİFE: Bu zat, Ebülkasim Cüneyd b. Muhammed olup daha çok CÜNEYD-İ BAĞDADÎ
lakabı ile bilinir. Sırrının kudsiyeti artsın.)
Meşâyihten
bazıları, anlatılan makamın üstünde idiler. Ama oturmuş, bu makamın sütunlarına
tutunmuşlardı. Bazıları da, değişik derecelerine göre, bu makamın altında
bulunuyorlardı.
Kendimi, cidden bu makama yabancı buldum; o kadar ki:
Kendim için bu makamla hiç bir münasebet görmüyordum.
Anlatılan bu
vakıadan ötürü; kendimde tam bir ıstırap hâsıl oldu; o kadar ki: Deli olmama
ramak kaldı. Hüznün, esefin şiddetinden ruhum bedenimden ayrılacak hale geldi.
Anlatılan hal, uzun bir süre devam edip gitti. Sonradan, üstün teveccühlerinizin
bereketi ile; kendimi o makama münasip gördüm.
İlk önceleri, başımı bu
makamın hizasında buldum. Sonra tedricen yükseldim; o makamın üstünde oturdum.
Daha sonra, hatırıma şöyle geldi: Burası, tam tekmil makamıdır; sülûkun tamama
ermesinden sonra, oraya vâsıl olunur. Sülûkunu tamamlamayan meczubun burada
alacağı haz yoktur.
Bu sırada aklıma şöyle geldi: Bu makama kavuşmak,
sizin hizmetinizde bulunduğum sırada gördüğüm rüyanın neticelerindendir. Bu
vakıa (rüya) şöyle olmuştu:
Efendimiz Hazret-i Ali'yi r.a. gördüm. (Kv.)
Geldi; şöyle dedi:
— Semaların ilmini sana öğretmek için geldim.
İyi dikkat edince gördüm ki: Bu makam, sair Hulefâ-i Râşidin arasında Hz. Ali'ye
(Kv.) mahsustur. Allah onların hepsinden razı olsun.
En iyi bilen, Yüce
Subhan Allah'tır.
***
Yukarıdaki hususları anlattıktan sonra,
maruzatımı aşağıda sıralayacağım.
BİR:
Bana öyle geliyor ki; kötü
huylar, zaman zaman kalkıyor. Onlardan bazısı, bedenden iplik gibi çıkıyor;
bazısı da kurt gibi..
Bazı zamanlar, şöyle düşünüyorum: Onların hepsi
ayrılıp gidiyor, sonradan, bir başka, vakitte zuhur ediyor.
İKİ:
Bazı marazların ve sıkıntıların defi için teveccühe dairdir. Bu iş için, başta
Yüce Hakkın rızasını bilmek şart mıdır, yoksa değil mi?. REŞEHAT'ta (REŞEHAT:
Farsça yazılı bir kitaptır. İçinde, Nakşibendî meşâyihinin menkıbeleri vardır;
onların yol yönlerini açıklar. Yazan: Hüseyin b. Ali Vaiz Kâşifi Beyhakî olup
Safî, lakabı ile meşhurdu. Bu eserini Hicrî 909 (M. 1503) yılında bitirdi. Bu
eseri. Mektubat mütercimi Muhammed Murad Menzilevî Arap diline çevirdi, İbn-i
Şerif Abbasî namı ile maruf Mevlâ Muhammed dahi Türk diline çevirmiştir. Bu zat
dahi Medine-i Kahire'de: Hicrî 1002 (M. 1593) yılında vefat etmiştir. Allah
onlara rahmet eylesin. Eseri, Necip Fazıl Kısakürek daha sonraları
sâdeleştirmiştir.) Hâce Ubeydullah Ahrar'dan naklen gelen ibareden
çıkan manaya göre: Şart değildir. Bu hususta nasıl bir hükme varırsınız?.
Teveccüh dahi, ona göre iyi görülmemektedir.
ÜÇ:
Taliplerde,
huzurun tahakkukundan sonra; huzuru muhafaza emri verilip zikirden men' etmek
gerekir mi? gerekmez mi?.
Sonra; o hangi mertebedir ki: Orada zikir
olmaya?. Durum böyle iken, bazıları önünden sonuna kadar zikri bırakmamışlardır,
iş sonuna varıncaya kadar zikirden imtina etmemişlerdir.
İşin hakikati
nedir?. Ne emir buyurursunuz?.
DÖRT:
Hâce Ubeydullah Ahrar FIKARAT'ta (F I K A R A T: Bu eseri,
Hâce Ubeydullah Ahrar Hz. yazmıştır. Mektubat mütercimi Şeyh Muhammed Murad
Menzilevî Mekkî Arapçaya çevirmiştir.) şöyle anlattı:
—
Sonunda zikir emri verirler. Zira, bazı MAKSATLAR ancak zikirle yerine gelir.
Burada anlatılan MAKSATLAR nelerdir? tayin buyurunuz.
BEŞ:
Taliplerden bazıları, kendilerine tarikat talimi istemekte; ama onlar, lokmada
ihtiyatsızdır. Bu ihtiyatsızlığa rağmen, huzur elde etmekte, bir nebze istiğraka
varmaktalar. Şayet onları, lokmaya ihtiyat için sıkıştıracak olsak; hepsini
bırakacaklar. Yani: Talebin zayıflığından, tarikatı terki seçecekler. Bu hususta
hüküm nedir?.
Bir başkaları ise; bu silsile-i şerifeye yalnız bağlılık
isterler. Bunlarda, zikir talimi talebi yoktur. Böyle bir şey caiz olur mu?
Yoksa olmaz mı?. Böyle bir şey caiz ise; yolu nedir?. .
***
Bundan
fazlasını yazıp açılmak, edep dışına çıkmak sayılır..
Hakîkat Kitâbevi Tercümesi