MEVZUU: Enbiya aleyhissalâtü vesselamın, dinî esaslarda ittifak halinde oldukları değişik durumlarının ancak teferruatta olduğunun beyanı ile, ittifak halinde oldukları bazı hususların beyanı..

***

NOT: İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu, Seyyid Nakib Şeyh Feride yazmıştır.

***

Allah-ü Teâlâ, ecdad-ı kiramınızın yolunda, bize ve size sebat ihsan eylesin.. Onların en faziletlisine asaleten, kalanlarına da mütabaaten salât ve selâm..

***

Bilmiş olasın ki,

Peygamberler, —hususî olarak en faziletlilerine, umumî olarak bütününe Allah'ın salâtı, selâmı ve bereketleri olsun...— hemen hep birden, Sübhan Allah tarafından gelen rahmetlerdir. Bu büyüklerin vasıtâsı ile, âlem ebedî belâya duçar olmaktan kurtulmuş; ebedî necata kavuşmuştur. Eğer bunların mübarek vücutları olmasaydı; Ganiyy-i Mutlak olan Sübhan Hak, bu âlem halkından hiç birine yüce mukaddes, zatından ve sıfatından haber vermezdi. Bu zat ve sıfata hiç bir delil bulunamayacağı gibi, hiç bir şahıs da o Yüce Zat'ın marifetine yol bulamazdı. Hiç bir şekilde ve hiç bir zaman, Yüce Allahın kullarına emirlerini tutmayı, yasaklarından kaçmayı emretmezdi. Emir ve yasaklara dair emir alanlar, bu emri sırf Allah'ın keremi ve fazlı olarak almışlardır. Böylelikle de, Yüce Allah'ın razı olduğu şeyler, razı olmadığı şeylerden ayırd edilmiştir. Bu ne büyük nimettir. Acaba, bu büyük nimetin şükrü hangi dille eda edilebilir?.

Bize nimetler verip İslâm hidayetini nasib eyleyen Allah'a hamd olsun. Aynı şekilde, bizleri peygamberlerini tasdik edenlerden eyledi. Onlara salât ve selâm olsun..

***

Bu büyükler, asıl meselelerde bir olup şu hususta sözleri aynıdır: Yüce Mukaddes Hakkın zatı ve sıfatları.. Haşr ve neşr.. (Yani: Öldükten sonra tekrar dirilmek ve Yüce Hakkın huzurunda toplanmak.) Peygamberlerin gönderilmesi.. Meleklerin nüzulü.. Vahyin gelmesi.. Cennet nimetlerinin ve cehennem azaplarının daimî oluşu ve sonsuzluğu..

Onların ihtilafları ise; ancak, dini hükümlerle ilgili bazı teferruattadır. Bunun hikmeti de şudur: Allah-ü Teâlâ, vahiy yolu ile, bir zamanın halkına, o zamana uygun biçimde, o zamanın peygamberini göndermiştir. Gelen hükümler dahi, o zamana münasib biçimde olmuştur. Gelen hükümler dahi, onlara mahsus olmuştur.

***

Nesih ve tebdil işi dahi, Sübhan Hakkın bir hikmetine ve bir yarara mebnidir.

Şeriat sahibi —müstakil— bir peygambere, değişik zamanlarda; nesih ve tebdil yollu birbirine zıd hükümlerin geldiği çok olmuştur.

Peygamberlerin birlik olduğu cümlelerden, ittifak ettikleri tabirlerden şunları sayabiliriz: Yüce Sübhan Hakkın gayrına ibadeti yok etmek.. Onun yüce mukaddes zatı ile iştiraki men etmek, Allah'ın zatından başka mahlûkatın birbirini rablar ittihaz etmelerini men etmek..

Anlatılan hüküm peygamberlere mahsustur. Onların tabiî olmak sıfatını alanlardan başkası bu devletle müşerref olamazlar.. Bu kelâmı peygamberlerden başkası da konuşmamıştır.

Sübhan Hakkın vahdaniyetini ikrar etseler dahi, peygamberleri inkâr edenlerin durumu, şu iki şeyden hali değildir:

a) Ehl-i İslâmı taklid etmek..

b) Vacib'ül vücud zatın, yalnız tevhidini kabul edip, ibadet istihkakını kabul etmemek..

Haliyle, bu durumları Ehl-i İslâm'ın durumu gibi değildir. Yani: Enbiya-i kirama ittiba hususunda.. Kaldı ki Ehl-i İslâm, Sübhan Hakkın varlığının vücubunu tevhid edip ibadet istihkakını da kabul etmişlerdir.

(Yani: Müslümanlar, hem Yüce Hakkı tevhid etmiş; hem de onun Yüce Hak mâbud, ibadet edilmeye lâyık olduğunu kabullenmişlerdir.)

— LA İLAHE İLLALLAH. (Allah'tan başka ilâh yoktur.)

Kelime-i tevhidini söylemekten murad; Batıl putları nefyedip Hak Mâbud Zât'ı isbattır.

***

Bu büyüklere mahsus olan durumlardan bir kısmı da şudur ki: Kendilerini, sair insanlar gibi bir beşer kabul ederler. Mâbud ilâh olarak; Ancak Sübhan Hak şanında itikadları vardır. İnsanları Yüce Hakka davet ederler; onun şanını dahi, hülûl ve ittihaddan tenzih etmektedirler.

Nübüvveti inkâr edenlerde böyle bir durum yoktur. Hatta onların başları üluhiyet davası güderler. Hakkın kendi nefslerine girdiğini isbata kalkarlar. Kendilerine uluhiyet ismini vermekten çekinmedikleri gibi, kendilerine tapılması gerektiğini iddia etmekten de çekinmezler. Böyle olunca, hiç şüphesiz, boyunlarından kulluk bağını atmışlardır Bundan sonra, kötü fiillere girerler; kabih amelleri işlerler.. İbahat yoluna saparlar. Sanırlar ki: Hiç bir şeyi memnu kılmamıştır. Her ne söylerlerse, doğru sanırlar. Her yaptıklarını da mubah sayarlar. Böylece, hem dalâlete düşer; hem de dalâlete düşürürler.. Bunlara da, bunlara uyanlara da yazıklar olsun.

Peygamberlerin ittifak halinde oldukları meselelerden biri de şu ki: Onları inkâr edenler mahrum kalacaklardır. Bu münkirlerin, üstte anlatılan devletten nasipleri yoktur. Şöyle ki:

Peygamberler, meleklerin indiğini anlatırlar. Melekler ise; mutlaka, günahlardan masumdurlar. Kendilerinde bulaşık bir hal ve insanlara göre hata sayılan şeylerle bir alâkaları yoktur. Ayrıca; peygamberler melekleri vahiy için emin ve Yüce Mukaddes Allah'ın kelâmını taşıyıcı olduklarını bilirler.. Yani: Peygamberlere.. Onlara salât ve selâm..

Durum üstte anlatıldığı gibi olunca, o büyük zatların söyledikleri her söz, Sübhan Hak'tandır. Halka her neyi tebliğ ederlerse; ondan alıp tebliğ ederler.. Kendilerince, içtihad yollu çıkarılan hükümler dahi, vahiy ile teyid edilmiştir. Şayet kendilerinde, (hata manasından uzak) bir zelle vaki olursa, derhal Yüce Hak onları kesin vahiy ile ayıktırır.

Münkirlerin başlarına gelince: Bunlar, ne söylerlerse; kendi nefisleri canibinden söylerler; üluhiyet zanları dolayısı ile, söylediklerini isabetli bulurlar. İnsaf gerek.. Meselâ:

Bir şahıs, tam manası ile aklı kıt olduğu halde; kendisini ilâh ve ibadete müstahak görürse; bu fasit kanaati ile de, her kötü fiili irtikâb ederse; böyle birinin sözüne nasıl itibar edilir?. Ona uyanların dayanağı ve tutanağı ne olur?.

Bu manada güzel bir cümle:

— «Her kab içindekini sızdırır.»

***

Bu cümleleri yazmaktan maksad, ziyadesi ile izahtır. Yoksa, hak tamamen batıldan ayrılmıştır. Nur, zulmetten tamamen aralıklı olduğu gibi, ondan çok daha başkadır. Bu manada şu âyet-i kerime ne kadar güzeldir:

— «...Hak geldi; batıl zeval buldu. Zira batıl, her zaman zevale dönüktür.» (17/81)

Allah'ım, bu büyüklerin yolunda bize sebat ver. Evvelden âhire kadar onlara salât ve selâm..

***

Yazılması gereken bir şey daha var ki şudur:

Zatınız, Seyyid Mayan Pir Kemal'in durumunu daha iyi bilirsiniz. Bu babda yazmaya ne hacet?. Lâkin bir mikdar yazalım..

Fakir, uzun zamandır, onun meveddeti ile hazza dalmışım. Bir müddetten beri, üstün hizmet kapı eşiğini öpmeye iştiyâkı kendisinde var. Ne var ki, şu anda, kendisine beden ciheti ile zâfiyet geldi; o kadar ki, yatağa düştü. Uzun zamandan beri yatıyor. Kalktıktan sonra, canib-i âliye teveccüh edecektir. Emeller ve inâyetler yatağı hazretinizden inâyet ümidi ile...

 


Hakîkat Kitâbevi Tercümesi