|
|
MEVZUU:
a) Yetmiş üç fırka arasındaki fırka-i nâciyenin; ehl-i
sünnet vel-cemaat fırkası olduğunun beyanı..
b) Bid'atçı fırkalara iltifatı ve onların arasına karışmayı engellemek.
Bu münasebetle bazı hususların beyanı..
***
NOT: İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu, Mirza Fethullah Hakim'e
yazmıştır.
***
Allah-ü Teâlâ, size ve bize Şeriat-ı Mustafaviye caddesinde doğru yürümek nasib
eylesin.. O şeriatın sahibine salât, selâm ve tahiyyet..
Bir mısra:
Asıl iş bu, ötesi boş..
***
Yetmiş üç fırkadan her biri, tek tek: Şeriata tâbi olduklarını iddia edip
kendilerini necât bulan zümreden sayarlar.
– «... her fırka ellerindeki ile böbürlenir..» (23/53)
Mealine gelen âyet-i kerime onların halini doğrular.. Elde ettiklerini beyan
eder..
Resulûllah S.A. efendimizin beyan buyurduğu, fırka-i nâciyeyi diğerlerinden
ayırd eden delil şudur:
– «... onlar, ben ve ashabımın üzerinde olduğumuz hal üzere olanlardır..»
Şeriat sahibi Resulûllah S.A. efendimiz, kendisini anlatması yeterli iken;
ashâbını da zikretmesi, bu mahalde şu mânâyadır:
– Benim yolum, ashabımın gittiği yoldur.. Kurtuluş yolu, onların yoluna tabi
olmaya bağlıdır..
İşte, Resulûllah S.A. efendimiz, bunu ilân etmektedir..
***
Bir âyet-i kerimede, Resulûllah S.A. efendimiz için şöyle buyuruldu:
–
«Resul'e itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur..» (4/80)
Bu mânâdan çıkar ki: Resulûllah S.A. efendimize âsi olup baş kaldırmak, ayniyle
Yüce Mukaddes Allah'a âsi olup baş kıldırmaktır.
Ayrıca, Yüce Allah, Resulûllah S.A. efendimize itaat etmeden Allah'ın taatında
olduklarını sanan cemaatın halinden de anlattı ve onların küfürlerine hükmetti:
–
«Allah ile Resulünün arasını açmaya çalışırlar ve derler ki:
–
Biz, bazısına imân ederiz; bazısına da küfrederiz..» (4/150)
***
Resulûllah S.A. efendimize tâbi olmak iddiası; ashâbın yoluna tâbi olmadan boş
bir davadır. Hatta, Resulûllah S.A. efendimize olan böyle bir ittiba, ayniyle,
Resulûllah S.A. efendimize hakikatta mâsiyet sayılır. Ona salât ve selâm.. Hal
böyle olunca, bu yolun yolcularına necat bulmak nasıl mümkün olur?. Meâli şu
olan âyet-i kerime bunların halini tam bir şekilde anlatır:
–
«Kendilerini bir şey üzerinde sanırlar; dikkat ediniz, onlar yalancılardır.»
(58/18)
***
Hiç şüphe yoktur ki: Resulûllah S.A. efendimizin ashâbı yoluna devamlı gidenler, ehl-i sünnet vel cemaattır. Allah bunların sa'yini meşkûr
(gayretlerini şükre lâyık) eylesin, işte: Fırka-i
Naciye (Kurtulan Fırka) bunlardır.
***
Şiâ
ve haricîler gibi, Resulûllah S.A. efendimizin ashâbına taan edenler,
onların yoluna tâbi olmaktan elbette mahrumdurlar.
Mutezile için dahi aynı hüküm verilir. Bu, kendi başına sonradan çıkan yeni bir
yoldur. Bunların başları: Vasıl b. Ata olup, Hasan-ı Basrî'nin (r.a.) talebelerinden
idi.. Küfürle imân arası bir vasıta isbatına kâil olduğundan, Hasan-ı Basrî onun
için şöyle dedi:
–
Bizden ayrıldı..
Ehli sünnet yolunda olmayan sair fırkalar dahi, aynı kıyasa tabidir.
Ashâba taan etmek, Resulûllah S.A. efendimize taan etmektir. Ashâbına tazim
etmeyen, hakikatta; Resulûllah S.A. efendimize imân etmemiş demektir.. Onları
kötülemek, dolayısı ile, onların sahibinin kötülüğüne çekilir.. Böylesine kötü
bir itikaddan Allah'a sığınırız..
Kaldı ki: Kur'an ve hadis yollarından bize ulaşan şeriat hükümleri; ancak
ashâbın nakli ile ulaştı. Bunlara taan edilince, naklettiklerine dahi taan
edilmiş olur.. Bu nakil işi de, bir kısmına mahsus olan ve bir başka kısmına
mahsus olmayan bir şey de değildir. Zira onların her biri; adalette, doğrulukta
ve tebliğ işinde aynı seviyededir.
Hulâsa: Hangisi olursa olsun; onlardan birine taan etmek, dine taan etmek
sayılır. Böyle bir şeyden, noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'a sığınmak
lâzımdır.
Ashâba taan edenler şöyle bir şey söyleyebilir:
–
Biz, onlara tâbi oluyoruz. Ancak, tâbi olmanın tahakkuku için; bütününe tabi
olmak lâzım gelmez. Hatta bu, onların yollarının değişik, görüşlerinin birbirini
nakzeder durumda olması icabı, mümkün değildir.
Bu sözü diyene şu cevabı verebilirim:
–
Onlardan bir kısmına tâbi olmanın faydası, ancak, kalanları inkâr etmedikçe
olur. Ne zaman ki, bazısını inkâr tahakkuk eder; o zaman, diğer kısmına tâbi
olmak tahakkuk etmez..
Hazret-i Ali r.a. diğer halifelerden üçüne de, tazim ve tevkir (hürmet) ederdi. Onlara
uyulmasının hak olduğunu bilerek, onlarla biât etti. Durum bu olunca, diğerlerini
inkâr edip Hazret-i Ali'ye tâbi olmak iddiasını yapmak, katıksız bir yalandır;
sırf iddiadan ibarettir. Hakikatta, diğerlerini inkâr etmek, Hazret-i Ali
efendimizi r.a. inkârdır. Sözünü ve işini açıktan reddir. Allah'ın arslanı için;
'inandığını açığa vurmayıp bir başka şekilde, devre uygun biçimde görünme yolunu
benimsemek', cevazını vermek aklın gayetle bozuk oluşunu gösterir. (Böyle bir şey
nifaka benzer.)
Sıhhatli ve sağlam bir akıl cevaz vermez ki: Allah'ın Arslanı. otuz yıla yakın
bir zaman, üç halifeye olan buğzunu gizlesin de, onun aksini izhar edip nifak
üzere onlarla arkadaşlık etsin.. Asla böyle bir şey olmaz. Kaldı ki, nifakın
böylesi, Müslümanlardan en alt derecede olandan dahi tasavvur edilemez.. Böyle
bir işin şenaatini teemmül edip düşünmek lâzımdır. Zira böyle bir şeyin olması:
Allah'ın Arslanı için, yakışmayan büyük bir zaaftır; çok düşüklüktür; çok kötü
bir hiledir.. Allah ondan razı olsun.
Muhali kabul etmek kabilinden; bir an için böyle iki yüzlü bir davranışa cevaz
verelim. Pekâla, Resulûllah S.A. efendimizin, önünden sonuna kadar; üç
halifeye iyi davranıp ağırlamasına ne diyecekler?. Kaldı ki, Resulûllah S.A.
efendimiz için, inandığının aksini göstermek yolu yoktur. Zira Resul'e S.A. hak
olanı tebliğ etmek, vacipdir. Bu mânâda iki yüzlü davranmak yolunu caiz bulmak,
zındıklığa kadar götürür.. Bu mânâ, şu âyet-i kerimede pek güzel anlatılır:
–
«Ey Resul, Rabbından sana indirileni tebliğ et; yapmazsan risâletini tebliğ
etmiş olmazsın..» (5/67)
Ancak, kâfirler şöyle derdi:
–
Muhammed, kendisine uygun gelen vahyi açıklıyor; kendisine aykırı düşeni de
gizliyor..
Kesin karar şudur ki: Peygamberin hata üzere olması caiz değildir; aksi halde
şeriatı bozulur..
Resulûllah S.A. efendimizin, üç halifeye tazim ve tevkir edip ağırlamadığını
kabul edelim.. Ama, onlara tazim ve tevkir edip ağırlamaya aykırı bir şey de
kendisinden zuhur etmemiştir. Allah-ü Teâlâ, ona salât ve selâm eylesin..
İşte, anlatılan manadan bilindi ki: Resulûllah'ın S.A. onlara tazim ve tevkir
edip ağırlaması, hatadan masun, zevalden mahfuzdur.
***
Biz yine esas sözümüze dönelim. Onların itirazlarını, yani: Şüphelerini
öncekinden daha açık ve daha belli bir şekilde açıklayalım..
Deriz ki:
–
Dinî usule göre, ashâbın tümüne tâbi olmak vacibdir. Zira, dinî esaslarda,
aralarında ihtilaf yoktur. Onların ihtilafları ancak, teferruattadır.. Bu
mânâdandır ki, onlardan birine taan eden kimse, tümüne tâbi olmaktan mahrumdur.
Ashâbın sözleri, her ne kadar aslında ittifaklı ise de, bu din büyüklerini
inkârın şumluğu, onları ittifaktan ihtilafa çekmektedir.. Hatta, söyleyeni
inkâr, söyleneni inkâra kadar götürmektedir.
***
Tekrar edelim..
Daha önce de anlatıldığı gibi, şeriatı tebliğ edenler ashâbın tümüdür. Zira
ashâbın tümü adâlet üzeredir. Onların her birinden, şeriatın bir şeyi bize
ulaşmıştır.
Aynı şekilde, Kur'an âyetleri, onların her birinden bir âyet alınarak bir araya
gelmiştir. Hatta bazan bir âyetten daha fazlası dahi alınmıştır.
Bu durumda, onlardan bir kısmını inkâr etmek, Kur'an-ı Kerim'i tebliğ edenleri
inkâr etmektir.
Durum anlatıldığı gibi olunca, inkâr eden kimse hakkında şeriatın tatbiki mümkün
değildir. Böyle olunca, onun necat ve refahı nasıl olur?.
Bu manada şu âyet-i kerime önemlidir:
–
«Kitabın bazısına inanıyor, bazısına da küfür mü ediyorsunuz?» (2/85)
Bununla beraber biz şöyle deriz:
–
Kur'an-ı Kerim'i Hazret-i Osman cem etti. Hatta Hazret-i Ebu Bekir cem etti ve
hatta Hazret-i Ömer cem etti. Hazret-i Ali'nin derleyip topladığı, bu Kur'an'dan
başkadır.. (Topladığı Kur'an değildir, başka bir şeydir)
Teemmül edip düşünmek gerekir.. Ki: Bu büyükleri inkâr etmek, hakikatta Kur'an-ı
Kerim'i inkâra götürür. Böyle bir inkârdan Allah'a sığınırız.
Bir şahıs, Şiâ
içtihatçılarından birine şöyle sordu:
–
Kur'an-ı Kerim'i Hazret-i Osman cem etti. Bu durumda Kur'an üzerinde itikadın
nedir?.
O içtihatçı cevab olarak şöyle dedi:
–
Onu inkârda bir yarar görmüyorum. Zira onu inkâr etmek, tamamıyla dini yıkmak
sayılır..
***
Şu bir gerçektir ki..
Aklı başında olan bir kimse, Resulûllah S.A. efendimizin ashâbına; onun bu
âlemden göçmesi üzerinden bir gün geçmeden batıl bir iş üzerinde birleşme yolu
bulamaz.
Şu da ikrar edilmiş bir durumdur ki:
Resulûllah S.A. efendimiz bu âlemden göçtüğü gün, ashabının mikdarı, OTUZ ÜÇ BİN idi. Bunların hepsi de, isteyerek ihtiyarı ile Hazret-i Ebu Bekir'e
biât etti. Mânâ
böyle olunca, Resulûllah S.A. efendimizin cümle ashâbının
dalâlet üzere birleşmesi muhal işler cümlesindendir. Kaldı ki, Resulûllah SA.
efendimiz şöyle buyurdu:
–
«Ümmetini, dalâlet üzerinde birleşmez..»
İşin başında, Hazret-i Ali'nin biâti ertelemesi; ancak kendisini danışma
meclisine davet etmediklerindendir.. Bu mânâda, bizzat kendisi şöyle demiştir:
–
Kızmamız, ancak, danışma meclisinden geri bırakılmamızdandır; yoksa, Ebu
Bekir'in bizden hayırlı olduğunu biliyoruz...
Hazret-i Ali'yi r.a. danışma meclisine davet etmemeleri, bir yarara mebni
olabilir.. Meselâ: Anlatılan isabetin sarsıntısından ötürü, hane halkının
yanında bulunup kendilerini teselli etmesini temin gibi bir hal.. Veya buna
benzer bir faydaya mebni..
Ashâb-ı kiram arasında vukû bulan ihtilafa gelince.. bunun kaynağı nefsanî
arzular değildir. Zira onların nefisleri kötülük yaptırma durumundan temizlenip pâklanmıştır. Emmarelikten kurtulup mutmainne olmuştur. Onların arzuları
böylece, şeriata tâbi olmuştur. Hatta bu içtihadın binası, içtihad ve ilâ-i
haktır (hakkı yüceltmektir).. Müçtehidlerden her biri için, doğru ise on; hatalı ise, Allah katında
bir derece vardır.
Durum anlatıldığı gibi olunca; dili, onlara karşı ezâlı cefalı söz etmekten
korumak uygun düşer.. Bu mânâda İmâm-ı Şafiî rh. şöyle dedi:
–
O bir kandı ki, Allah ellerimizi ondan temizledi; biz de dillerimizi tutup
temizleyelim..
Bir başka sözünde ise, şöyle dedi:
–
Resulûllah S.A. efendimizin vefatından sonra; insanlar mustar (çâresiz, zor) durumda kaldı.
Görünen semâ
altında, Hazret-i Ebu Bekir'den hayırlısını bulamadılar.. Bunun
üzerine, başlarına onu tayin ettiler..
İşbu cümle; Hazret-i Ebu Bekir'e biatta, Hazret-i Ali'nin rızâsı olduğunu ve içi
dışına uymaz biçimdeki davranışı, açıktan atar.
Allah onlardan razı olsun..
Yazılması maksad olan bir bâkiye kaldı.. Şöyle ki:
Şeyh Meyan Ebulhayr'ın oğlu Meyan Seyden kibarzâdedir.
Refakatinizde, Dekkân'a
doğru yola çıkacaktır. Onun hakkında iltifatınız ve yardımınız temenni edilir..
Aynı şekilde, Mehmed Arif dahi ilim talibi kibarzâdedir. Babası âlim bir
kimsedir.. Maâş
(geçim) için yardım istemeye geldi. Onun için dahi, teveccüh
temenni edilir..
Selâm ve ikramlar..
Hakîkat Kitâbevi Tercümesi
|
|
|