MEVZUU: İnsan-ı kâmilin zahir ve batının beyanı. NOT:
İmam-ı Rabbanî Hz. bu mektubu,
Hazret-i Mahdumzade Mecdüddin Hace Muhammed Masum'a yazmıştır:
***
Allah'a hamd olsun. Selâm olsun, onun seçmiş olduğu kullarına..
***
Bilesin ki,
İnsan, âlem-i emir ve âlem-i halkın mecmuundan ibarettir. Âlem-i halk, insanın
sureti ve zahiridir. Âlem-i emir ise.. insanın hakikati ve batınıdır. Ayan-ı
sabite için:
— Mümkinatın hakikatleri..
Tabirini ancak şunun için kullanmışlardır ki; mümkinat, o ayanın zılâlidir. O
ayan dahi, mümkinatın asıllarıdır. Çünkü mümkinatın hakikati ve mahiyeti, o ayan
zılâlinin kendisidir. Zira mümkinat, o zılâl ile mümkinat durumuna gelmiş ve
onunla kendisi için zilli bir vücud hâsıl olmuştur. Ama ayan böyle değildir. Bu
ayan öyledir ki: Onda, vücubî taayyünat isbat ederler; onu imkân mertebelerinin
üstünde görürler.
Taayyün-ü vahdet ve taayyün-ü vahidiyetten her ikisi de, ayan-ı sabite
mertebesindedir. Bu manada dediler ki:
— Her ikisi de, taayyün-ü vücudîdir.
Kalan taayyünat-ı selâseyi, (üç taayyünatı dahi) yani: Ruhî taayyünü, misali
taayyünü, cismî taayyünü dahi imkâna bağlı taayyünler olarak itikad ettiler.
Taayyün-ü imkânı için, taayyün-ü vücubînin bir hakikat oluşuna kail olmak, cevaz
yolludur. Zira hakikat-ı imkâniye, ancak imkân âleminden olur; vücub
mertebesinden olmaz. Bir şeyin aslı, o şeyin hakikati gibidir.
Sofî için şöyle demişlerdir:
— Kâin ve baindir..
Bunun manası şudur: O zahiri ile halkla beraberdir; batını ile de onlardan
ayrıdır ve Sübhan Hak iledir.
Onun zahiri ile halk âlemini; batım ile de, emir âlemini murad etmişlerdir.
İkinci teveccühü cem eden bu makam için şöyle demişlerdir:
— Cidden yüksek bir makamdır..
Ayrıca, onu tekmil ve irşad makamı bilip davet mertebesi zannetmişlerdir.
Ne var ki, Fakir'in bu yerde has marifeti vardır. Şöyle ki: O, havas zatların
dahi hası bir zat olmuştur. Halk âlemi ile emir âleminin tümü, ona nisbetle
zahir ve suret durumundadır. Onun hakikati ve batını dahi o isim olur ki: Diğer
isimler ve şüunat ile kendisinin taayyün mebdeidir. Bu isimler ve şüunat dahi, o
isim için bir asıl gibidir; böylece, şuundan ve itibarlardan mücerred olan
Hazret-i Zat'ta nihayet bulurlar.
Bu, marifeti tam olan irfan sahibine; imkâna bağlı mertebeleri tamamen geçip
kendi kıyamını sağlayan isme ulaşmak müyesser olur ise.. onun:
— Ene.. (Ben..)
İmkâna bağlı mertebelerden sökülür ve o isme intibak ederse.. an an, bu isme
asıllar gibi olan onun üstündeki mertebelere de intibakı olur ise.. amma tertib
üzere ve uruc yolu ile., anlatılan neviden mücerred Ehadiyet mertebesine de
ulaşır ise.. Onun:
— Ene.. (Ben..)
Sözünün intibak ettiği mertebelerin hepsi, onun hakikati olur. Onun emre bağlı
âlemi dahi, halka bağlı âlemi gibi, o hakikatin sureti olur. Bu suret dahi, o
hakikata bir kisve gibidir. O hakikat dahi, bu kisveyi giyen bir şahıs gibi
olur.
— Ene.. (Ben..)
Kavli, diğerlerinde, halk ve emir âlemine ait olduğundan; şüphesiz, onların
suretleri ve hakikatleri, halk ve emir âleminin aynı olur. Kendilerinin taayyün
mebdeleri olan isimlerin dahi, onların kıyamını sağlamaktan gayrı işleri yoktur.
Burada şöyle bir şey sorulabilir:
— İrfan sahibi, mümkinat cümlesindendir; isterse tam marifet hâsıl olsun.,
imkândan çıkamaz; vücubla da ittisaf edemez. Onun kıyamını sağlayan isim dahi,
vücub mertebesindendir. Bu durumda, onun nasıl hakikati ve cüz'ü olur?.
Bu soruya şu cevabı verebilirim:
— Bu hakikat, şühud itibarı ile olup vücub itibarı ile değildir. Bunun için de,
hiç bir mahzuru yoktur. Tıpkı:
— Bekabillah.. Dedikleri gibi.. Bu şühud, mücerred tahayyül değildir; semereler ve iyi neticeler, onun üzerine dağılır. Bir şiir: Boş söz yoktur hiç de Hafız'ın feryadında;
İbretli söz, kıssa var anlattıklarında..
Üstte anlatılanlardan tahakkuk etti ki: Diğerleri için suretin ve hakikatin bir
araya gelmişi bu irfan sahibinin suretidir. Bu suret dahi hakikate nisbetle, onu
giyen şahsa göre eşi bulunmaz bir elbise gibidir. Diğerleri, onun hakikatini
nasıl idrâk edebilirler. Suretlerinde ve hakikatlerinde kendilerine benzeyen
durumundan başka ne anlayabilir ve ne tasavvur edebilirler?.
Vasfı anlatıldığı gibi olan bir irfan sahibini bilmek, Sübhan Hakkı bilmeyi
gerektirir. Onu gördükleri zaman, Sübhan Allah'ı hatırlar. O büyüklerin alâmeti
budur.
İlâhi, o nedir ki evliyana kıldın?. Onları tanıyan seni bulur; seni bulmayan
dahi onları tanıyamaz.
***
Bu Fakir, bazı mektuplarında ve risalelerinde şöyle yazdı:
— irfanı tam olan bir arif, davet için döndükten sonra, bütünüyle âleme dönük
olur. Zira onun zahiri halk ile olup batını dahi Hak iledir.
Bu cümlede geçen: - Bütünüyle..
Tabirinden murad, onun halka ve emre bağlı âlemleridir. Evliya arasında bilinen
mana dahi budur. Bu durumda mana şu olur:
— Davet için, halk âlemi ve emir âleminin ikisi ile yönelir.
***
Fakir'in daha önce yazdığı:
— Hakikat ve batın.
Tâbirlerine gelince.. Bunlardan murad, Kayyum ismi ve daha üstüdür.
Yüce Hakka teveccühü için bir mana yoktur; zira her ikisi de, vücub
âlemindendir. Nitekim bu mana daha önce de anlatıldı.
Anlatılan mana takdirine göre; kâmil irfan sahibinin halka teveccühü tamamı
iledir. O kimse ki, bir yüzü halkadır; diğer yüzü dahi Yüce Hakkadır; bu kim
ise., orta seyirde bulunmaktadır. Amma, teveccühü tamamı ile Yüce Hakka olandan
daha üstündür. Zira böyle bir şahıs, (yani: Bütünüyle yalnız Yüce Hakka
teveccühü olan) kulların hakkını eda etmekte noksandır. Halbuki öbürü, imkân
nisbetinde halkın ve Halik'ın haklarını mükemmel eda etmektedir. Halkı, Sübhan
Hak tarafına davet etmektedir. Öbürüne nisbetle pek mükemmeldir.
Şunun bilinmesi yerinde olur ki;
Yüce Sultan Hakka teveccüh, bu irfan sahibi hakkında uzaklık getirir. Uzaklık
diğer teveccühe muhtaç olanların nasibidir. Hiç kimseyi, kendine teveccüh eder
durumda gördün mü?. Böyle bir şey nasıl olur?. Sonra o şey ki, kendine kendinden
daha yakın olur, o şeye teveccüh etmesi tasavvur edilemez. B.u durumda, teveccüh
etmemek, o irfan sahibinin özellikleri arasındadır. Ama kısa görüşlüler onu
noksan zannederler. Teveccühün olmayışına nisbetle teveccühün oluşunu da kemal
sanırlar. Allah-ü Teâla, onlara insaf versin ki: Mürekkeb cehaletleri ile hüküm verip güzeli ayıplı saymayalar..
|