MEVZUU:
a) Allah-ü Teâla'nın buyurduğu:
— «Onlardan bazısı, nefsine zulmedendir..»
(35/32) Manasına gelen âyet-i kerimenin tevili.. (Yorumu.)
b) Allah-ü Teâla'nın buyurduğu:
— «Biz, emaneti yere ve semalara arz ettik..»
(31/ 72)
Mealini taşıyan âyet-i kerimenin beyanı..
c) İnsanın hilâfeti.. Bunun muamelesi o dereceye ulaşır ki, bütün eşyanın
kayyumu olur.
— «Nefsine zulmeden..»
(35/32) Manası bunun için kullanılmıştır.
— «M u k t e s i d mutedil..»
(33/72) Lafzından dahi, halil ve nedim tabirleri anlaşılır..
— «S a b ı k ..» (35/32)
Lafzından dahi muhib ve mahbub (seven ve sevilen) manaları çıkar ki; bunların
halka başı Muhammed Resûlullah'tır. Allah-ü Teâla, ona salât ve selâm eylesin.
*** NOT:
İmam-ı Rabbanî Hz. bu mektubu, Hace
Haşim'e yazmıştır.
***
Yüce ve azamet sahibi Allah şöyle buyurdu:
— «Sonra,
biz kitabı, kullarımızdan seçtiklerimize miras bıraktık. Onlardan bazısı,
nefsine zulmedendir; onlardan bazısı muktesid (mutedil) dir. Onlardan bir
kısmı da, hayrata Allah'ın izni ile koşar.» (35/32)
Bir başka âyet-i kerimede ise, Allah'u Teâla, şöyle buyurdu:
—
«Biz, emaneti semalara, yere ve dağlara arz ettik. Onlar,
bunu yüklenmekten çekindiler; bundan endişeye düştüler, insan onu yüklendi.
Çünkü o, çok zulümkâr ve çok cahildir.» (32/72)
Biz, yukarıda geçen iki âyet-i kerimeyi, bize zahir olduğu üzere tevil etmeye
çalışacağız.
Dua makamında bir âyet-i kerime meali:
—
«Rabbimiz, eğer unuttuk veya yanıldıysak, bizi muaheze
eyleme..» (2/286)
***
Bilinmesi gerekir ki,
Allah-ü Teâla, Âdem'i kendi sureti üzerine yarattı. Halbuki Allah-ü Teâla
suretten münezzehtir. Mümkündür ki:
—
«Âdem'i kendi sureti üzere yarattı..»
Manası şöyle ola: Tenzih mertebesi için farz edilse ki, misal âleminde bir suret
vardır ve bu suret dahi toplu bir mana ifade eder. Toplu manası olan insan dahi,
bu suret üzerine mevcuttur. Diğer suretlerin kabiliyeti yoktur ki: O mukaddes
mertebeye bir timsal ola ve onun için aynalık ede..
Yukarıda anlatılan mana icabı olarak, insan: Yüce Hakkın halifesi olmaya hak
kazandı. Zira bir şey, bir şeyin sureti üzerine yaratılmaz ise., onun halifesi
olmaya hak kazanamaz. Zira bir şeyin hilâfeti, o şeyin devamı ve yerine geçen
naibidir.
İnsan, Rahman'ın halifesi olunca., zarurî olarak, emanet yükünü taşımak dahi,
onun için taayyün etti. Zira sultanın ihsanlarını, ancak onun taşıyıcıları
çekebilir..
Semalar, yer ve dağlar nereden camiiyyet durumuna nail olmuşlardır ki: Onun
sureti üzerine yaratılmış olsunlar ve onun hilâfetine dahi hak kazansınlar. O
Sübhan Zat'ın emanetini dahi taşıyabilsinler..
Hissedilmektedir ki: Eğer bu emanetin ağırlığı, semalara ve yerlere bırakılacak
olsaydı; parça parça olurlardı ve onlardan hiç bir eser kalmazdı.
Fakirin kanaatına göre bu emanet, bütün eşyanın, niyabet yolu ile
kayyumiyetidir, (Kıyamını ve kıvamını sağlamaktır.)
Bu niyabet dahi, insan fertlerinin pek kâmil manada olanlarına mahsustur.
Yani: İnsan-ı kâmilin muamelesi öyle bir dereceye çıkar ki; hilâfet hükmüne
göre, bütün eşyanın ayakta durmasını sağlar.. Varlık feyzinin hâsıl olması,
zahire ve batına bağlı bulunan diğer kemalâtın bekası her şeyde onun tavassutu
iledir. Eğer melek ise., onun tevessülü ile olur.. Eğer insan veya cin ise..
onunla teşebbüsünü yapar.
Hakikatte, bütün eşyanın teveccühü, onun canibinedir; her şey ona maildir. Onlar
bu manayı ister bilsinler; isterse bilmesinler.. Zira o:
— «Zalum ve cehul..» (33/72)
Diye anlatılmaktadır. Yani: Nefsine çok zulüm eder. O kadar ki; vücudundan ve
vücudunun tevabiinden hiç bir eser ve bir hüküm bırakmaz. O, nefsine böyle bir
zulüm etmemiş olsaydı; bu emanetin ağırlığını taşımaya hak kazanmazdı.
Onun cehaleti de çoktur. Matlubdan yana, onun bir bilgisi ve idrâki de yoktur,
idrâkten yana aczi vardır; maksut bilgisi şanında dahi, cehli vardır. O yerde
böyle bir acz ve cehalet kemal manada marifettir. O makamda, en cahil, en fazla
irfana sahib olandır. Hiç şüphe edilmeye ki: Onların en çok irfan sahibi
bulunanı emaneti taşımaya en çok lâyık olanıdır.
Üstte anlatılan iki sıfat, emanet ağırlığını taşımak için iki sebep gibidir.
Bu irfan sahibi öyledir ki: Bütün eşyanın kıyamını sağlamak makamına oturmak
şerefine kavuşmuştur. Onun hükmü dahi, vezir hükmündedir. Şunun için ki, bütün
mahlukatın önemli işleri ona bırakılmıştır. Nimetler, her ne kadar sultandan
gelmekte ise de, onun sahiplerine ulaşması, vezir vasıtası iledir.
Bu devletin reisi, Ebülbeşer Âdem'dir. Resûlullah S.A. efendimize ve ona salât
ve selâm..
Bu makam, ulül-azim olan enbiyaya mahsustur. Asaleten böyle.. Bu büyüklerin
tebaiyeti ve veraseti ile kimin için murad edilir ise.. o dahi onunla müşerref
olur.
Bir mısra:
Ne zorluğu o işe, olunca keremlilerle..
***
Kitaba varis olanlardan birinci taife: Allah-ü Teâla'nın seçtiği kulları olup
nefislerine zulmedenlerdir. Ve bunlar, vezaret ve kayyumiyet makamı ile müşerref
olurlar.
İkinci taifeye gelince.. Yani: Bu seçilmiş kullardan.. Ki Allah-ü Teâla, onları:
— «Muktesid.. (Mutedil..)» (35/32)
Manası ile anlattı..
Bunlar, hullet devleti ile müşerref olmuşlardır. Ve bunlar: Sır meşveret
sahipleridir.
Melik ve sultanlığın muamelesi her ne kadar vezire bağlı olmakta ise de; lâkin
halil dahi nedim ve üns, ülfet sahibidir. Bu nefsini ferahlandırmak için, öbürü
dahi, diğerlerinin önemli işlerini gördürmek içindir, ikisi arasında o kadar
fark var ki..
Bu büyük makam erbabının başı, İbrahim Halilürrahman'dır. Resûlullah efendimize
ve ona salât ve selâm olsun. Kendisi için murad olunan kimse dahi, bununla
müşerref olur.
Hullet makamının üstünde, muhabbet makamı vardır. Bununla da, üçüncü taife,
müşerref olmuştur. Bunlar dahi hayra koşup önder olanlardır. Yani: Allah'ın izni
ile..
Ashab, nedim, muhib ve mahbub arasında fark vardır.
Sırlar ve muameleler, muhib ve mahbub üzerinden geçip gider. Ashab ve nedimin
bunda bir dahli yoktur, isterse kadri yüce halil ile tam üns ve ülfet zamanında
arada muhabbet hakikatinin sırlarının irad edilmesi mümkün olsun. Yine mümkündür
ki: O, muhib ve mahbub sırlarına mahrem kılınsın.
Muhiblerin halka reisi, Musa Kelimullah'tır. Resûlullah efendimize ve ona salât
ü selâm olsun.
Mahbublar zümresinin reisi ise.. Hatem'ür-rüsûl Resûlullah S.A. efendimizdir.
Bu iki makamla, o iki devletin sahiplerine tebaiyet ve veraset yolu ile
kendileri için murad olunanlar müşerref olurlar.
Muhabbet makamının üstünde bulunan makamlardan ise.. Fakir'in mektuplarından
ikinci ciltte anlatılmıştır (320. Mektup).
Orada sadaret dahi, Muhammed Resûlullah'a mahsustur. Allah-ü Teâla, ona salât ve
selâm eylesin.. Onların hepsi sabikun makamına dâhildir. Bu makam dahi, üçüncü
taifenin nasibidir. Yani: Kitaba varis olanlardan..
Dua makamında bir âyet-i kerime meali:
— «Ey
Rabbimiz, bize tarafından rahmet ver ve işimizde bizim için bir muvaffakiyet
hazırla..»
(18/10) Hüdâya tabi olanlara selâm..
|
||||