MEVZUU: Kadınlar için zaruri olan nasihatlar.

NOT: İmam-ı Rabbanî Hz. bu mektubu, saliha hanımlardan birine yazmıştır.

***

Önce bir ayet-i kerime meali:

Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

– "Ey Nebi, iman eden kadınlar sana: Allah'a hiçbir şeyi şirk koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleri ayakları arasında iftira düzmemek, herhangi bir iyilikte sana asi olmamak üzere, biat için sana geldikleri zaman; onlarla biat et. Onlar için, Allah'tan bağış talebinde bulun. Çünkü: Allah Gafur Rahim'dir." (60/12).

Mekke'nin fethi günü, Resulullah (sav) Efendimiz, erkeklerle olan biati tamamladıktan sonra; kadınlarla biat etmeye başladı.

Kadınlarla olan biat, yalnız sözlü idi; Resulullah (sav) Efendimizin eli, biat eden kadınların ellerine hiç değmedi.

Kötü ve düşük huylar, erkeklerden çok kadınlarda bulunduğundan; erkeklerin biatına göre kadınların biatında fazladan şartlar beyan buyurdu. Yüce Allah'ın emrine imtisal ederek, o vakitte kadınları o kötü huylardan men etti.

O şartlardan birincisi şuydu: Allah'a şirk koşmamak... Koşulan sirk, yüce Hakkın ne vücub vücubunda, ne de ibadet istihkakında olacaktır.

Bir kimsenin ameli; riyadan, şüm'adan, (Görsünler ve işitsinler diye yapılmaktan), Allahu Teâlâ'nın gayrından; sözde ve övmekle olsa dahi ecir talebinden beri olmaz ise, o amel şirk dairesinin dışında değildir. O ameli yapan dahi, halis bir muvahhid olmaz. Resulullah (sav) Efendimiz bu mânâda şöyle buyurdu:

– "Ümmetimde şirk, karanlık gecede karalasın üzerinde yürüyen karıncanın ayak izinden daha gizlidir."

Bir şiir:

Şirksiz olma sözü incedir karınca izinden;

Karanlık gecede bir kara taş üstündekinden...

Resulullah (sav) Efendimiz, bir başka hadis-i şerifinde şöyle buyurdu:

– "En küçük şirkten sakınınız."

Sordular:

– "En küçük şirk nedir ya Resulallah?

Şöyle buyurdu:

– "Riyadır..."

Bundan başka, şirk âdetlerine, küfür mevsimlerine tazim etmek şirkte sağlam bir basamaktır.

İki dini tasdik eden dahi, şirk ehlinden sayılır. İslâm hükümlerinin mecmuu ile küfrü bir araya getirmeye teşebbüs eden dahi müşterektir. Halbuki küfürden teberri etmek, şirk şaibelerinden sakınmak tevhiddir.

Marazların, hastalıkların defi için, asnamdan ve tağuttan (kâhin ve putlardan) yardım talep etmek aynen şirktir. Böyle şeyler, ehl-i İslâm'ın cahilleri arasında şayi olmaktadır.

Yontulmuş taşlardan hacet talep etmek dahi küfrün kendisi olup yüce Vacibü'l-Vücud zatı inkârdır.

Allahu Teâlâ, bazı dalâlet ehlinin halinden şikâyet ederek, şöyle buyurdu:

– "Şu kimseleri görmez misin ki, onlar sana indirilen ve senden önce indirilene iman ettiklerini sanırlar; kâhini de hakem tutmak isterler. Halbuki, ona küfretmek için emir almışlardır. Şeytan dahi, onları, derin bir sapıklıkla saptırmak ister." (4/60)

Kadınların pek çoğu, memnu olan bu yardım talebini yapmaya müptelâdırlar. Kendilerinde bulunan tam cehalet sebebi ise, müsemmadan hali olan bu isimlerden beliyyenin defini talep ederler... Şirk ehlinin ve şirkin merasimini edaya meftundurlar. Bilhassa, Hindistan kadınları sırasında:

– Setile... diye bilinen cederi (çiçek veya benzeri kabarcıklı bir hastalık) marazının arız olduğu vakitlerde.

Anlatılan fiil, o kadınların hayırlısında ve şerlisinde; bu zamanda müşahede edilip görülmektedir. O derecede ki, bu şirkin inceliklerinden geri kalan, onun âdetlerinden bir âdete gitmeyen tek kadın bulunamamaktadır. Meğer ki Allahu Teâlâ'nın koruduğu biri ola...

Hinduların büyük bildikleri günlere tazim, Yahudilerce bilinen gün âdetlerine uymak küfrü icab ettirip şirki gerektirir.

Nitekim ehi-i İslâm'ın cahilleri, bilhassa kadın kısımları küffarın belli günlerinde küfür merasimini icra etmektedirler. Bunları kendileri için de bayram kabul edip kızlarının ve kardeşlerinin evlerine onlara benzeyen hediyeler yollamaktadırlar. Zarflarını dahi küffar gibi o mevsimde boyarlar. Ayrıca onları kırmızı pirinçle doldurduktan sonra yollarlar. O mevsime de tam manası ile itina ederler.

Bütün bu anlatılanlar şirktir ve Allah'ın dinine karşı küfürdür. Bu mânâda, Allahu Teâlâ, şöyle buyurdu:

– "Onların pek çoğu, Allah'a iman etmez; meğer ki müşrik halleri ile inanalar..." (12/106)

Kendilerine adak yapılmış olarak, meşayihin kabirlerinde, meşayih için adak olarak kesilen kurbanları dahi, fıkhi rivayetlerde fukaha şirke dahil edip üzerinde sıkı durdular. Sonra bunu, şer'an men edilen cinne tapanların kestikleri cinse dahil eylediler. Kendisinde şirk şaibesi olduğundan, bu amelden dahi sakınmak gerek. Zira, adak yolları bunun dışında çoktur. Neden dolayı, öyle bir şekilde hayvan boğazlanıp da, cinne tapanların cin için kestiklerine benzetilip onlara katılmak olsun?

Kadınların, meşayih niyeti ile oruç tutmaları da böyledir. Bunların isimlerini ekseriyetle kendiliklerinden uydururlar; onların niyeti ile de oruç tutarlar. Her gününün iftarı için, hususi bir vaziyet tayin ederler. Oruç için de, günler tayin ederler. Taleplerini ve maksatlarını da bu oruçlara bağlı kılarlar. Bu oruçlar sebebi ile, o meşayihten hacetlerinin yerine gelmesine talep ederler. Sanırlar ki, işlerinin yerine gelmesi onlardandır. Böyle bir fiil, Allah'ın ibadetinde başkasını ortak etmektir. Ona ibadet yolu ile hacetlerin talebini başkasından yapmaktır. Üstte anlatılan fiilin şenaatini bilmek gerek. Bir hadis-i kudside şöyle geldi:

 – "Oruç benim içindir; onun mükâfatını ben veririm."

Bunun daha açık manası şudur:

– Oruç bana mahsustur; oruçta başkasının bana ortaklığı olamaz. Her ne kadar yüce Hakka bütün ibadetlerde başkasını ortak etmek aciz olmasa dahi; bunun oruca mahsus görülmesi, ona önem verip ondan ortaklığı atmak içindir.

Bu şeni fiili izhar ettikleri zaman, bazı kadınlar der ki: -Biz, bu oruçları Allah için tutarız. Ancak, onun sevabını meşayihin ruhlarına hediye ederiz.

Böyle bir söz, onlardan gelen hile yoludur. Eğer bu sözlerinde doğru iseler; oruç için günlerin tayinine ne hacet? Hususi taam vermek, iftarda çeşitli şeni vaziyetlerin tayinine neden gerek duyulur?

Onlar, çok kere, iftar vaktinde haram işler irtikâb ederler. Haram olan bir şeyle de oruç açarlar. Hiç de muhtaç olmadıkları halde, dilenirler ve o dilenerek aldıkları ile oruç açarlar. Sanırlar ki, hacetlerinin yerine gelmesi, bu haramı irtikâbına bağlıdır.

Üstte anlatılan mânâda yapılan işler aynen dalâlet olup, şeytanın aldatmacalarıdır. Allah korusun.

***

Kadınların biatında ikinci şarta gelince... Bu, HIRSIZLIKTIR. Bu da yasaktır. Bu dahi, seyyielerin büyüklerindendir. Bu kötü huy, çoğunlukla kadınlarda bulunmaktadır. O kadar ki, bundan kurtulan kadın bulunmayacak kadardır. Bunun için de, onlarla yapılan biatta, hırsızlıktan nehyetmek şart oldu.

O kadınlar ki, kocalarının mallarında, izinlerini almadan tasarruf edip hiç sakınmadan onları telef ederler; hırsızlar cümlesine dahildirler. Bu arada şöyle dememiz mümkündür:

– Bu mânâ, bütün kadınlarda sabit olup, bu hıyanet onların bütün fertlerinde var gibidir. Meğer ki Sübhan Allah'ın koruduğu biri ola... Keşke böyle bir şeyi seyyie ve hıyanet saysalar. Onlarda bu seyyieyi helâl bilmeleri korkusu çoktur. Böyle bir helâl bilme cihetinden de, küfür korkusu onların halinde daha ziyadedir. Şanı yüce mutlak hakim Zat, şirki yasak ettikten sonra, kadınlara hırsızlığı da yasak etti. Şu bağlantı ile ki: Bu kötü işin küfürde sağlam bir basamağı vardır. Yani kadınlar hakkında... Bu da, hırsızlığı helâl bilmelerinin yaygın olması sebebi iledir.

Böyle bir iş, kadınlar hakkında sair seyyielerin en kötüsüdür.

Kadınlara, kocalarının mallarını almanın tekerrür etmesi sebebi ile hıyanet melekesi hasıl olunca; başkalarının mallarında tasarruf etmenin kötülüğü de onların nazarından düşünce, zevcelerinden başkalarının mallarında tasarrufa geçmeleri de uzak görülmez. Dolayısı ile, sakınmadan hıyanetle başkalarının mallarını da çalarlar. Çok az düşünmekle bu mânâ açık bulunmaktadır.

Üstte anlatılan mânâdan da tahakkuk etti ki, kadınları hırsızlıktan nehyetmek, İslâm dinini en önemli işlerindendir.

Kadınlarla bağlantılı olarak, bunun çirkinliği şirkten sonra taayyün etmiştir.

Bu arada bir ek bilgi:

Resulullah (sav) Efendimiz, bir gün ashaba sordu:

– "Hırsızlığın en kötüsü nedir bilir misiniz?"

Dediler ki:

– En iyi bilen, Allah ve Resulüdür.

Bunun üzerine, Resulullah (sav) Efendimiz şöyle buyurdu:

– "En kötü hırsız, namazından çalandır. Yani namaz erkânını ikmal etmez; onu kemal üzere eda etmez."

Bu hırsızlıktan sakınmak dahi zaruri görülmektedir; ta ki namaz kılan en kötü hırsızlardan olmaya...

Namaz niyeti, kalb huzuru ile olmalıdır. Zira, namaz, niyet hasıl olmadan sahih olmaz.

Namazda okunan Kur'an dahi sıhhatli okunmalıdır.

Rükûun sücudun, oturmanın ve kalkmanın yapılması dahi itminan ile olmalıdır. Yani rükûdan kalkarken, tam kalkmalı; bir teşbih okuyacak kadar da öyle durmalıdır. İki secde arasında dahi, bir teşbih okuyacak kadar oturmalıdır. Böyle yapmalı ki, oturmada ve kalkmada, itminan müyesser ola...

Bir kimse, anlatıldığı gibi yapmadığı takdirde; kendisini hırsızlar zümresine katmış ve tehdid altına girmiş olur.

***

Gelelim, kadınlarla yapılan biat şartlarının üçüncüsüne... ZİNADIR. Bu dahi nehyedilmiştir.

Kadınlarla olan biatin, bu şartla olan husisiyeti odur ki; zina işi kadınlarda daha çoktur. Bu da, zina işine onların rızalarının husulü, kendilerini erkeklere arz etmeleri sebebi iledir. Bu işte, kadınlar daha öndedir; bu işin husulünde onların rızası dahi muteberdir. Dolayısı ile bundan nehyetmek durumu, onlar hakkında daha tekidli oldu.

Bu işte, erkekler kadınlara tabidir. İş bu mânâ icaba olarak, Kur'an-ı Mecid'de Sübhan Hak, zina eden kadını, zina eden erkekten önde anlattı.

Şöyle buyurdu:

– "Zaniye... (zina eden kadın) zani... (zina eden erkek) bunların her birine yüz değnek vurun..." (24/2)

Bu kötü iş, dünya ve ahiretin hüsranına muciptir. Bütün dinlerde çirkin ve kötü görülmüştür. Ebu Huzeyfe (ra) Resulullah (sav) Efendimizin şöyle buyurduğunu rivayet etti:

– "Ey insanlar, zinadan sakınınız; onda altı haslet vardır ki, bunların üçü dünyada olup üçü de ahirettedir. Dünyada olanlar şunlardır:

a) Zina, insanın değerini, nuraniyetini, safasını giderir,

b) Fakirlik getirir,

c) Ömrü kısaltır.

Ahirettekiler ise şunlardır:

a) Yüce Allah'ın darlığı ve gazabıdır,

b) Kötü bir şekilde hesap vermektir,

c) Cehennem ateşi azabıdır."

Bundan başka Resulullah (sav) Efendimiz şöyle buyurdu:

– "Gözlerin zinası, yabancı kadınlara bakmaktır. Ellerin zinası, yabancı kadınlara el sürmektir. Ayakların zinası, yabancı kadınlara gitmektir..."

Bu mânâda, şu ayet-i kerimeler vardır:

– "Müminlere söyle: Gözlerini harama bakmaktan sakınsınlar; edep yerlerini korusunlar. Bu, kendileri için pek temiz bir harekettir. Allah yaptıklarından haberdardır." (24/30)

Sonraki ayet-i kerimede ise şöyle buyurdu:

– "Müminlere (kadınlara) da söyle: Gözlerini harama bakmaktan korusunlar; edep yerlerini muhafaza etsinler..." (24/31)

Şunun da bilinmesi yerinde olur; şöyle ki:

Kalb, göze tabidir. Göz, harama bakmaktan sakınmadığı takdirde; kalbin korunması müşkil iştir. Kalb dahi, öyle şeylerle meşgul olduğu takdirde, edep yerini korumak da zordur.

Mana üstte anlatıldığı gibi olunca; edep yerini korumak zaruridir. Şu mânâdan ötürü ki, edep yerini korumak müyesser ola...

Allahu Teâlâ, kadınları, yabancı erkeklerle konuşurken; fücur işleyen kadınlar gibi yalpayı konuşmaktan dahi, Kur'an-ı Mecid'de nehyetti. Ta ki, kalblerinde maraz olanlar, bir şey umup onlara kötü kasdda bulunmayalar... Onların âdet olduğu şekilde konuşmalarını emretti. Yani herhangi bir vehme kaptırmaktan ve bir tamah vermekten...

Bundan başka, kadınlara; erkeklerin yanında zinetlerini açığa çıkarmaktan nehiy geldi. Ta ki, erkeklerde o mânâda bir ihtiyaç zahir olmaya...

Bundan başka, kadınlar; yürürken ayakları ile yere vurmak dahi nehyedildi. Ta ki, gizli zinetleri, yani halhal ve benzeri şeyleri bilinmeye... Bu şekilde ayak yere sıkı vurulunca, onlar oynar ve şıngırdar. Böyle bir şey dahi erkeklerin kadınlara meylini gerektirir. Hulâsa, her ne şey ki, fıska çeker; o şey, kötü olup yasak edilmiştir.

Mutlaka, böyle bir şeyden korunmak gerekir ki, haramın başlaması ve mukaddimesi irtikâb edilmeye... Böylelikle de, selâmet müyesser ola... Yani haram işlerin kendilerinden.

Koruyucu Sübhan Allah'tır.

– "Başarı dileğim, ancak Allah'adır. Ona tevekkül ettim; ona bağlandım..." (11/88)

Şu da gizli bir mânâ değildir ki:

Yabancı kadın, kadına nazar etmekte ve onu şehvetle okşamakta yabancı erkek gibidir. Bu mânâdan olarak, kadının kocasından başkasına süslenmesi caiz değildir. Bu başkası, isterse kadın olsun...

Erkeklerin tüysüz delikanlıya şehvet nazarı ile bakmaları ve aynı duyguyla onları okşamaları haram olduğu gibi; şehvetle kadınların kadınlara bakmaları ve onları okşamaları dahi haramdır. Bu inceliğe de çok riayet edilmesi gerek. Zira böyle bir şey dünya ve ahiret hüsranına çıkan geniş, bir yoldur.

Bir erkeğin kadına ulaşması; iki sınıf arasında bulunan ayrılık ve manilerin olması sebebi ile zordur. Amma kadının kadına ulaşması böyle değildir. Zira, iki sınıfın ittihadı için kolaylık ve suhulet vardır. Bundan dolayı, öbür mânâdan daha çok, bu hususa dikkat edip ihtiyatlı hareket etmeleri gerekir.

Kadının kadına nazar etmesini, erkeğin kadına nazar etmesini, kadının dahi erkeğe nazar etmesini açık bir şekilde men etmek gerek...

***

Kadınların biatındaki dördüncü şarta gelelim: ÇOCUKLARI ÖLDÜRMEKTİR.

Şu mânâdan ötürü ki: Cahiliyetteki kadınlar, fakirlik korkusu ile, kız çocuklarını öldürürlerdi. Bu şeni iş, bir insanı öldürmek olduğu gibi, soyu da kesmektir. Böyle bir şey de, büyük günahlardan sayılır.

Kadınların biatında anlatılan dördüncü yasak şart ise, BÜHTAN ve İFTİRADIR.

Anlatılan bu kötü huy, kadınlarda daha ziyade olduğundan; bilhassa onlar bu işten nehyedildi. Bu sıfat, çirkinlik itibarı ile kötü sıfatların en şiddetlisidir. Rezil huyların da en rezilidir. Zira o, bütün dinlerde haram olan yalanı tazammun eder; hepsinde de kötü görülmüştür. Bundan başka, müminlere eziyet sayılır ki, bu dahi haramdır. Sonra o, yeryüzünde fesadı gerektirir ki, mahzurlu olup men edilmiştir. Kur'an hükümlerinin kafi kararı ile, kötü olarak kabul edilmiştir.

***

Gelelim altıncı şarta ki, Peygambere asi gelip ona muhalefet etmekten nehiydir. Allahu Teâlâ, ona salât ve selâm eylesin. Hem de verdiği emr-i marufun tümünde.

Bu şart, bütün emirlere imtisal etmeyi; şer'i yönden gelen bütün yasaklara da uymayı tazammun etmektedir.

imtisal edilmesi gereken işler arasında şunları sayabiliriz: Namaz, oruç, zekât, hac.

Anlatılan dört şart, Allah'a ve Allah katından gelenlere imandan sonra, İslâm'ın üzerine kurulduğu işlerdir.

Ciddiyetle, çaba harcayarak; tembellik edip ara vermeden, namazın eda edilmesi gerekir.

Bir minnet borcu kabul ederek, zekâtın dahi sarf edilecek yerlerine verilmesi yerinde olur.

Ramazan ayı orucunu dahi tutmak gerek. Zira bu oruç; bir senelik seyiata kefaret sayılır.

Hac vazifesinin dahi eda edilmesi gerek. Zira, Resulullah (sav) Efendimiz hac hakkında şöyle buyurdu:

– "Hac, yapılmadan önce işlenenlere de kefaret olmayı gerektirir."

Bu vazifeyi de eda etmeli ki, İslâm kıyamı sağlansın.

Anlatılanlardan başka, mutlaka vera (şüpheli işlerden çekinmek) ve takva (her türlü kötülükten dikkatle sakınmak) lâzımdır. Bu mânâda, Resulullah (sav) Efendimiz şöyle buyurdu:

– "Dinimizin direği vera'dır..."

Burada vera, şer'an nehyedilen işlerin terkinden ibarettir.

Müskirat (sarhoş edici şeyler) alıp yemekten dahi sakınmak gerek. Böyle şeyleri şarap gibi haram ve kötü bilmelidir.

Çalgılı işlerden de sakınmalıdır. Bundan sakınmak zaruridir. Çalgılı şeyler hakkında şöyle geldi:

– "Gına (çalgı) zinanın efsunudur."

Zira, böyle şeyler oyuna ve oyalanmaya girer ki, haramdır.

Gıybetten, nemimeden (söz gezdirmekten) dahi sakınmak gerek. Bunlar da yasak edilmiştir.

Maskaralıktan ve bir mümine eziyet etmekten dahi sakınmak zaruridir. Zira, her ne veçhile olursa olsun; bir mümine eziyet edip alaya almak, eğlenmek yasaktır.

Şum tutmak ve herhangi bir şeyi uğur sayıp onun tesirine inanmak dahi yerinde değildir.

Hastalığın da, bir şahıstan diğer şahsa geçeceğine itikad etmek doğru olmaz. Zira, Muhbir-i Sadık Resulullah (sav) Efendimiz, her ikisinden de men edip şöyle buyurdu:

– "Ne şum tutmak, ne de geçme vardır..."

Kâhinlerin ve müneccimlerin sözlerine itibar etmek yerinde değildir. Bunlara gaybe dair işler sorulmamalı ve gaybe dair işlerde onların maarifetli olacaklarına itikad etmemelidir.

Bu hususta dahi, çokça yasak emri gelmiştir.

Sihir istimalinden dahi, sakınmak gerek. İster yapmak, isterse yaptırmak için olsun. Zira, böyle bir şey, kesin olarak haramdır. Bunun küfürde sağlam bir basamağı vardır. Hiçbir günah yoktur ki; sihir istimalinden daha ziyade küfre yaklaştırsın. Bundan çok sakınmak gerekir ki, onun inceliklerinden hiçbiri sudur etmeye...

Bir rivayette şöyle geldi:

– "Müslüman, Müslüman olarak kaldıkça, kendisinden sihir (büyü) sadir olmaz."

Allah, bizleri korusun; ondan iman zail olduğu takdirde kendisinden sihir sadır olabilir.

Sihir ve imandan her biri, birbirinin nakzedicisi gibidir. Yani sihir vaki olunca, iman kalmaz.

Anlatılan inceliğe dikkat etmelidir ki, imana bir halel gelmeye ve bu amel şumluğu ile, İslâm elden gitmeye...

Hulâsa, muhbir-i Sadık Resulullah (sav) Efendimiz her ne haber vermiş ise, şeriat kitaplarında ulema her neyi beyan etmiş ise, onlara imtisal için, tam manası ile çalışmak gerek. Hem de, onların hilafını, öldürücü bir zehir ve ebedi ölüme kavuşmak, sonsuz azapların dahi çeşitlerine uğramak olduğunu bilerek.

***

Kendileri ile biat edilen kadınlar, anlatılan şartları kabul edince; Resulullah (sav) Efendimiz, onların mücerred sözü ile biat etti. Yüce Allah'ın emri ile de, onların bağışlanmasını talep etti. Bir cemaat hakkında, Resulullah (sav) Efendimizin istiğfarı vaki olunca; onların bağışlanacağına tam bir ümit vardır. Yani kabul olacağı şanında. O cemaat dahi, bağışlanmış olur.

Ebu Süfyan'ın zevcesi Hind dahi, bu biat eden kadınlar arasında idi. Hatta onların başkanı idi. Onların namına konuştu. Onun hakkında dahi, tam manası ile, bir bağışlanma ümidi vardır.

Hangi kadın olursa olsun; bu şartları itiraf edip de, iktizasına göre amel eder ise, hükmen bu biata dahildir; bu istiğfar bereketinden ona da ümid vardır.

Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

– "Eğer şükredip de iman ederseniz, Allah size azapla ne yapsın?" (4/147)

Burada şükretmenin manası şudur: Şer'i hükümleri kabul edip onların 'iktizasına göre amel etmek...

Necat ve halâs yolu, şeriat sahibi Resulullah (sav) Efendimize; itikadda ve amelde tabi olmaktır.

Üstad ve şeyh, ancak şeriata dalâlet içindir. Onların bereketi ile itikad ve amele dair işlerde suhulet ve kolaylık olması içindir. Ancak şöyle bir şey için değildir: Müridler, dilediğini yapacak, canının istediğini yiyecek; sonra şeyh onlara cehenneme karşı perde olup kendilerini azaptan koruyacak! Böyle bir şey, sırf temennimden ibarettir.

Orada ancak, Allah'ın izni ile bir kimse şefaat edebilir. Bir kimse ki, Rabbinin razı olduğu murtaza zümreden değildir; hiç kimse onun hakkında şefaat edemez.

Rızaya nail olan murtaza o kimsedir ki, şeriat iktizasına göre amel eder; bu arada kendisinden ufak bir hata da sudur eder ise, amma beşeriyet iktizası olarak, işte hali anlatıldığı olan bir kimsenin şefaatle kurtulması mümkündür.

Burada, şöyle bir şey sorulabilir:

– Hangi itibara göre, günahkâr bir kimseye:

– Murtaza demek mümkün olur?

Bunun için şu cevabı veririm:

– Sübhan Hak, bir kimsenin bağışlanmasını murad eder ise, onun affı şanında bir vesile meydana çıkar. Böyle bir kimse, hakikatte murtazadır; isterse zahirde günahkâr olsun.

Başarı ihsan eden Sübhan Haktır.

Dua makamında bir ayet-i kerime meali:

– "Rabbimiz, bize katından rahmet ver. Bizim için işimizde başarı hazırla..." 8/10)