MEVZUU: Mü'min kalbinin yüce şânı beyânında olup ona eziyetten men hakkındadır.

NOT: İmam-ı Rabbanî Hz. bu mektubu, Arabî ibare ile Mevlâna Sultan Serhendi'ye yazmıştır.

***

Âlemlerin Rabbi Allah'a hamd olsun.

Salât ve selâm, onun Resulü Muhammed'e ve tüm âline.

***

Sonra...

Bilesiniz ki,

Kalb, Sübhan Allah'ın cârıdır (komşu, yakın manalarınadır)..  O'nun mukaddes zatına ondan daha yakın bir şey yoktur. Bilhassa ona eziyet etmekten sakınınız. Amma hangi kalb olursa olsun...İster mü'min olsun; isterse âsi. Zira komşu, âsi olsa dahi himaye görür. Sakınınız, bundan çok sakınınız. Zira, küfürden sonra, Sübhan Allah'a eziyet etmeye sebep olan kalb eziyeti gibi bir günah yoktur. Çünkü o, Sübhan Allah'a pek çabuk ulaşır.

Halkın tümü, Sübhan Hakkın kullarıdır. Dövmek ve ihanet etmek. Amma hangi kul olursa olsun; onun efendisine eziyeti muciptir.

Yüce Mevlâ'nın şânını düşünmek gerek. O, Mutlak Malik'tir. Onun halkında ancak emir buyurduğu kadar tasarruf edilir. Bu emredilen mikdar dahi, eziyet kısmına dahil değildir. Elbette yüce Allah'ın emrine imtisaldir (Halk için, emredilen kadarını kullanmak, eziyet olmayıp, yüce Allah'ın emrine uymaktır).

Meselâ, bekâr olarak zina eden kimsenin haddi yüz değnektir. Bu yüzün üstüne bir tane artırılırsa, zulüm olur ve eziyete dahildir.

Bilesiniz ki,

Kalb, mahlukatın en faziletlisi ve en şereflisidir. Nitekim, insan da, mahlukatın en faziletlisidir. Bu da, alem-i kebirde olanı icmal ve cem ettiği içindir (Büyük âlemdeki her şeyi topluca ve özet olarak kendinde bulundurduğu içindir). Kalb de, insanda bulunanı cem ettiğinden en faziletlidir; bir de basatında ve icmaliyetinde (genişliğinde ve toplayıcılığında) kemal üzere olduğundan...

Zira, her ne şey ki, icmâl ciheti ile (toplayıcı olma yönü ile) daha sıkı, cem'iyet itibarı ile (bir arada bulundurma itibarı ile) daha çok olur; yüce Allah'ın zatına daha yakındır.

İnsanda bulunan, ya halk âlemindendir, yahut emir âleminden. Kalbe gelince, bu iki âlem arasında berzahtır.

Yükseliş mertebelerinde ise, o mertebelerin tazammun ettiği (içinde bulundurduğu) şeylerden insan letâifi, asıllarına kadar yükselir. Meselâ, önce suya yükselir; sonra havaya, sonra ateşe, sonra letâifin asıllarına, sonra kendisinin terbiyesine gelen cüz'i isme... Daha sonra da, onun küllisine... Daha sonra da Allah'ın, dilediği yere kadar yükselir. Amma kalb, böyle değildir. Zira, onun yükseleceği bir aslı yoktur. Elbet kalbden yükseliş, evvelâ yüce Zat'adır.

Sonra kalb, gayb hüviyetinin (gayb kimliğinin) kapısıdır. Ne var ki, anlatılan tafsil olmadan yalnız kalb yolundan vuslat zordur. Ancak o tafsili itmam ettikten sonra, vuslat müyesser olur.

Görmez misin ki, onda bulunan bu cem'iyet ve vüs'at (toplayıcılık ve genişlik), anlatılan tafsilli mertebeleri aştıktan sonra olmaktadır.

Burada:

– Kalb... demekten murad, geniş manası ile (basit) câmi olan kalbdir. Bilinen bu et parçası değildir.