AĞIZA KAÇAN YILAN
Akılı birisi, atına
binmiş geliyordu. Uyumakta olan birisinin ağzına da bir yılan kaçmak üzereydi.
Atlı onu görüp adamcağızı kurtarmak yılanı ürkütüp kaçırmak için koşmaya
başladı. fakat fırsat bulamadı. Aklı kendisine yardım ettiğinden pek akılı kişi
olduğundan o uyumakta olan adama şiddetlice birkaç topuz vurdu. O şiddetlice
vurulan topuzun acısı, adamı bir ağaç altına kadar kaçırdı.
Ortaya bir hayli çürük
elma dökülmüştü. Adama “ Ey dertli kişi bunları ye” dedi. “ Beyim, ben sana ne
yaptım, bana ne kastın var? Eğer bana hakikaten bir kastın varsa vur kılıcı,
birden kanını dök! Sana çattığım saat ne menhus saatmiş. Ne mutlu senin yüzünü
görmeyene! Dinsizler bile kimseye suçsuz günahsız, az çok bir şey yapmadan böyle
sitem etmezler, bu sitemi caiz saymazlar” diyordu.
Söz söylerken ağzından
kan geliyordu “ yarabbi cezasını sen ver!” diye bağırmakta, her an ona kötü
söylemekte, lanet etmekteydi. Atlı ise “ bu ovada koş”diye onu dövüyordu. Adam,
topuz acısıyla atlının korkusundan yel gibi koşmağa başladı. Hem koşuyor, hem
yüzüstü düşüyordu. Karnı toktu, uykulu ve gevşemiş bir haldeydi. Ayağında,
yüzünde yüz binlerce yara vardı.
Atlı o adamı akşam çağına
kadar çekiştirip durdu. Nihayet, adamın safrası kabardı, kusmağa başladı. İyi,
kötü yediklerini kustu. Bu kusma esnasında yılan da içinden dışarı çıktı. O
yılanı görünce kendisine iyilik eden atlıya secde etti. O kapkara çirkin ve
heybetli yılanı görünce bütün dertlerini unuttu. Dedi ki: “ Sen, bir rahmet
cebrailisin, yahut da velinimet Allah’sın ne kutlu saatmiş ki beni gördün.
Ölüydüm, bana yeni bir
can bağışladın. Sen beni analar gibi aramaktayken, ben eşekler gibi senden
kaçıyordum. Eşek sahibinden eşekliği yüzünden kaçar. Halbuki sahibi, iyiliğinden
dolayı onun peşine düşer. Onu bir fayda elde etmek bir ziyandan kurtulmak için
aramaz. Kurt, yahut yırtıcı bir canavar paralamasın diye arar. Ne mutlu yüzünü
görene, yahut ansızın senin bulunduğun yere ulaşana!
Pak ruh bile seni övmüş.
Halbuki ben sana ne kadar kötü ve saçma şeyler söyledim. Fakat efendim,
padişahlar padişahı sultanım onları ben söylemedim, bilgisizliğim söyledi. Bir
parçacık olsun bu hali bilseydim böyle abes sözler söyleyebilir miydim? Ey iyi
ruhlu eğer bana bu hali kinaye ile bile olsa çıtlatsaydın seni bir hayli
överdim. Fakat sükut ederek kızgın göründüm. Hiçbir şey söylemeksizin kafama
vurmaya başladın başım sersemleşti, aklım gitti. Hele benim bu başım zaten aklı
da kıt!
Ey yüzü de güzel işi de
güzel adam affet, deliliğimden söylediğim sözleri bağışla. Atlı “ eğer ben bunu
biraz çıtlatsaydım derhal yüreğin su kesilir ödün patlardı. Yılanı anlatsaydım
korkudan canın çıkıverirdi. Mustafa “ canınızdaki düşmanı size olduğu gibi
anlatsam. Yiğitlerin bile ödü patlar ne yol yürümeğe ta katları kalır, ne bir
işin tasasına düşerler! Ne kimsenin gönlünde niyaz etmeğe kudret kalır, ne tenin
de oruç tutmaya, namaz kılmaya kuvvet” buyurdu.
Bunu duyan kedi önündeki
sıçan gibi yok olur; kurt önündeki kuzu gibi mahvolur. Ne uyku uyuyabilir ne
yemek yiyebilir. Onun için ben sizi bunu söylemeden terbiye etmekte,
yetiştirmekteyim. Ebu Bekr-i Rebabi gibi susmakta, Davut gibi demire el
vurmaktayım. Bu suretle de olmayacak şey, benim elimde mümkün olur, bir hale
yola girer, kanadı yolunmuş kurşun bile kanadı çıkar. Çünkü Allah’ın eli
insanların ellerinden üstündür. Tek Allah da bizim elimize “ Benim elim”
demiştir.
Şu halde şüphe yok ki
benim kolum uzundur,her yere erişir. Ta yedinci kat gökten bile aşar. Elim gökte
bile hünerler göstermiştir. Ey Kuran okuyan “İnşakkal Kamer” ayetini okuyuver!
Bu övüş de akıllar zayıf olduğu içindir. Zayıf olanlara kudreti anlatmaya imkan
mı var* uykudan başkaldırırsan anlarsın.
Bu iş böyledir işte
doğrusunu Allah daha iyi bilir. Eğer sen içinde ki yılanı bilseydin ne elma
yemeğe kuvvetin kalırdı, ne yol yürümeye ne de kusmağa1 sen beni sövüyordun, ben
de seslenmiyor, fakat atımı sürüyordum. Gizlice de Yarabbi, sen işimi
kolaylaştır demekteydim. Sebebi söylememe izin yoktu, fakat seni kendi haline
bırakmaya da kaadir değilim.
Her an gönlümdeki dert
yüzünden Yarabbi, kavmime yolu sen göster çünkü onlar bilmiyorlar, demekteydim”
dedi. Derdinden kurtulan adam, secdeler etmekte “ Ey bana saadet, ikbal ve
hazine olan! Ey yüce kişi Allah’tan hayırlar bul! Bu zayıfın sana şükretmeye
kudreti yok. Mükafatını Allah versin. Ağzım dilim sana şükretmekte aciz”
demekteydi. İşte akıların düşmanlığı bu çeşittir. Onların zehirleri bile cana
neşe verir. Ahmağın dostluğu ise eziyettir, sapıklıktır. Misal olarak birde
hikayeyi dinle.
Bir ejderha bir ayıya
yakalamıştı. Yiğidin biri giderken ayının bağırmasını duydu. Alemde düşkünlere
yardımcı erler vardır. Onlar, mazlumlar feryat ettiler mi derhal yetişirler.
Mazlumların seslerini her yerden işitirler, Hak rahmeti gibi o tarafa koşarlar.
Alemin sarsıntılarına, yıkıntılarına direk, destek olan gizli dertlerin tabibi
bulunan o erler; muhabbetin, adaletin rahmetin ta kendisidirler.
Onlar, hak gibi illetsiz,
rüşvetsiz kişilerdir. Onlardan birine “ can ve gönülden ettiğin bu yardım için,
neden yardım ediyorsun?” denilse ancak “ yardım isteyenin gamından,
çaresizliğinden” der erin avı merhamettir. İlaç alemde dertten başka bir şey
aramaz. Nerede bir dert varsa deva oraya gider. Su neresi alçaksa, oraya akar.
Sana da rahmet suyu gerekse yürü, alçal da sonra rahmet suyunu iç sarhoş ol. Ta
başa kadar rahmet içinde rahmet var. Oğul bir tek rahmete dalma, bir tek rahmete
kani olma.
Ey yiğit, gökyüzünü ayak
altına al, feleğin üstünden nağme seslerini duy! Kulağından vesveseler ayıp
kılından arıt ta gayp selviliğini gör. Burnundan beyninden nezleyi gider de
Allah kokusu burnuna gelsin. Sıtmadan, safradan hiçbir eser bırakma da alemden
şeker lezzetini bul. Sen yüz türlü güzel yüzlü evlat olması için erlik ilacını
kullan, erlikten kesilmiş olarak koşup tozma.
Can ayağından ten
bukağısını çıkar da meclis etrafında dönüp dolaşsın. Hasislik zincirini elinden
boynundan at eski felekte yeni bir baht bul. Lütuf kabesine uçmaya kanadın yoksa
çare bulana arz et. Ağlayıp inleme kuvvetli bi sermayedir, külli rahmet pek
güçlü bir dadıdır. Dadı ve ana çocuk ne vakit ağlayacak diye bahaneler ararlar.
Allah da sizin hacet
çocuklarınızı ağlasın da süt meydana gelsin diye yarattı. “Allah’ı çağırın”
dedi, ağlayıp inlemeyi bırakma ki Allah’ın merhamet sütleri coşsun. Rüzgarın
sesi de bizim gamımızı teskin etmek içindir. Bulutun süt yağdırması da. Hele bir
an sabret. “ Rızkınız gökyüzündedir” ayetini duymadın mı? Neden bu aşağılık yere
saplanıp kaldın? Korkunu, ümitsizliğini gul sesleri bil. Onlar, seni
aşağılıkların ta dibine kadar çekerler. Seni yücelere çeken her ses, bil ki
yücelerden gelmektedir. Sana hırs veren her sesi de adamları paralayan bir kurt
sesi bil. Bu yücelik, mekan bakımından değildir. Bu yücelikler, akıl ve can
yücelikleridir. Her sebep eserinden yücedir.
Çakmak, kıvılcımdan
üstündür. Birisi azametli birinin alt yanına otursa bile hakikatte üst tarafına
oturmuş sayılır. Çünkü orasının üstünlüğü şeref bakımındandır. Baş köşeden uzak
olan yer alçaktır. Kıvılcım çıkarmak için taş ve demir gerek. Bunların varlığına
lüzum olduğundan bu ikisi kıvılcımdan üstün sayılabilirse de.
Çakmaktan maksat taş ve
demirden meydana gelen kıvılcım olduğundan, kıvılcım onlardan çok ileridedir.
Taş ve demir evvel, kıvılcım sonra. Fakat bu ikisi ten, kıvılcım can. Kıvılcım,
zaman itibariyle çakmaktan sonra ise de değeri bakımından ondan üstündür. Zaman
bakımından dal, meyveden öncedir, fakat hüner bakımından daldan üstün. Çünkü
ağaçtan maksat meyvedir; şu halde meyve evveldir, ağaç sonra gelir. Ayı,
ejderhadan feryat edince o er ayıyı onun pençesinden kurtardı.
Hile ile babayiğitlik
birleşti, er de ejderhayı bu kuvvetle alt edip öldürdü. Ejderhanın gücü vardır
ama hilesi yoktur. Senin hilen var ama hilenden üstün hile de var! Hile ve
tedbirini görünce yürü, o hile, o tedbir nereden geldi? O başlangıç tarafına
dön, o tarafa yönel. Aşağılık alemde bulunan her şey yücelikten gelmiştir.
Haydı, var, gözünü yüceliklere dik. Yücelere bakmak önce gözü alır, kamaştırır
ama sonra bakışa bir aydınlık bağışlar. Gözünü aydınlığa alıştır.
Yok eğer yarasaysan
karanlıklara baka dur! Akıbeti görme, nurunun nişanesidir, bu şehvete düşmense
senin mezarın. Yüz türlü oyun görüp, yüz türlü tecrübe geçirip akıbeti gören
kişi, bir tek oyun görene benzemez. Bir oyun gören, o tek ona öyle mağrur oldu
ki ululanması yüzünden üstatlardan uzak kaldı. Samiri gibi o, kendisinde bir
hüner görünce ululanıp Musa’dan baş çekti.
Halbuki o hünerini
Musa’dan öğrenmişti. Öyle olduğu halde öğretmeninden gözünü yumdu. Hulasa
Musa’da başka bir oyun etti de onun oyununu kapıverdi, kendisini de! Başta dönüp
dolaşan nice hünerler, nice bilgiler vardır ki insan onlarla baş oluncaya kadar
elden gider! Başının gitmemesini istersen ayal ol, rey ve tedbir sahibi Kutb’a
sığın! Şah bile olsan kendini ondan üstün görme.
Bal bile olsan onun
otundan başka bir şey devşirme. Senin fikrin surettir, onun ki can . senin paran
kalptir, onunki maden. O, sensin. Kendini onda ara “Ku, Ku- Nerede, nerede?”
diye onun civarında bir üveyik ol! Sefa ehline hizmet etmek istemezsen ejderha
ağzına düşen ayıya benzersin. Belki bir üstat seni kurtarır, tehlikelerden çekip
çıkarır. Madem ki gücün kuvvetin yok ağlayıp inle! Madem ki körsün yol görenden
baş çekme. Ayıdan daha aşağı mısın ki derdinden ağlayıp inlemiyorsun.? Ayı
feryat ettiği için dertten kurtuldu. Ey Allah, bizim taş yüreğimizi mum gibi
yumuşat, kerem et de feryadımıza acı!
Bir kör vardı, derdi ki:
“Ey zamane ehli, elaman, benim iki körlüğüm var. Şu halde bana iki kat acıyın.
Çünkü iki kat körüm, bu iki körlüğe birden müptelayım” Birisi “ bir körlüğünü
görüyoruz. Öbür körlüğün nedir? Göster dedi. Kör dedi ki; “ sesim çirkin, avazım
bed. Ses çirkinliği ve körlük iki kat körlüktür çirkin sesim halka keder
vermekte. Halkın acıması, sesim yüzünden azalmakta. Kötü sesim nereye varırsa
hiddet, gam ve kin meydana gelmekte. İki körlüğe siz de iki kat acıyın. Böyle
hiçbir yere sığmayan kişiyi gönlünüze sığdırın, hoş görün” bu şikayet, bu
sızlanma yüzünden sesinin çirkinliği kalmadı. Halkın hepsi ona acımaya başladı.
Sırrını söyleyince
gönlünün güzel sesi sesini güzelleştirdi, sesindeki çirkinlik gitti. Fakat
birisinin gönül sesi de çirkin olursa o adamda üç ebedi körlük vardır. Fakat
sebepsiz illetsiz hacetleri reva edenler, olabilir ki onun çirkin başına bir el
korlar. O dilencinin sesi hoş ve acınacak hale gelince taş yüreklilerin yüreği
bile muma döndü.
Kafirin sesi çirkin
olduğundan icabete eş olamaz. “ susun” emri kötü ses hakkındadır. Çünkü o ses,
halkın kanından köpek gibi sarhoş olmuştur. Ayının feryadı bile acındıracak bir
ses olur da senin feryadın olmazsa bu çok kötü bir şeydir! Bil ki sen Yusuf’a
kurtluk etmişsin, yahut bir suçsuzun kanını içmişsin. Tövbe et içtiğini kus.
Eğer yara eskidiyse yürü, dağla!
Ayı ejderhadan kurtulup o
babayiğit erden o keremi görünce, Eshab- Kehf’in köpeği gibi onun peşine
takıldı. O Müslüman hastalanıp yastığa baş koyunca da ayı ona bağlanmış, gönül
vermiş olduğundan bırakmadı, başın da beklemeye başladı. Birisi oradan geçerken
“ halin nasıl? Kardeş, bu ayıyla ne işin var” dedi.
Er ejderha hikayesini
nakletti. O adam “ ayıya güvenme be ahmak. Ahmağın dostluğu düşmanlıktan
beterdir. Ne suretle olursa olsun sürülmesi gerek” dedi. Er dedi ki; “Vallahi
bunu hasedinden söyledin, yoksa sen ayıya ne bakıyorsun, sevgilisini gör!” adam
“ ahmakların sevgisi aldatıcı bir sevgidir, benim bu hasedim, onun sevgisinden
iyidir. Be adam gel benimle bir ol da o ayıyı sür, defet.
Hemcinsini bırakıp ayıya
güvenme” dediyse de Er, “git, git hasetçi herif, kendi işine bak” dedi. Adam
“İşim buydu ama sana nasip değil. Yüce kişi ben bir ayıdan daha aşağı değilim ya
onu bırak da eşin dostun ben olayım. Başına bir şey gelecek diye yüreğim
titriyor. Böyle bir ayı ile ormanlığa gitme. Yüreğim asla olmayacak şeyden
titremedi. Bu seziş Allah nurundandır, saçma değil.
Ben müminim “ mümin Allah
nuruyla bakar” sırrına mazharım. Kendine gel, kendine! Bu ateşgedeyi bırak!”
dedi. Bu sözler erin kulağına girmedi. Suizan adama kuvvetli bir seddir. Ayının
elini tuttu adamın elini bıraktı. Adam da “ senin aklın başında değil,
gidiyorum” dedi. Er dedi ki: “ git benim kaydıma kalma. Boş boğaz herif, o
derece bilirlikten dem vurup durma” adam tekrar “ Ben senin düşmanın değilim.
Peşimden gelirsen kendine lütfetmiş olursun” dedi.
Er “ Uykum geldi. Bırak
beni işine git”dedi. Adam “ yahu, ne olur bir dosta uy da,akıllı birisinin
himayesinde, gönül sahibi bir dostun civarında uyu” dedi. Babayiğit, o adamın
ısrarından hayallenip kızıverdi, yüzünü çevirip, “ bu galiba bir katil bana
kastetmeye geldi, yahut bir şey umuyor, dilenci ve külhani herifin biri.
Yahut da beni bu ayıyla
korkutma hususunda evvelce dostlarıyla bahse girişmiş olmalı” dedi, İçinin
kötülüğünden hatırına iyi bir şey gelmedi. Bütün hüsnü zannı ayıyaydı. Sanki
ayıyla aynı cinstendi! Bir köpek uğruna bir akılıyı itham etti, ayıyı muhabbet
ve merhamet sahibi bir dost bildi!
Musa bir hayal sarhoşuna
dedi ki: “ Ey kötülükten sapıklıktan fena düşüncelere saplanmış kişi, Benden
bunca bürhan görmene ne benim bu derece güzel huyuma rağmen peygamber olup
olmadığıma dair yüzlerce şüphen vardı. Benden yüz binlerce mucize gördüğün halde
hayalin yüz kat artmakta, o derece şüpheye.
Zanna düşmekteydin.
Hayalden, vesveseden daraldın, peygamberliğime ta’nedip durmaya başladın. Seni
Firavuna uyanların şerrinden kurtarmak için denizden apaçık toz kopardım. Gökten
kırk yıl kaselerle yemek geldi, duam bereketiyle taştan ırmak coştu. Bu ve buna
benzer nice yüzlerce mucize senin vehmini azaltmadı, eksiltmedi. Fakat sihirli
bir buzağı ses verdi.
Allah’ım sensin diye
derhal secde ettin. O vehimlerini Nil götürdü, o soğuk anlayışın uykuya daldı.
Onun hakkında da niye kötü bir zanna düşmedin? Ey kötü suratlı, onun önüne nasıl
baş koydun? Niçin onun hilesinden şüphelenmedin, onun ahmakları aldatan
sihrinden niye işkillenmedin? Be aşağılık kişiler, samiri kim oluyor ki alemde
bir Allah düzüp koşsun. Onun bu hilesine nasıl oldu da kapıldın, nasıl oldu da
ona uydun, onunla aynı fikirde bulundun?
Nasıl oldu da bütün
şüpheleri attın,kurtuldun? Sence öküz, bir lafla Allah’lığa layık oluyor da
sonra benim peygamberliğimde şüpheye düşüyorsun ha? Bir öküze eşeklikten secde
ettin aklın Samirinin sihrine av oldu. Ululuk sahibi Allah’ın nurundan göz
yumdun. İşte sana adamakıllı bilgisizlik, işte sana sapıklığın ta kendisi! Yuf
olsun sendeki akla, irfana. Senin gibi bilgisizlik madenini öldürmek gerek.
Altından yapılan öküz ses
verdi de ne dedi ki, ahmaklar ona bu derece rağbet ettiler? Ben size daha ziyade
şaşılacak pek çok şeyler gösterdim. Fakat aşağılık kişiler nasıl olur da hakkı
kabul ederler? Batılları ne cezbede bilir? Ancak batıl! Tembellere ne hoş gelir
tembellik! Çünkü her cins, kendi cinsini çeker. Öküz nasıl olur da erkek aslana
yüz tutar? Kurt neden Yusuf’a aşık olacak? Ancak hile ile onu sever görünür,
sonra da onu parçalayıp yer. Fakat kurt, kurtluktan kurtulursa Yusuf’a mahrem
olur.
Eshab-ı Kehf’in köpeğin
gibi ademoğullarından sayılır. Ebubekir, Muhammet’ den bir koku alınca “Bu yüz
yalancı yüzü değil” dedi. Fakat Ebu cehil, dert sahiplerinden olmadığı için
yüzlerce Şakkı Kamer gördü de yine inanmadı. Leğeni damdan düşen, şöhreti aleme
yayılan dertliden Hakk’ı gizledik, fakat gizlenmedi gitti. Cahil olan ve Allah
derdinden uzak bulunan kişiye de hakikat sırlarını nice defalar gösterdiler de o
görmedi. Gönül aynası saf olmalı ki orada çirkin suratı güzel surattan ayırt
edebilsin”
O Müslüman, kızarak ve
içinden “ La havle” diyerek ahmağı bırakıp gitti. “ Benim ona ciddiyetle nasihat
vermemden, üstüne düşmemden, gönlündeki hayaller attı, büsbütün vehimlendi.
Demek ki nasihat yolu kapandı” dedi. “ fa!rıd anhum” emrine bağlandı. Verdiğin
ilaç derdi arttırırsa sen de sözü isteyene söylet. Abese suresini okusana. Allah
“ kör, Hakk’ı diliyorsa onun yoksulluğu yüzünden gönlünü kırmak yaraşmaz. Sen
halk ulularından öğrensin diye uluları irşat etmek istiyorsun ama Ey Ahmet,
büyüklerin bir kısmı seni dinlemeye koyulunca hoşlandın,belki, bu ulular, dine
güzelce yardımcı olurlar, bunlar Arab’a Habeş’e reistir. Bunların yüzünden İslam
dininin şöhreti Basra’yı Tebük’ü aşar. Çünkü halk padişahların dinindendir. Diye
düşündün, bu yüzden de hidayet isteyen körden yüz çevirdin, onun sohbetinden
sıkıldın. “ Bunlar her vakit ele geçmez. Sen dostlarımızdansın, vaktin de geniş.
Bu dar vakitte işime mani olma.
Bunu sana darılarak
kızarak söylemiyorum, nasihat yollu söylüyorum” dedin. Fakat Ey Ahmed , Allah
indinde bu bir tek kör, yüzlerce Kayserden, yüzlerce vezirden yeğdir. İnsanlar
madenlerdir sözünü hatırına getir. Öyle maden olur ki yüz binlerce madenden daha
değerlidir. Gizli kalmış lal ve akik madeni, yüz binlerce bakır madeninden
değerlidir. Ey Ahmed, burada malın faydası yok.
Aşkla derle dumanla dolu
gönül lazım. Gönlü aydın kör gelince kapıyı kapama. Ona nasihat ver nasihat onun
hakkıdır. İki üç ahmak seni inkar etse neden acılaşırsın, sen zaten şeker
madenisin. İki üç ahmak seni itham etse bile Hak, sana tanıklık eder” dedi. (
Muhammed dedi ki:) “ Alemin ikrarından fariğim. Birisine Allah tanık olursa
gayrı ona ne gam! Yarasa, güneşi göremez.
Görüyorum dese bile
gördüğü güneş değildir. Yarasaların nefretinden de anlaşılıyor ki ben ulu
Allah’ın parlak bir güneşiyim. Bir gül suyuna bokböcekleri rağbet etseler bu,
onun gül olmadığına dalalet eder. Kalp akça mehenk istese mehengin mehenk oluşun
da şüphe hasıl olur. Bil ki hırsız geceyi ister, gündüzü değil.
Ben gece değilim, cihanda
parıldayan gündüzüm. Bey ayırıcıyım. Benden bir saman çöpü bile geçmesin diye
kalbur gibi her şeyi eler ayıt ederim. Bunların nakışlarından, suretlerden
ibaret olduğunu, onlarınsa can bulduğunu göstermek üzere unu kepekten ayırırım.
Ben dünyada Allah terazisiyim.
Hafif olan her şeyi
ağırdan tefrik eder, gösteririm. Öküz elbette bir buzağıyı Allah tanır. Eşek
müşteri olup bir şey alsa elbette ham kavun alır. Ben öküz değilim ki beni
buzağı satın alsın. Ben, diken değilim ki beni deve yesin! O, bana cevrettim
sanır, halbuki hakikatte adeta aynamı siler, cilalar.”
Calinus, eshabı na “ Bana
filan ilacı verin” dedi. İçlerinden birisi dedi ki: “ Ey her fenni bilen üstat,
bu ilacı delilik için verirler. Delilikse, senin aklından uzak. Bu sözü bir daha
söyleme!” Calinus, “ bana bir deli baktı. Bir müddet güzelce yüzümü seyretti.
Bana göz kırptı, sonra yenimi yakamı yırttı. Eğer benim, onunla bir münasebetim
olmasaydı o çirkin suratlı nasıl olur da bana yüz çevirirdi?
Eğer bende kendisiyle bir
cinsiyet, bir münasebet görmeseydi nasıl olur da bana gelip çatardı? Nasıl olur
da kendi cinsinden olmayana musallat olurdu? İki kişi birbiriyle uzlaştı.,
birbirine sataştı mı, hiç şüphe yok, aralarında bir kadr’i müşterek vardır. Kuş
ancak kendi cinsinden olan kuşlarla uçar. Kendi cinsinden olmayanla sohbet adeta
mezara girmedir” diye cevap verdi.
Bir hakim dedi ki “
Yazıda bir kargayla bir leyleğin beraberce koşup uçmakta olduğunu gördüm. Hayret
ettim, bakalım aralarında ki kadr-i müştereke ait emare bulabilir miyim diye
hallerini araştırmaya koyuldum. Hayretle yanlarına yaklaşınca gördüm ki ikisi de
topal!” hele arşa mensup bir doğanla ferşin malı olan bir yarasa nasıl olur da
beraber bulunur? Biri İlliyin’in güneşi öbürü Siccin’in yarasası.
Biri her ayıptan arınmış
tertemiz bir nur, öbürü her kapıdan dilencisi bir kör. Biri Pervin burcuna ziya
veren bir ay , öbürü fışkıda debelenen bir kurt. Biri Yusuf yüzlü, İsa nefesli
öbürü bir kurt, yahut çıngıraklı bir eşek. Biri la mekan aleminde uçmakta. Öbürü
köpekler gibi samanlıkta kalakalmış! Gül, hal diliyle bokböceğine şu sözleri
söyleyip durmaktadır: “ Ey koltuğu kokmuş, Gül bahçesinden kaçıyorsun ama bu
nefretin gülistanın kemaline delalet eder. Benim gayretim, senin başına dikilmiş
bir yasakçıdır.
Ey bayağı mahluk, buradan
uzak ol” gül bokböceğine şöyle bağırmaktadır: “ Ey aşağılık mahluk, sen benimle
ihtilat edersen benim madenimdesin diye bir şüphe hasıl olabilir. Bülbüllere
çayı, çimen yaraşır. Bokböceğine vatan da pisliktir. Allah, beni pislikten
murdarlıktan arıttı. Başıma bir murdarı dikmesi layık mıdır? Benim de bir
damarım onlardandı, fakat Allah o damarı kesip attı.
Artık o kötü damar bana
nasıl hükmedebilir? Adem’in bir nişanı ezelde şuydu: melekler, ona secdeye layık
olduğu için baş indirdiler, secde ettiler. Başka bir nişanı da İblisin “şah ve
ulu benim” diye baş indirmemesiydi. Fakat İblis de Adem’e secde etmiş olsaydı
Adem , Adem olmazdı, başka birisi olurdu. Her meleğin ona secde etmesi, Adem’in
Ademliğine delil olduğu gibi o düşmanın, iblisin inadı da bir delildir. Meleğin
ikrarı, ona bir şahit olduğu gibi o köpeğin inkarı da bir şahittir”
Adam uyudu, ayı sinek
kovalamaktaydı. Sinek, kovulunca kalktı, fakat inadına gene kalktığı yere gelip
kondu. Ayı o gencin yüzünden kaç kere sineği kovdu. Fakat sinek gene derhal
kalktığı yere gelip konmaktaydı. Ayı sineğe kızıp gitti dağdan kocaman bir taş
yakalayıp getirdi. Sineğin gene uyuyan adamın suratına konmuş olduğunu görünce,
o koca değirmen taşını alıp sineği ezmek için adamın suratına fırlattı.
Taş uyuyan adamın
suratını paramparça etti. Bu mesele de bütün aleme yayıldı; Aptalın sevgisi
şüphesiz ayının sevgidir. Kini sevgidir, sevgisi kin. Ahdi gevşek, zayıf ve
bozuk sözü büyük, vefası artık. Ant içse bile inanma. Eğri sözlü adam andını da
bozar. Madem ki yeminsiz sözü yalan. Hilesine yeminine inanma.
Onun nefsi beydir, aklı
esir farz et ki yüz binlerce defa Mushaf’a yemin etmiş olsun! Mademki yeminsiz
ahdi bozuyor, yemin etse onu da bozar. Çünkü nefsi ağır yeminle bağlanan nefis
bundan daha ziyade daralır, perişan olur. Bu bir esirin hakimi bağlanmasına
benzer. Hakim o bağı, kölesinin kafasına fırlatıp atar.
Nefis de o yemini,
kendisine esir olan adamın suratına vurur. Sen onun “ ahitlerinize vefa edin”
hükmünden el yıka. “ Yeminlerinizi koruyun, ahitlerinizde durun” hükmünü ona
söyleme. Kiminle ah ettiğini bilen tenini iplik haline kor, o ahdin etrafında
dolanır, o ahdi örer durur.
|