| |
SÖZ MANAYI AÇAR MI ÖRTER Mİ?
Bir padişah,
nedimlerinden birine kızdı, onun tozunu dumanına katmak, onu mahvetmek istedi.
Kılıcını kınından çekti, yaptığı hareketin cezasını verecek, nedimin başını
kesecekti. Kimsede bir şey söyleme, yahut birisinin şefaat edip bağışlanmasını
dilemeye kudret yoktu. Yalnız padişah yakınlarından İmadüllah adlı birisi,
Mustafa’casına şefaate kalkıştı; yerinden sıçrayıp hemen secdeye kapandı...
padişah da derhal kılıcını elinden bıraktı.
Dedi ki: “İfrit bile olsa
bağışladım... Şeytan bile olsa sucunu örttüm. Ayağını ortaya attın mı atmadın
mı? Yüzlerce ziyanda bulunmuş olsa razıyım. Yüz binlerce kızgınlıktan
geçebilirim... senin benim yanımda o derece bir değerin vardır. Senin yalvarmana
aldırış etmezlikten gelemem... senin yalvarman benim yalvarmam demektir. Yerle
gök birbirine karışsaydı bu adamı yine affetmezdim. Vücudumun her zerresi, ayrı,
ayrı yalvarsaydı yine başını kılıçtan kurtaramazdı.
Fakat bağışladım diye
seni minnetli bir hale getirmiyorum ha... yalnız benim yanımdaki değerinin
anlatıyorum ey benim yanımdaki değerini anlatıyorum ey benim nedimim! Bunu sen
yapmadın, ben yaptım... ey sıfatları, bizim sıfatlarımızda görülmüş, ey
varlığını biz e vermiş olan nedim.
Bu işi sen dileyerek
yapmadın, içinden öyle geldi... seni bu işe sevk eden biziz... Çünkü ben, sana
kendimi vermiş değilim, sen varlığını bana vermişsin. “Sen atmadın o taşları...
hakikatte Allah attı” ayetine mazhar olmuşsun... kendini köpük gibi dalgaya
salıvermiş, bırakmışsın! Mademki la oldun, illanın yanında ev kur... şaşılacak
şey şu: Hem esirsin hem bey!
Ne verdiysen padişah
verdi, sen vermedin... doğruyu Allah daha iyi bilir ya, ortada var olan ancak
odur. O nedim zahmetten beladan kurtuldu, fakat bu şefaatçiye öyle bir incindi
ki selam bile vermez oldu. O ihlas sahibi kişiden dostluğu kesti... yolda
rastlasa yüzünü duvara döner, selam vermezdi! Kendisini kurtaran arkadaşına
adeta yabancı olmuştu... halk şaşırdı, bu iş, ağızlara yayıldı, hikaye gibi
söylenmeye başlandı. Herkes, deli değilse neden canını satın alan arkadaşı ile
dostluktan vazgeçti.
O, onun başını kurtardı,
canını satın aldı... ayağının bastığı yer toprak kesilmeliydi. Halbuki bu
tersine hareket etti, ondan vazgeçti, böyle bir dosta kin gütmeye başladı
diyordu. Aralarını bulmak isteyen birisi onu kınadı da dedi ki: Böyle bir öğütçü
dosta neden bu cefada bulunuyorsun? Padişahın o has dostu, senin canını satın
aldı, boynun vurulmadı, kurtuldun, fakat seni o kurtardı! Kötülük bile yapsaydı
kaçmaman gerekti... halbuki o temiz ve iyi dost, sana iyilikte bulundu.
Nedim dedi ki: Ben,
canımı padişaha feda edecektim... o, neden araya girdi de şefaatte bulundu? O
anda ben Allah’la öyle bir haldeydim ki aramıza seçilmiş bir peygamber bile
giremezdi! Padişahın kahrından başka bir rahmet istemem, ondan başka kimseye
sığınamam. Ben, padişaha yüz tutmuş, onu sevmiş, ondan başkasını yok bilmişim!
Kahrı ile başımı kesse bile bana altmış tane can bağışlar! Benim işim başımla
oynamak, arlıktan geçmektir... padişahımın işi de baş bağışlamaktır. Padişahın
eliyle kesilen başa ne mutlu... yazıklar olsun ondan başkasına eğilen başa!
Padişah kahreder de
geceyi zift gibi karanlık bir hale sokarsa gece, öyle bir yüce dereceye erer ki
binlerce bayram günü olmadan bile arlanır! Padişahı gören kimsenin padişahın
etrafında dönmesi kahrın da üstündedir, lütfun da; küfürden de üstündür, dinden
de!
Buna ait alemde bir söz
yoktur... gizlidir, gizlidir gizli! Çünkü bu güzel ve temiz adlarla sözler, Adem
kirmanından zuhur etti.
“Allemel’esma” Adem’e
imamdı, fakat ayın lâm elbisesi ile değil! Adem başına sudan, topraktan bir
külah koyunca o cana ait adların yüzü karardı. Suyla topraktan mana zuhur etsin
diye cana ait adlar, harf ve nefes nikabiyle yüzlerini örttüler. Söz, gerçi bir
bakımdan manayı açar ama on bakımdan da örter, gizler!
Ben, zamanın Halil’iyim,
o da Cebrail’dir. Bela çağında onun kılavuzluğunu istemem ben! O, Halil’e şefaat
eden Cebrail’den edep öğrenmedi mi ki? Cebrail Allah Halil’ine “Muradın var mı?
Söyle de yardım edeyim... yoksa derhal çekip gideyim”... deyince
İbrahim, “hayır... sen
aradan çık. Hakikat meydana çıktıktan sonra vasıta zahmettir” dedi.
Peygamber bu dünya için
kulları Allah’a ulaştıran bir bağdır. Çünkü o müminlerle Allah arasında bir
vasıtadır. Fakat her gönül, gizli vahyi duyup işitseydi alemde harf ve sese ne
lüzum kalırdı?
Gerçi o Allah’tan
mahvolmuştur, başsızdır... fakat benim işim ondan da ince! Onun yaptığı iş Allah
işidir, ben ona göre zayıfım... doğru, fakat bu iş, yine bana pek kötü
görünmede! Halka lütfun ta kendisi olan şey, yüce ve nazenin erlere kahırdır. Şu
halde halk, zahmet ve belalar çekmeli de aradaki farkı görüp anlamalı!
Ey hakiki dost, manayı
anlamaya vasıta olan bu harfler, manaya erişmiş adama göre dikendir, hordur
hakirdir! Öyleyse saf ruhun harflerden kurtulması için pek çok belalar çekmesi,
pek anlayışlı olması lazımdır.
Fakat bazıları bu sesten
büsbütün sağır kesilirler, bazıları ise daha yücedir, daha üstün olurlar! Bu
bela Nil ırmağına benzer, iyilere sudur, kötülere kan. Kim, sonu daha fazla
görürse daha kutludur... daha ciddiyetle işe sarılır, ekin eker de daha fazla
meyve toplar. Çünkü bilir ki bu ekim dünyası, mahşere hazırlanmak, ahirette
burada ektiğini toplamak, devşirmek için yaratılmıştır. Hiçbir bağlantı yoktur
ki yalnız o bağ için bağlansın... o bağlantı, bir ticaret elde etmek, bir kâr
kazanmak içindir. Dikkat edersen görürsün ki hiçbir münkirin inkarı, sırf inkar
için değildir...
Hasedinden düşmanı
kahretmek, yahut üstün olmayı dilemek, kendini göstermek içindir. O üstünlük
isteği de başka bir tamahladır... hasılı manalar olmadıkça suretlerin bir
lezzeti olamaz! İşte onun için “Neden bunu yapıyorsun?” diye sorarsın... çünkü
suretler zeytin yağıdır mana ışık. Değilse bu “Neden” sözü neden? Çünkü suret,
ancak o suret ,ç,n olsaydı “Neden bunu yapıyorsun?” diye sormazdın ki!
Bu “Neden” diye sormak,
bir şey öğrenmek içindir... bundan başka bir suretle neden diye sormak kötüdür.
Ey emin adam, bunun faydası, sırrı bundan ibaretse neden hikmetini arıyorsun ya!
Göğün ve yer ehlinin suretleri, ancak bu suretler için yaratılmışsa bunda bir
hikmet yoktur ki! Bir hikmet sahibi yoksa bu tertip nedir... bir hikmet sahibi
varsa işi nasıl boş ve abes olabilir? Doğru, yanlış, bir şey düşünmeksizin ne
kimse hamama bir resim yapar, ne bir yeri boyar!
|
|