ŞÜPHE
Birisi çiledeyken
rüyasında, bir yolda gebe bir köpek gördü. Ansızın köpeğin karnındaki enciklerin
havladığını duydu. Encikler ortada yoktu. Köpek yavruları ana karnında nasıl
havlar diye bir hayli şaştı.
Hiç köpek enciği anasının
karnında nasıl havlar? Alemde bunu kim görmüştür? Uykudan uyanıp kendine gelince
şaşkınlığı an be an artıyordu. Çilede kimse yoktu ki düğümü çözsün? Bu işi
anacak yüce ve ulu Allah tapısından halledebilirdi.
Dedi ki: Yarabbi, bu
müşkül iş, bu dedikodu nedir? çilemde şaşırdım seni zikretmeden kaldım. Kanadımı
aç da uçayım, zikir bahçesine ve elmalılara gideyim. Hafiften derhal ses geldi:
Bu, bil ki bilgisizlerin lafına benzer. Örtüden, perdeden dışarı çıkmamış, gözü
bağlı. Fakat yine de beyhude yere söylenip durur.
Ana karnında köpek
enciğinin havlaması beyhudedir. Ne ava yarar, ne gece bekçiliğine. Kurt görmemiş
ki onu kovsun. Hırsız gelmemiş ki onu kovalasın. Harislikten ve baş olma
sevdasından bakışı görgüsüzdü, fakat laf söylemede atılgan. Müşteri bulma
havasına kapılmış, hararetli bir halde, fakat gözü kapalı olarak işe girişmiş.
Ayı görmeden nişaneleri
söylemede, köylüyü bu suretle aykırı bir anlayışa sürmede. Müşteri bulmak için,
mevki kazanmak için ayı görmediği halde ondan yüzlerce nişane vermede. Kâr veren
müşteri, tektir. Fakat onlar, bu müşteri hakkında şüphe ve zan içindedirler.
Hiçbir ululuğu, hiçbir değeri olmayan müşteriye hava satar bu adamlar.
Bizim müşterimiz
Allah’tır, “Allah satın alır.” Artık sende her müşterinin derdine düşme, kurtul
bu işten. Seni arayan müşteriyi ara, senin başlangıcını ve sonunu bilen
müşteriyi bul. Kendine gel. Her müşteriye el atma. İki sevgiliyi sevmek kötüdür.
O, satın alsa bile ondan kar elde edemezsin. Onda akla fikre değer verme
kabiliyeti yoktur.
O, yarım nal parasına
bile sahip değilken sen tutuyor, ona yakut lâl gösteriyorsun. Şeytan, nasıl
kendisini taşlanmış bir hale getirmişse hırs da tıpkı onun gibi seni kör etmiş,
her şeyden mahrum bırakmıştır. O, azapçı şeytan, Fil ashabı ile Lüt kavmini
nasıl taşlatmışsa onları da tıpkı öyle taşlatmış, helak etmiştir.
Müşteriyi, sabredenler
bulurlar. Çünkü onlar, her müşteriye koşmazlar. Kim o müşteriden yüz çevirirse o
adamdan baht da yüz çevirir, ikbal de, ebedilik de. Darvan’lılar nasıl haset
yüzünden ebedi olarak hasrette kaldılarsa, haris olanlar da ebediyen hasrette
kalmışlardır.
Temiz bir Allah adamı
vardı. Aklı, her şeye erer, işin sonunu görürdü. Yemen ülkesine yakın Darvan
şehrindendi, sadaka vermekle, güzel huylu olmakla şöhret kazanmıştı. Civarı
yoksullarla Kâbe kesilmişti. Bir şey umanlar hep onun etrafına gelirlerdi.
Riyasız olarak mahsulünün onda birini verir, buğday samandan ayrıldı mı tekrar,
öğütülüp un haline geldi mi, ekmek pişirildi mi yine onda birini verirdi.
Her elde ettiğinin onda
birini verir, ektiğinin öşrünü dört kere yoksullara dağıtırdı. O, yiğit her
zaman bütün oğullarına vasiyetlerde bulunur; Allah hakkı için, Allah hakkı için
benden sonra hırsınıza uyup yoksulların hakkını vermezlikte bulunmayın. Bu onda
birleri verin de Allah koruması ile mahsulünüz elinizde kalsın.
Tahmine şüpheye hacet
yok, mahsulleri gayp âleminden veren de Allah’tır, meyveleri veren de. Gelir
zamanında harcarsan bu harcama kar kazancıdır, kar edersin. Köylünün çoğu
tarlasından elde ettiği tohumu yine eker. Yediğinden fazlasını yine tohumluk
yapar. Çünkü tekrar mahsul elde edeceğinden şüphe etmez.
Tohumu, o yerden elde
ettiği için yine o yere saçmaktan çekinmez. Kunduracı da ekmeğinden arttırdığı
parayla gön ve sahtiyan satın alır. Elime ne geçiyorsa bunlardan geçiyor. Kapalı
rızkım bunlarla açılıyor der. Eline geçen para o yüzden geçtiğinden parasını ona
sarf eder. Fakat bu yer ve deri ancak perdedir. Asıl rızkı, her an Allah’tan
bil.
Elde ettiğin karı, elde
ettiğin yere ekersen birine karşılık yüz bin elde edersin. Tutalım şimdi sebep
sandığın yere tohumu ektin. İki üç yıl o tohum bitmez, mahsul vermezse ne
yaparsın? Allah’a yalvarmadan el açıp dua etmeden başka elinden ne gelir?
Allah huzurunda elini
başına vurursun. Bu el ve baş, bu çırpınış, rızkı onun verdiğine tanıktır. Bu
suretle anlar bilirsin ki rızkın aslının aslı, odur. Rızk arayan da onu arar.
Rızkı ondan ara, Zetyd’den, Amr’dan değil. Sarhoşluğu ondan iste esrardan,
şaraptan değil.
Zenginliği defineden,
hazineden, mal mülkten değil, ondan dile. Yardımı amcadan, dayıdan değil ondan
iste. Çünkü sonunda bütün bunları bırakıp gideceksin. Kendine gel de o zaman
kimi çağırıyor, kimden imdat istiyordun, bir düşün! Şimdi de onu çağır, ondan
başkalarını bırak. Bırak da cihan mülküne varis ol.
Bir zaman gelecek ki
“adam, kardeşinden kaçacak”, oğul babasından ürkecek. O anda her dost, düşman
kesilecek. Çünkü onlar, senin putundu, yoluna mani oluyordu.
Yüzünü nakkaştan
çevirmiştin ve nakşa tutmuştun. Çünkü gönlün, o suretle hoşlanıyor, o nakışla
avunuyordu. Şimdi de dostların seninle zıt olurlar, senden yüz çevirip sana
düşmanlığa kalkışırlarsa, hemencecik de ki: İşte, günün aydın oldu. Yarın olacak
şey bu günden oluverdi. Buradakiler hep bana zıt oldular. Kıyamette böyle
olacaktı ya, bu hal, bana daha önce gelip çattı.
Günümü onlarla
geçirmeden, ömrümü onlarla bitirmeden ne olduklarını anladım. Eğer bu hal
olmasaydı ayıplı bir kumaş satın almış olacaktın. Şükürler olsun ki o kumaşın
ayıplı olduğunu daha önceden öğrendin. Elimdeki sermaye, elimden çıkmadan işi
anladım, yoksa yine sonunda o kumaşın ayıbı meydana çıkacaktı.
Mal da gidecekti ömür de.
Bir yırtık kumaş için malımı da verecektin canımı da. Malımı mülkümü verip kalp
para alacaktım, sonra da sevine, sevine evimin yolunu tutacaktım. Şükürler olsun
ki altının kalp olduğunu, ömrümü o yüzden harcamadan meydana çıktı. Yoksa kalp,
ta sona kadar boynumda kalacaktı. Boş yere de ömrümü zayi edecektim. Mademki
paranın kalp olduğu şimdiden anlaşıldı, ben de ondan ayağımı hemen çekeyim.
Dostun, sana düşmanlık
eder, hasedini, kinini dışarıya vursa, senden yüz çevirdiği için feryat etme.
Kendini ahmak ve bilgisiz bir hale düşürme.
Allah’a şükret yoksullara
ekmek ver ki onun çuvalında eskimedin, yıpranmadın. Ebedi ve doğru bir dost
aramak üzere çuvalından tez çıktın. Ne nazlı, ne vefalı sevgidir o ki ölümünden
sonra bile dostluğu bir katken üç kat olur, bağlılığındaki kuvvet üç kat artar.
O dost, ya padişahtır,
yüce bir sultandır, yahut da padişahın makbulü olan yanında şefaati kabul edilen
bir kuldur. Düzenbaz, hileci, riyakar dosttan kurtuldun, ölmeden önce onun
düzenini riyasını gördün.
Eğer alemde halkın sana
şu cefasını bilsen bu, sence gizli bir altın hazinesi sayılır. Halkı, sana karşı
kötü huylu eder de sonunda çaresiz kalırsın, hepsinden yüz çevirirsin. Şunu
iyice bil ki nihayet hepsi de düşman olacak, baş kesici hasım kesilecektir.
Sen de mezarda tek
Allah’tan “Yarabbi, beni tek bırakma” diye feryat edeceksin. Ey cefası
vefalıların ahdinden güzel olan dost, vefalıların bal gibi vefaları da
sendendir.
Ey ambar sahibi, sözü
aklından duy da buğdayını Allah yerine saç! Saç da hırsızdan da emin olsun,
buğday bitinden de. Şeytanı, Şeytanın oğlu ile beraber çabuk öldür.
Çünkü o, seni yoksullukla
korkutup durmadadır. Ey erkek çakır kuşu, ceylan avlar gibi avla onu. Padişahın,
muradına erişmiş yüce doğanı, ceylana avlanırsa ayıptır. Adam bu çeşit bir hayli
öğüt tohumları ekti ama oğullarının yeri çoraktı bir fayda vermedi.
Öğütçü, yüzlerce çalışıp
çabalasa öğüdü duymak ve kabullenmek için dinleyende kabul edici kulak gerek.
Sen yüzlerce lütuflarda bulunarak ona öğüt verirsin ama bu öğütün, onun kulağına
bile girmez.
Duymayan inatçı bir adam,
yüzlerce söyleyeni aciz bırakır. Peygamberlerden daha öğütçü, daha güzel sözlü
kim vardır? Nefesleri taşa bile tesir eder. Fakat dağ taş bile onların sözlerini
duydu, sözleri dağa, taşa bile tesir etti de bahtı kötü kişinin bahtı açılmadı
gitti.
Bizlik benlik kaydına
düşen gönüller, onların sözlerine karşı taştan da katı bir hal alırlar. Bir
gönlün ıslah olmasına çare, insanı halden hale döndüren Allah’ın ihsan ve
lütfudur. Onun vergisine de kabiliyet şart değildir. belki kabiliyete sahip
oluşa şart, onun lütuf ve ihsanda bulunmasıdır. Allah vergisi içtir, kabiliyet,
deri.
Şunu görsene: Musa’nın
sopası ejderha olmada, avucu güneş gibi parlamada. Peygamberlerin aklımıza
fikrimize sığmayan yüz binlerce mucizeleri, sebeplerden olmamıştır, Allah
yaratması ile olmuştur. Yoklara kabiliyet nereden geliyor? Kabiliyet, Allah
işinde şart olsaydı hiçbir yok varlık alemine gelmezdi.
Arayanlar için bu gök
perdenin altında bir adettir koydu, sebepler ve yollar yarattı. Olan şeylerin
pek çoğu o adete göre olagelir. Fakat bazı da olur ki kudret, o adeti yırtar,
kaldırır. Hoşluk tatlılıkla adet, yol yordam koydu ama sonra da o adeti, o yolu
yordamı yırttı, adına mucize dendi.
Sebepsiz olarak bize
yücelik gelmez. Gelmez ama kudret, sebebi kaldırmada aciz değil. Ey sebebe
kapılan, sebepten dışarı uçma. Fakat sebebi yaratanı da abes sanmaya kalkışma.
Sebebi yaratan Allah, ne dilerse yapar. Mutlak olan kudret, sebepleri de yırtar,
ortadan kaldırır. Fakat arayan muradına erişsin diye çok defa, yaptığı işleri
sebeple yapar, sebeple yaratır.
Sebep olmasa mürit nasıl
yol arasın? Şu halde yolda sebeplerin görünmesi lazımdır. Bu sebepler, görüşlere
perdedir. Çünkü her göz, onun sanatını görmeye layık değildir. Sebebi yırtacak
bir göz gerek ki perdeleri kökünden çekip çıkarsın. Bu suretle de mekansızlık
yurdunda sebepleri yaratanı görsün, çalışmayı, kazancı dükkânı saçma ve beyhude
saysın. Her hayır ve şer, sebebini yaratandan gelir. Babacığım sebep ve
vasıtalar.
Bir zamancağız gaflet
devri yürüyüp gitsin diye ana yolun üstünde toplanmış bir hayalden başka bir şey
değildir.
|