ADIN ÖMER İSE
Kaş şehrinde adın Ömer olursa yüz kuruş versen kimse
sana lavaş satmaz. Bir dükkana gidip ben Ömer’im kerem edin de bu Ömer’e ekmek
satın dedin mi. Dükkancı der ki: yürü öbür dükkana git oradaki bir ekmek
buradaki elli ekmekten iyidir. Adam şaşı olmasa başka dükkan yok ki derdi. Onun
şaşılığı gitse de nuru, kaşlının gönlüne vursaydı o vakit de Ömer Ali olurdu.
Fakat bu dükkancı buradan oradaki ekmekçiye ekmekçi diye
bağırır bu Ömer’e ekmek sat. O da Ömer adını duydu mu ekmeği gizler onu başka ve
uzak bir dükkana yollar. Arkadaş diye bağırır bu Ömer’e ekmek ver. Yani sesimi
duyda sırrımı anla demek ister. O da seni ekmek almak için Ömer geliyor diye
oradan başka bir dükkana yollar.
Bir dükkanda Ömer’im dedin mi yürü bütün Kaşanı gez,
ekmekten mahrumsun. Fakat bir dükkanda Aliyin dedin mi oracıkta ekmeği parasız
zahmetsiz alıver. Biri iki gören şaşı bile zevkten mahrum olur. Halbuki sen biri
on görüyorsun ey anasını satan Kaşan olan bir yeryüzünde şaşkınlığından Ali
olmadınsa Ömer gibi gez dolan gayrı.
Hadi hayra karşı bu yıkık manastırda şaşıya yeniden
yeniye göçler vardır. Fakat hakkı tanıyan gören iki göze sahip olursan iki
alemde dostla dolu görürsün. Bu korku ve ümitle dolu Kaşan la oradan oraya
yollanmadan kurtulursun. Bu ırmakta konca yahut ağaç gördün mesela her ırmakta
olduğu gibi onu hayal sanma buna kışların aksi doğrudur ve Allah bunlardan sana
meyve satar.
Göz bu su yüzünden şaşkınlıktan azat olur. Oradaki
akisleri görür sepeti meyvelerle dolar. Şu halde hakikatte bu su değildir
bağdır. Artık sende Belkıs gibi happeleri görüp soyunmaya kalkışma. Eşeklerin
sırtında çeşit, çeşit yükler var kendine gel, bu eşekleri bir sopayla sürme.
Eşeğin birindeki yük Laal ve mücevherdir öbüründeki yük taş ve mermer. Her
ırmağı da bir sanma.
Bu ırmakta ay gör ayın aksi deme. Bu hayvanların içtiği
su değil Hızırın içtiği Abıhayat. Onda ne görünürse doğrudur. Bu ırmağın dibinde
görünen ay ben ayım, ayın aksi değilim. Seninle konuşan seninle yol arkadaşlığı
benim der. Bu suyun üstünde ne varsa diler onlara el at diler suyun içine vuran
akislerine.
Bu suyu başka sulara kıyas etme bu ay yüzlünün ışığına
ay de. Bu sözün sonu gelmez o garip muhtesibin derdi ile dertlendi bir hayli
ağladı.
O adamın borç alışı halka yayıldı. Kethüda onun derdi
ile dertlendi. Borcunu para toplayıp vermek üzere şehirde dolaşmaya her yerde
hararetli ,hararetli o adamın halini anlatmaya başladı fakat bu dilencilikle o
para dileyen adamcağızın eline ancak yüz altın girdi. Gelip adama hali anlattı.
Adam Kethüdanın iki eline yapışıp kalktı, onun delaletiyle o şaşılacak derecede
ihsan sahibi olan Muhtesibin mezarına gitti. Dedi ki: bir kula Allah
muvaffakiyet verir de kutlu bir adama konuk olursa ev sahibi onun yoluna bütün
malını mülkünü kor mevkiini bile onun mevkiine feda eder. Artık ona şükretmek
Allah’a şükretmekten ibarettir. Çünkü Allah o ihsan sahibine ihsana eş etmiştir.
Buna şükretmemek Allah’a şükretmemektir. Onun hakkı
şüphe yok ki Allah hakkı demektir. Nimet ve ihsanlarına karşılık Allah’a şükret
fakat ihsan edene de şükret onu da an. Ananın merhameti Allah’tandır ama ona
kulluk etmek, hizmette bulunmak da hem farzdır, hem de yerinde bir iş.
Allah işte bu yüzden “ Muhammed’e salavat getirin” dedi.
Çünkü Muhammed, inananların dönüp başvurdukları zattır. Allah kıyamette kula “
Ne getirdin, sana verdiğim nimetlere karşılık ne yaptın?” der. Kul der ki:
yarabbi sana can ve gönülden şükrettim. Çünkü o rızık ve ekmek, asıl bakımından
sendendi.
Allah der ki: hayır, sana ihsan edene şükretmediğin için
bana da şükretmedin. Bir kerem sahibine zulmettin, sitemde bulundun. Halbuki
onun yüzünden benim nimetlerime nail olmadın mı? Hasılı o garip de velinimetinin
mezarına gelince ağlayıp inlemeye koyuldu. Dedi ki: ey her yoksulun dayandığı
güvendiği zat. Ey himmeti umulan ey yolda kalanların imdadına erişen!
Ey rızıklarımız için gam yiyen bizi hatırlayan ey
ihsanı, lütfu, Allah rızkı gibi umumi olan! Ey yoksullara aşiret ve ana baba
olan ey onlara geçinmek harcanmak ve borçlarını vermek için ana baba gibi yardım
eden! Ey deniz gibi yakınlarına inci uzaklarına yağmur hediye eden!
Ey güneş sırtımız senin hararetinle ısınmıştı. Her
köşkün parlaklığı sendendi, her yıkık yerin definesi sendin. Kaşının çatıldığını
kimsecikler görmemişti ey mikail gibi rızık ve azık veren ey gönlü gayb
deniziyle birleşmiş, ey ihsanı Kaf dağında gayp Anka’sı kesilmiş zat! İhsan
ederken malımdan ne gitti acaba diye aklına bir şeycikler gelmezdi. Himmetinin
yüce tavanı bir kere olsun yarılmadı senin.
Her ay her yıl ben de benim gibi yüzlerce kişi de senin
soyun sopun olmuştu adeta. Paramız, soyumuz, varımız yoğumuz adımız sanımız
bahtımız devletimiz bizim geçimimiz, bizim verile gelen rızkımız öldü. Sen
mecliste de ihsan ve keremde de bir kişiydin ama bine bedeldin. İhsan esnasında
yüzlerce Hatem’din adeta.
Hatem cansız şeyi ölü gönüllü adama verir sayılı birkaç
ceviz ihsan ederdi. Sense her solukta öyle bir hayat bağışlamadasın ki onun
güzelliğini anlatmaya ömür yetmez. Sen ebedi bir hayat tükenmez ve sayılmaz
altınlar bağışlarsın. Ey gökyüzünün civarına secde ettiği zat bir huyuna bile
mirasçı yok senin. Lütfun halka çobanlık etmede gam kurtundan korumada Allah
Kelim’i gibi, merhametli bir çoban hem de.
Allah Kelim’i çobanlık ederken sürüden bir koyun
kaçmıştı. Musa peşine düştü koşmaya başladı çarıklarını çıkardı ayaklarının altı
şişti kabardı. Akşama kadar onu aradı. Koyun da gözünden kayboldu. Fakat nihayet
koyun yorulup kaldı, Allah Kelim’i de onu yakaladı. Merhametle arkasını, başını
okşamaya anası gibi onu sevmeye koyuldu.
Bir parçacık bile öfkelenmedi, kızmadı. Yalnız sevdi
acıdı gözünden yaşlar döküldü. Dedi ki. Tutalım bana acımadın kendi kendine
neden zulmettin? Allah o anda meleklere dedi ki. Peygamberliğe Musa yaraşır.
Mustafa buyurmuştur ki. Her peygamber, gençliğinde yahut çocukluğunda mutlaka
çobanlık etmiştir.
Çobanlık etmeden o sınavı geçirmeden Allah ona alem
başbuğluğunu vermez. Birisi sen de ettin mi? Diye sordu. Dedi ki. Ben de bir
müddet çobanlık ettim. Vekarları sabırları meydana çıksın diye Allah onları
peygamber yapmadan çoban yapmıştır. Her buyruk sahibinin de insanlara çobanlık
ederken Allah buyruğunu gözetmesi gerektir.
Kendisi sürüsünü güderken Musa gibi halim olması, akıl
ve tedbirle bu işi görmesi lazımdır. Böyle harekette bulunursa Allah ona ayın
üstünde, yücelikler aleminde bir ruhani çobanlık verir. Nitekim peygamberleri de
bu çobanlıktan kurtarmış, onlara temiz kulların çobanlığını vermiştir. Sen bu
çobanlıkta öyle doğru hareket ettin ki sana bir ayıp bulan kör olur.
Biliyorum Allah mükafat olarak sana o alemde de ebedi
bir başbuğluk verir. Ben de deniz gibi cömert eline senin lütfuna ihsanına
güvenerek hiç yoktan tam dokuz bin altın borç ettim. Neredesin sen ki lütfunla
bu tortu saf bir hale gelsin. Neredesin ki yeşillik gibi gülesin de onu da al.
Onun on mislini de al diyesin.
Neredesin ki beni güldüresin, efendiler gibi lütufta
bulunasın, ihsan edesin. Neredesin ki beni hazine götüresin da borçtan da emin
edesin, yoksulluktan da. Ben yeter dedikçe, sen ihsanını fazlalaştırasın da bunu
da hatırım için al diyesin. Bir alem nasıl olurda toprak altına sığar? Bir
gökyüzü nasıl olur da yere girer?
Haşa Allah hakkı için sen, diriyken de bu alemden
dışarıda değilsin, şimdi de. Gayb havasında bir kuş uçar ama gölgesi yere vurur.
Beden, gönlün gölgesinin,gölgesinin gölgesidir. Nereden beden gönül mertebesine
erişecek? Adam uyur, ruhu, güneş gibi gökyüzünde parlar. Bedense yorgan
altındadır. Can, boşluklarda astar gibi gizlidir, bedense yorganın altında döner
durur.
Ruh, “Rabbimin emrindedir” gizlidir. Onun için nasıl bir
örnek versem anlatmaya imkan yoktur. Acaba o şekerler saçan dudak nerede? O
güzel cevapların, o sırların hani? O şeker çiğneyen akik dudaklar, o
müşküllerimizdeki kilitlerin anahtarı ne oldu? Nerede o zülfikar gibi sözler,
nerede o akılları kararsız bir hale getiren laflar?
Yuvasını arayan kumru gibi niceye bir “ Kü- Kü nerede,
nerede” deyip duracaksın? Nerede? Rahmet sıfatlarının bulunduğu yerde Kudretten
arılıktan akıldan ve anlayıştan ibaret olan alemde? Nerede olacak? Aslanın daima
ormanda oluşu gibi o da gönlüyle düşüncesinin daima bulunduğu alemde. Nerede
olacak Kadının erkeğin dert ve mihnet zamanı ümit bağladığı cihanda.
Nerede olacak? İnsan hastalanınca sıhhat ümidiyle göz
diktiği yerde. Bir kötülüğü gidermek için yalvardığın bir harmanı savurmak bir
gemiyi sürmek için rüzgar beklediğin alemde. Gönlün işaret ettiği dilin “ Ey o”
diye dile getirdiği yerde. Nereden, nerede diye aramaya lüzum yok, Allah’la
iste, keşke ben de çulhalar gibi hep mekik deyip dursam bu sırrı bilen aklı
dileseydim.
Aklımız doğuyu da görür batıyı da. Akıldan ruhlara
yüzlerce çeşit şimşekler çakar. O, köpüklü bir denizle beraber kabardı, kıyıyı
kapladı. Sonra denizle beraber çekildi. Kıyıyı kaplayışı geçti, çekilişi kaldı!
Dokuz bin altın borcum var. elimden tutanım yok. Elimde yalnız bütün şehirden
toplanmış yüz altın var, işte bu kadar! Allah, seni çekti aldı.
Ben bu kargaşalıklar içinde kaldım. Ey toprağı bile
güzel zat, ümitsiz bir halde gidiyorum. Seni hasretinle iştiyakınla dolu olan
kuluna bir himmet et ey yüzü de eli de himmeti de kutlu zat! Kaynağın,
ırmakların başına geldim, fakat orada su yerine kan buldum. Gök, o gök, fakat ay
ışığı o ay ışığı değil. Irmak o ırmak, fakat su o su değil! İhsan sahipleri var
ama o tertemiz ihsan sahibi nerede? Yıldızlar var ama hani o güneş?
Ey saygı değer zat, sen Allah’a gittin, bari ben de
Allah’a gideyim. Bütün devirlerde gelip geçenlerin toplandıkları yer, bayrağın
dibidir, orası ne güzel bir topluluk yeridir. Allah “ Her şey tapımızda
toplanır” der. Allah topluluk yeridir. Resimler ister haberdar olsunlar, ister
olmasınlar, hepsi de ressamın elinde toplanır. O nişansız Allah anbean onların
düşünce sahifesinde bir şeyler yazar, yazdıklarından bir kısmını siler durur.
İnsanı kızdırır, hoşnutluğu giderir, nekesliği getirir,
cömertliği giderir. Aklım fikrim, zihnim yarım lahza bile bu yazıyı bozmadan
hali değil. Testici testi ile uğraşıp durdukça testi hiç kendiliğinden
genişleyebilir, büyür mü? Tahta dülgerin elindedir. Yoksa nasıl olur da kesilir,
yahut başka bir tahtayla birleşir? Kumaş, bir terzinin elinde olmadıkça
kendiliğinden nasıl dikilir yahut biçilir? Su kabı, ey akıllı adam sakanın
elindedir. Öyle olmasa kendi kendine nasıl dolar, boşalır? Sen de her an dolmada
boşalmadasın. Bil ki onun sanat elindesin.
Gökyüzündeki bu bağ kalktı mı sanatın sanatkarın elinde
halden hale girmekte olduğunu anlarsın. Gözün varsa kendi gözünle bir bak.
Hiçbir şeyden haberi olmayan bir ahmağın gözüyle bakma. Kulağın varsa kendi
kulağınla dinle duy. Neden sersemlerin kulağına kapılıyorsun? Taklide uymaksızın
bakmayı adet edin, kendi aklını koru, onu düşün sen.
|