MEVZUU:
a) Sofi, kâin - baindir.. (Mânaları anlatılacak.)
b) Kalb, birden fazla şeyle bağ kuramaz..
c) Zatî muhabbetin zuhuru, mahbubdan gelen elemle nimetin, aynı seviyede
olmasını gerektirir..
d) Mukarreblerle ebrarın ibadeti arasındaki fark.. .
e) İstihlâke dalıp kalan evliya ile halkı davete dönen evliya arasındaki fark..
NOT: İMAM-I RABBÂNÎ Hz. bu mektubu Muhammed Kılıçhan'a yazmıştır.
***
Allah-ü Teâlâ, Seyyid'ül - mürselin hürmetine; sizlere selâmet ve afiyet ihsan eylesin. Ona ve âline salâtlar ve selâmlar..
– «İnsan, sevdiği ile beraberdir.»
Meâlinde buyurulan hadis-i şerif ne kadar güzeldir.
Kalbinde Allah ile olmaktan başka bir şey bırakmayana; o Mukaddes Yüce Zatın rızasından başka bir şey murad etmeyene saadetler olsun.
Hali anlatıldığı gibi olan kimse: Her ne kadar zahirde halkla olup surette onlarla meşgul olsa dahi; özünde Allah iledir.
İşbu hal KÂİN-BAİN bir şekilde sofinin durumunu anlatır.
KÂİN oluşu: Hakikatta Allah ile oluşudur.
BAİN oluşu: Anlatılan ma'nâ dolayısı ile, halktan ayrı ve uzaktır.
Bundan başka KÂİN kelimesinden şu ma'nâ dahi murad edilebilir:
– Surette halkla beraberdir.
BAİN oluşundan ise, şu ma'nâ murad edilmiş olabilir:
– Hakikat ciheti ile halktan ayrıdır.
***
Kalb birden fazla bir şeyle muhabbet bağı kuramaz. Bu, bir şeyle kurduğu muhabbet bağı zâil olmadıkça, bir başkası ile muhabbet bağı kuramaz. Arzularının çokluğundan, birçok şeylere karşı kurduğu muhabbet bağından ötürü görülen durumuna gelince.. Meselâ: Mal, evlâd, baş olmak, övülmek, halk arasında yükseklik durumları gibi.. İşbu durumlarda dahi, yine onun sevmiş olduğu bir tanedir; ki o: Nefsidir. Bütün o sevmiş göründüğü şeyler, nefsine ait muhabbetin parçalarıdır. Zira, bu şeylerle murad ettiği ancak kendi nefsidir; onların kendileri değildir. Bunun için, nefsine olan muhabbeti zâil olup gittiği zaman, tebâiyet dolayısı ile; onlara karşı beslediği muhabbet bağı da zâil olup gider. İşbu ma'nâ icabı olarak şöyle demişlerdir:
– Kulla Rabbı arasındaki perde, kulun nefsidir; bu âlem değildir.
Çünkü: Bu âlem, kendi zatında, kul için murad olan bir şey değildir ki, kula hicâb olsun. Kul için, murad olan ancak kendi nefsidir. Bunun için, hiç şüphesiz, hicab olan kulun kendisidir; başkası değil..
Anlatılan ma'nâ icabı olarak; kul, kendi nefsinin muradından temizlenmedikçe, Yüce Rabb kendisi için murad olamaz; kalbe dahi, o Yüce Sübhan Zât'ın muhabbeti giremez. Bu Yüce Sübhan Zât'ın muhabbeti, öyle bir büyük devlettir ki, mutlak fenâ hâlinin tahakkukundan sonra olur. Bu fenâ hali dahi, zatî tecelliye bağlı bir durumdur. Şu ma'nâ açıktır: Şayet, tam ma'nâsı ile, karanlık kalkmış ise.. Bu: Güneş'in tam ma'nâsı ile doğuşundan başka bir şekilde tasavvur edilemez.
– Muhabbet-i Zâtîye..
Tabir edilen bu muhabbet elde edildiği zaman; seven zatın yanında, sevilen zatın, elemi ile nimeti bir olur.
Anlatılan ma'nânın hâsıl olması ile; ihlâs hâsıl olur. İşte o zaman. Tek İlâh Rabbına; nefsine nimetin gelmesi, elemin def'i için ibadet etmez. Çünkü: Her ikisi de, kendi indinde müsavidir (eşittir).
İşbu mertebe:
– Mukarrebin..
Olarak işaret edilen zatlar için, anlatılan mertebedir.
Ebrâr (iyiler, salihler) zümresine gelince; bunlar, ancak bir şeyin korkusu, bir başka şeyin arzusu ile ibadet ederler. Her iki hâl de nefislerine dönüktür. Bunun böyle oluşu: Muhabbet-i Zâtiye saadetine nâil olmamalarıdır. Bu durumda:
– «Ebrârın haseneleri, mukarreblerin seyyieleridir.» (İyilerin sevapları, yakın olanların -evliyânın- günâhlarıdır.)
Cümlesi ile anlatılan ma'nâ kapısı açılmış olur. Şundan ki: Ebrârın haseneleri, bir yüzü ile hasene ise; diğer yüzü ile seyyiedir. Ama, mukarreblerin haseneleri, katıksız hasenedir.
Evet..
Mukarreb zâtlar arasında dahi bir şeyin arzusu ve bir başka şeyin korkusu ile Yüce Allah'a ibadet edenler vardır. Ama, ekmel (mükemmel, en kâmil) sayılan beka ile tahakkuktan, sebebler âlemine tenezzül etmelerinden (inişlerinden) sonra.. Ne var ki; bunların korkuları da, arzuları da kendi nefisleri için değildir. Rab'larına ibadetleri, o Yüce Sübhan Zât'ın rızasını istemelerindendir; onu darıltmaktan korkmalarındandır. Aynı şekilde bu zatlar, cenneti de arzu ederler; ama nefsanî hazları için değil.. Çünkü orası Yüce Allah'ın rızâ mahallidir. Bunun için isterler.. Cehennemden de Allah'a sığınırlar: Çünkü orası, Sübhan Zât'ın dargınlık mahallidir. Nefislerinden, elemi def' için ibadet etmezler. Çünkü bu büyük zatlar, nefsin köleliğinden âzad olmuşlardır. Yüce Sübhan Allah için halis kimseler olmuşlardır.
Üstte anlatılan rütbe, mukarrebin zâtların rütbeleri arasında, en yücesidir. Bu mertebenin sahibine; nübüvvet makamı kemalâtından çokça nasib vardır; ama has velâyet mertebesi ile tahakkuk ettikten sonra..
Bir velî, sebepler âlemine inmezse; o: İstihlâke varan velilerden sayılır; bunun, nübüvvet makamı kemalâtından bir nasibi yoktur. Birincisinin aksine; bunun kemale erdirme işinde bir ehliyeti de yoktur.
***
Allah-ü Teâlâ, vasfı anlatılan zâtların sevgisini bizlere nasib eylesin. Seyyid'ül-beşer hürmetine.. Âmin!.
Resulûllah efendimize, âline, kendisine tabi olanlara: Salatların en faziletlileri.. Selâmların ekmeli olsun.
Mektubu, başta zikri edilen hadis-i şerifle bağlayalım:
– «İnsan, sevdiği ile beraberdir.»