|
|
MEVZUU:
a) Farz vazifeleri yerine getirmeye teşvik ve sünnetlere, edeplere göre hareket
etmek.
b) Farz ibadetler yanında nafile ibadetlere fazla önem vermemek.
c) Yatsı namazını gecenin sonuna bırakmayı men etmek..
d) Abdestte kullanılmış (ma-i müsta'mel) suyun içilmesinin cevazına engel
olmak..
e) Müridlerin, şeyhlerine olsun; başkalarına olsun secde etmelerinin cevazına
engel olmak..
***
NOT: İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu, Şeyh
Nizameddin Tehaniserî'ye yazmıştır.
***
Allah-ü Teâlâ, bizi ve sizi yanlış yola sapmaktan korusun; bize ve size, üzülüp
kederlenmekten, esef edip inlemekten necat versin..
O Seyyid'ül-beşer hürmetine ki; ondan, gözün yanlış yöne kayması kaldırılmıştır.
Ona ve âline salâtların en tamı, selâmların ekmeli olsun.
***
Bilmiş olasın ki, yaklaştırıcı ameller iki çeşittir:
a) Farzlar..
b) Nafileler..
Farz ibadetlerle kıyas edildiği takdirde; nafilelerin hiç bir itibarı yoktur.
Çünkü: Vakitlerin herhangi birinde, farz ibadetlerden her hangi birini eda
etmek; bin senelik nafile ibadetten daha faziletlidir. Haliyle o farz ibadet,
halis bir niyetle eda edilirse..
Anlatılan nafile ibadetler, hangi cinsten olursa olsun; durum değişmez. Meselâ:
Namaz, oruç, zikir, fikir ve benzeri ibadetler..
Hatta derim ki:
– Farz ibadetlerin edâsı sırasında edâ edilen sünnetlerden bir sünnetin,
edeplerden bir edebin hükmü dahi, fazilet ciheti ile, diğer nafilelere nazaran,
üstteki hüküm gibidir.
Yani: Farz ibadetlerle, nafile ibadetlerin fazilet cihetinden kıyas edildiği
gibidir.
Bu manada, Hazret-i Ömer'den (r.a.) şöyle anlatıldı:
– Bir gün, cemaatle sabah namazını kıldı. Sonra, cemaate baktı; onları
araştırdı; arkadaşlarından birini göremeyince şöyle sordu:
– Falan şahıs, cemaatte neden hazır olmadı?
Şu cevabı aldı:
– O, gecenin çoğunu uykusuz geçirir; ihtimal ki, uykusu bu saatte ağır bastı.
Bunun üzerine Hazret-i Ömer r.a. şöyle dedi:
– Gecenin tamamını uyuyup sabah namazını cemaatle kılsaydı; bu, kendisi için
daha faziletli olurdu.
Daha evlâ olan bir ibadete devam etmek; tenzihi hüküm taşısa dahi bir mekruhtan
kaçınmak: Zikirden, fikirden, murakabeden, teveccühten nice mertebe üstündür.
Tahrimî hükmü taşıyan mekruh şöyle dursun.
[Tenzihî mekruh:
Helâle yakın mekruh.
Tahrimî mekruh:
Harama yakın mekruh.]
Evet..
Bu işleri, anlatılan edeplere riayet, mekruhlardan kaçınmak sureti ile yapanlar,
mutlaka büyük bir nâiliyete ererler. Bu riâyet ve kaçınmak olmadan yapılanlar,
ağaç dikeni gibidir. Şöyle bir misal verelim: Bir kimsenin, zekât hesabında
dirhemin altıda bir mikdarı zekât sadakası vermesi, nafile olarak, büyük bir dağ
kadar altın sadakası vermesinden mertebeler ciheti ile daha faziletlidir. Aynı
şekilde, bu dirhemin altıda biri kadar zekât sadakasını, edebe riayet etmek
sureti ile vermek; meselâ: Müstahak olana vermek gibi; bu dahi, edebe riayet
edilmeden verilene nazaran nice mertebe daha faziletlidir.
Yatsı namazını, gecenin son yarısına bırakmak, ki bu: Gece namazına kalkmaya
vesile olması için yapılır; cidden sevilmeyen bir iştir. Kaldı ki: Bu vakitte
yatsı namazını eda etmek, Hanefî Mezhebi âlimlerine göre mekruhtur. Allah
onlardan razı olsun. Zahir olan şudur ki: Onlar, bu keraheti, tahrimî kerahetle
mekruh kabul etmişlerdir. Ancak bu âlimler, yatsı namazının, gecenin ilk
yarısına kadar kılınmasını mubah saymışlar; gecenin ilk yarısından sonra kılmanın
da mekruh olduğunu söylemişlerdir. Mubah için, mekruhun mukabili ise; tahrimî
hükmünde mekruhtur. Şafiî âlimleri katındaysa.. o vakitte (yani gecenin ikinci
yarısında) yalnız yatsı namazını
kılmak câiz değildir.
Bu işi: Gece kıyam, zevklerin husulü, o vakitte bir cemiyete vasıta olması için
yapmak, cidden kerih görülen bir şeydir. Kaldı ki, aynı maksad için, yalnız
vitir namazını tehir etmek yeter. Böyle bir tehir, aynı zamanda müstahabdır.
Böylece, müstahab olan bir vakitte, vitir eda edilmiş olur. Böylece, gece kıyamı
ve ayıklık babındaki maksad da hâsıl olmuş olur.
Yatsı namazını, o vakitte kılmayı bırakmalı; daha ziyade geçmişteki namazlardan
kaza edilecekleri kaza etmelidir.
Bu arada, edeplere riayet dahi şarttır. Bu hususta şöyle rivayet edildi:
– İmam-ı Azam, abdeste dair edeplerden birini terk ettiğinden; kırk yıllık
namazı kaza etti. Allah ondan razı olsun.
***
Kurbet veya hadesin izalesi için, (yani: Hak yakınlığı veya abdestsizliğin) kullanılmış suyun içilmesi câiz değildir. Zira böyle kullanılmış bir
su İmam-ı Âzam katında galiz mekruhtur. Allah ondan razı olsun. Fukaha, bu suyu
içmeyi men etmiş ve kerih görmüşlerdir. Evet.. Ancak, bu zatların şöyle
dedikleri olmuştur:
– Abdestten artan suyu içmek, şifâdır. (Kullanılmamış olması şarttır.)
Şâyet bir kimse, sağlam itikadla bu suyu isterse, ondan ver..
Anlatılan işin benzeri bir iptilâ, bu defa Dehlî'de bu Fakir'in başına geldi.
Sebebi şuydu: Arkadaşlardan bazısı rüya görmüş. Bu rüyada kendisine şöyle
denmiş:
– Bu Fakir'in kullanılmış abdest suyunu içmesi gerekirmiş; yoksa, kendisine
büyük bir zarar gelirmiş.
Bu işten, her ne kadar onu almak istedimse de; hiç bir fayda verip
engelleyemedim. Sonunda, fıkıh kitaplarına müracaat ettim; bir kurtuluş yolu
buldum. Bu manada, fukaha şöyle demişti:
– Abdest alan bir kimse, üçüncü yıkayıştan sonra sevap almak yakınlığına niyet
etmezse; dördüncü yıkayışı kullanılmış su olmaz.
Bu cevaz çaresi yolundan girerek, niyetsiz kullandığım dördüncü suyu içmesi için
ona verdim.
Mutemed (güvenilir) bir kimse şöyle anlattı: Halifelerinizden, bazısının müridleri, yeri
öpmekle yetinmeyip, kendisine secde ediyorlarmış.
Bu fiilin şenaati: Güneşten daha açıktır. Ciddî bir şekilde, bu işe engel
olunuz. Bu gibi fiillerden kaçınmak, herkesten beklenen bir iştir; özellikle
halkın, kendilerine uyması beklenen kimselerden.. Dolayısı ile, bu misilli
fiillerden kaçınmak, en zaruri işlerden olmaktadır. Zira, mukallidler, yaptığı
işte ona uydukları takdirde, bir belâ ve iptilâ içine düşerler.
Bu yola giren taifenin ilimleri, ahval ilimleridir. Ahval ise, amellerin
miraslarıdır. Ahval ilimlerinin mirasları şu kimseye gelir ki: Amelleri sağlama
almış ve her halde onların hakkını yerine getirmiştir.
Amellerin sağlama alınması, ancak amellerin neler olduğunun bilinmesi ile olur.
İhmal etmeden, her bir amelin keyfiyetini bilmekle olur. Bu dahi; şeriat
hükümlerinin ilimleridir. Meselâ: Namaz, oruç ve diğer farzlara dair ilimler..
Nikâh, talâk ve mübayaata (alış-verişe) dair ilimleri de bu arada saymak gerekir. Hâsılı:
Sübhan Hakkın mükellef kula vacip kılıp yapmaya davet ettiği her şeyin ilmini bu
sıraya dahil etmelidir.
Sayılan bu ilim çeşitleri, çalışmakla elde edilir; bunun için, mutlaka onları
öğrenmek icab eder.
Sonra ilim: İki mücahede arasında elde edilir.
Şöyle ki:
BİRİNCİ MÜCAHEDE: İlmin husulünden önce taleb sureti ile yapılan mücahede..
İKİNCİ MÜCAHEDE: İlmin husulünden sonra, onunla amel etmek sureti ile yapılan
mücahede..
***
Her ne zaman, bir meclis-i şerifte tasavvufa dair kitap müzakeresi olursa;
orada, fıkha ait kitapların da bulunması gerekir.
Farisî ibarelerle yazılan kitaplar çoktur. Mecmua-i Hanî, Umdet'ül-İslâm, Kenz-i
Farisî kitaplarını burada sayabiliriz.
Hatta, bir mecliste, tasavvuf kitaplarının okunmasından doğacak hiç bir zarar
yoktur. Çünkü, onlar hallerle ilgilidir; hallerin ise; kâle hiç bir dahli
yoktur. Bunun için, fıkıh kitaplarının müzakere edilmemesinden zarar doğması
muhtemeldir.
Bundan daha fazla yazmak, yorucu olur. Az çoğa delâlet eder.. Bu manada bir şiir
şöyledir:
Açıp saçtım sana pek gizli yanlı işleri;
Biraz, korkup yormaktan sayınca çok şeyleri..
Allah-ü Teâlâ, bize ve size Habib'ine tabi olmayı nasib eylesin. Allah-ü Teâlâ,
ona ve âline salât ve selâm eylesin.
Hakîkat Kitâbevi Tercümesi
|
| |