|
|
MEVZUU: Bazı hususi şartların beyanı ile buna
münasip meseleler..
NOT: İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu, Şeyh Bediüddin'e
yazmıştır.
***
Allah'a hamd olsun.. Allah'ın Resulüne salât ve selâm olsun.. Sonra..
Pek değerli kardeşe malum olsun ki: Şeriâtın bir sureti bir de hakikati vardır..
Şeriâtın sureti: Zahir ulemanın beyanını üzerine aldığı hususlardır.
Şeriâtın batını: Sofiyenin imtiyazını aldığı hususlardır.
Şeriât suretinin son yükseldiği yer: Mümkinat silsilesinin yükseldiği
nihayettir.
Şayet suretin yükselme seyri bu vücub mertebelerinde vaki olursa; o zaman suret:
Hakikatla karışır..
Bu imtizacın uruc için muamelesi bir ilim makamında (şe'ninde) olur ki: Orası,
Seyyid'ül-beşer'in (Resulûllah'ın S A.) taayyün (meydana çıkmasının, aşikâr
olmasının, belirmesinin) başlangıcıdır. Ona salât ve selâm olsun..
Bundan sonra bir terakki vâki olursa; ona suret ve hakikat, her ikisi birden
tevdi edilir.. O zaman, ârifin muamelesi hayat şe'ninde (makam veya
tecellisinde) olur.. Ancak, bu şe'n ki şânı pek büyüktür ve, bu âlemle asla
münasebeti yoktur. Şöyle ki o: Hakikî şuunattan olup hiç bir şekilde ona izafet
eli değmemiştir ki; onun için bu âlemle bir alâka hâsıl olsun..
İşbu anlatılan şe'n (makam veya tecelli) esas maksudun dehlizi ve matlubun
mukaddimesidir.
İrfan sahibi bu makamda kendisini şeriât dairesinin haricinde görür; ama,
Allah'ın inâyeti ile mahfuz olduğu için, şeriâtın inceliklerinden hiç birini
kaçırmaz.
Bu büyük devletle şerefyâb olanlar, azdan dahi azdır; bunların adedi sayılacak
olsa, azdan da az kimseler kabul eder..
Sofiye zümresinden birçokları bu makamın gölgesine ulaştıkları zaman –ki, her
yüce makamın, altında bir gölgesi vardır– sanırılar ki: Kendileri şeriât
dairesinden çıkmışlardır; kabuktan yükselip öze ulaşmışlardır.
İşbu makam: Sofiye arasında ayakların kaydığı makam kabul edilir.
Hatta, bu tarikatın nakıs saliklerinden bir taife zındık ve mülhid olur..
Başlarını şeriât bağından sıyırırlar.. Böylelikle hem dalâlete düşerler; hem de
başkalarını dalâlete düşürürler..
Velâyet derecelerinden biri ile şerefyâb olup kemale eren bir cemaat –ki bunlar:
Bu yüce makamın gölgelerinden bir gölgesinde marifet tahsil etmişlerdir. Bu
makamın aslına ulaşmamışlarsa da, kendileri mahfuzdur;– şeriât edeplerinden hiç
birinin terkine cevaz vermezler.. İsterse, bu marifetin sırrını bilmesinler ve
bu muamelenin hakikatini anlamasınlar..
***
Sübhân olan Yüce Allah'ın inayeti ve Habibinin bereketi ile Fakir'e bu muammanın
sırrı inkişaf ettiği, hakikat-ı hal, olduğu gibi vuzuha kavuştuğu için ondan bir
nebze beyan meydanına çıkarmak istedim. Ola ki: Noksan kimseler yolun doğrusunu
bulalar ve kâmil zatlara muamelenin hakikati açıla..
Bilinmesi gerekir ki:
Şer'î teklifler, kalbe ve kalıba mahsustur. Zira, nefsin tezkiyesi bu
tekliflerin üzerine yayılmıştır.
Bu letâiften o şey ki, kademini şeriât dairesi dışına atar; o şey, bu letâifin
başkasıdır.. Yani: Kalb ve kalıptan başkadır. Yine o şey ki: Şeriâtle mükellef
olmuştur; onun mükellefiyeti daimîdir. Bu şeriâtle mükellef olmayan dahi, hiç
bir şekilde mükellef değildir..
***
Bu babda anlatılması asıl gaye olan şudur:
Sülûkten evvel, letâif birbirine karışık durumdadır; kalbden ayrı durumları
yoktur.
Seyr ve sülûk birbirinden ayrıldığı, her biri, kendi aslî karargâhına vardığı
zaman, anlaşılır: Onlardan hangisi mükelleftir ve onlardan hangisi mükellef
değildir.
Şöyle bir şey sorulursa:
— İrfan sahibi, bu makamda hem kalbini, hem de kalıbını şeriât dairesi dışında
bulur. Bunun oluş şekli nedir?.
Cevap veririm:
— Bu buluş hakikî değildir; hayalidir. Bu tahayyülün menşei dahi kalbin ve
kalıbın, letâifin en latifinin boyası ile boyanması olmuştur. Ki bu: Ayakları
şeriâtın dışına attırır.
Şöyle bir şey sorulursa:
— Şer'i tekliflerin sureti her ne kadar kalbe ve kalıba mahsus ise de; şeriâtın
hakikati için, kalbin ötesinde bir yer vardır. Durum böyle olunca; mutlak
şeriâtın haricine adım atmanın manası nedir?.
Şu cevabı veririm:
— Şeriâtın hakikati için her ne kadar kalbin ötesinde bir yer var ise de, o ruh
ve sırrı aşıp geçemez; hâfi ve ahfâya ulaşamaz. O şey ki, harice adım basar; o
hakikatta: Hafi ve ahfâdır.
Halin hakikatını en iyi bile noksan sıfatlardan münezzeh Allah'tır.
Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah, bize ve bütün Müslümanlara,
Seyyid'ül-mürseline tabi olmakta sebat nasib eylesin.. Ona ve âline salâtlar,
selâmlar; her manada tamam ve ekmel olaraktan..
Hakîkat Kitâbevi Tercümesi
|
|
|