|
|
MEVZUU:
a) Muameleyi hayret ve cehalet tarafına çekmek..
b) Hallere ve keşiflere itimad etmemek..
c) Kendisine anlatılan, çevredeki bazı meşâyihe vâki olan hal ve bu arada
onun tabiri..
***
NOT: İMAM-I RABBANİ Hz. bu mektubu Seyyid Bakır
Seharenforî'ye yazmıştır.
***
Âlemlerin Rabbı Allah'a hamd olsun. Selâm onun seçmiş olduğu kullarına.
Muhabbetin artmasında, tam bir iştiyaktan sadır olan mübarek mektup çokça
ferah getirdi.
***
Size lâzım olan şudur: Halin iktizası olan işe ikbal ve teveccüh edip, esma
ve sıfat mülâhazası olmadan zat ismini zikretmek.. Tâ ki: Muamele cehalete
müncer olup hayrette nihayet bula...
Esma ve sıfatın mülâhazası, çoğu zaman, hallerin zuhuruna bais (sebep),
vecdin ve tevacüdün (vecd suretinde görünme) gelmesine vasıta olur. Her
halde şu cümleyi duymuş olacaksın:
— Hallerde ve vecidlerde hata ihtimali çoktur; hakkı batıla katıştırmak bu
yerde boldur.
***
Çevredeki meşâyihten biri, bu Fakir'e bir elçiyi yollamış. Hallerini
açıklayarak şöyle demiş:
— Fenâ ve izmihlâl o mertebeye ulaştı ki; bir şeye baktığım zaman
göremiyorum. Yere ve semaya baktığım zaman, onları bulamıyorum. Ne Arş'ı, ne
de Kürsî'yi bulabiliyorum. Kendimi düşündüğüm zaman, kendimi de bulamıyorum.
Bir şahsın yanına gitsem, onu da bulamıyorum. Sübhan Allah'ın dahi nihayeti
yoktur. Hiç kimse de onun nihâyetini bulamamıştır. Meşâyih bu hali, kemâl
olarak itikad etmiştir. Eğer sen de aynı şekilde itikad ediyorsan; senin
yanına neden geleyim?. Yani: Yüce Hakkın talebi için.. Şayet sen, kemâl
olarak, bundan başka bir şey biliyorsan, bana bir mektup yaz.
Ona cevab olarak şöyle yazdım:
Bu haller, kalbin telvinatındandır (hallerinin değişmesindendir). Kalb ise;
bu tarikat derecelerinin ilkidir. Bu hallerin sahibi, kalb hallerinden
dörtte birini geçmiş sayılır. Ona gerekir ki, kalan dörtte üçünü dahi aşa..
Anlatılan birinci halden sonra, uygun düşer ki: Üçüncü dereceye geçe.. Ki o:
Ruhtan ibarettir. Sonra, Allah'ın dilediği yere kadar çıkar.
***
O mektubun yazılması üzerinden bir müddet geçtikten sonra, bu Fakir'in
arkadaşlarından biri geldi. Tarikat aldıktan sonra, vatanına gidiyordu.
Halini anlatınca, bana mâlum oldu ki: Bunun hali, anlatılan şeyhin haline
muvafık.. Bu mânâda; belki de ondan daha ileri.
Dikkatle nazar ettiğim zaman, bana zâhir oldu ki: Onun fenâsı ve izmihlâli,
hava unsurundadır. Ki o: Zerrelerden her bir zerreyi kuşatmıştır. Havadan
başka müşahede edilen bir şey yoktur. Bunu da nihâyeti olmayan İlâh
sanmıştır. Halbuki Sübhan Allah, böyle bir şeyden yana pek yüceliğe
sahiptir.
Onun hallerini, ikinci defa araştırdığım zaman, yakîn getirdim ki:
Onun iptilâsı (düştüğü bu belâ), havadan başka bir şey değil. Kendisini de
bu manaya muttali ettim (kavuşturdum, bildirdim).
Kendisi dahi, vicdanına müracaat ettiği zaman, bildi ki; kendisine hâsıl
olan havadan başka bir şey değil.. Bu haller için istiğfar etti; kademini bu
halin yukarısına bastı..
***
Bilesin ki.
Kalb, anasır-ı erbaa sayılan (toprak, hava, su, ateş) âlem-i halk ile ruhlar
âlemi arasında bir berzâhtır. Kendisinde, her iki âlemden de, bir vasıf ve
bir renk vardır. Böyle olunca, kalbin yarısı halk âlemindendir; yarısı da
ruhlar âleminden...
Bu manaya göre: Onun yarısı olan yarımız, âlem-i halka nâzır olandır.
Muamele dahi hava unsuru üzerinedir.
Böylece, kalbin dörtte biri, hava makamından ibaret olur. Ki bu: Kalbin
tazammun ettiği olup, zâhir olan da birinci cevaba muvafıktır ve onun
hakikatinin keşif beyânıdır.
— «Allah'a hamd olsun ki: Bizi buna kavuşturdu.
Allah bize hidayet etmeseydi; biz buna kavuşamazdık. Rabbımızın resulleri
gerçeği getirdi.» (7/43)
***
Bundan daha fazla yazmaya vakit müsait olmadı. [Yani bu sırrın daha fazla
açıklanması, ifşâsı uygun değil.]
Selâm size ve hidayete tabi olanlara..
Mutabaat-ı Mustafa'yı bırakmayanlara.. Ona ve âline salâtların en
faziletlisi...
Selâmların ekmeli...
Hakîkat Kitâbevi Tercümesi
|
|
|