|
|
MEVZUU:
a) Üstün himmetli (gayretli, hedefini yüksek tutan) olmaya teşvik..
b) Kesret aynalarında görülen süfli müşahedelere iltifat etmemek..
***
NOT: İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu, Şeyh Yusuf Berkî'ye
yazmıştır.
***
Allah'a hamd olsun. Salât ve selâm onun Resulüne.. Sizlere de dualar
ettiğimi bildiririm.
***
Malum ola ki, gönderilen üç mektup ulaştı.. Ona dercedilen haller ve
kerâmetler çeşidinden vakıaların beyanı anlaşıldı. Keza o hal de anlaşıldı
ki: Bu ibare ile onu, kesrette vahdet şühudunun (çoklukta teki görmenin)
sonunda beyan etmişsiniz.
İkinci intiha, birinci hal üzerine
olandır; gaybetin gayb olmasıdır. Yani mananın kalkmasıdır:
– Ben mahluk kulum, Muhammed Mustafa ümmetindenim. Ona salât ve selâm olsun.
İşbu hal asıldır; anlatılan hallerin de üstündedir. Lâkin esas intiha bundan
başkadır. Nihayet dahi bundan nice merhale uzaktır.
Bir şiir:
Bu, istiğna sahasıdır yüksek;
Çok
uzaktır visali düşünmek.
***
Asıl maksad, kelime-i tayyibeyi tekrardır. (Yani: Kelime-i tevhidi.) Bunu
da, daha önceki mektupta sana emretmiştim. Ki o: Kesretle
alâkalı şühudu nefyetmek içindir. Allah'a hamd ü şükürler olsun; bu şühud
dahi senden gitti. Yani: O kelime-i tayyibenin tekrarı ile...
Üstün himmetli olmalısın (Hedefini yüksek tutmalısın). Bu tarikatın cevizi
ve muzu ile yetinmemelisin. Zira, Sübhan Allah, üstün himmetli olanları
sever.
***
Dar olan tevhid-i vücudi sikkesinden kurtulup tarik-i sultanîye geçtin.
O ne güzel nimettir ki: Eğer geçmiş haller hatırlanmasa.. kesrette vahdet
şühudu lezzetleri düşünülmese.. bu ömür dahi, istikametle, tarikatta çalışıp
çabalamaya sarf edilse..
Çok haşhaş ehlini gördük; onun kötülüğüne muttali oldukları için,
bıraktılar.. Bunun üzerine bir süre de durdular. Amma sonradan, haşhaş
içilmesi üzerine terettüb eden halleri anmak, o lezzetleri düşünmek
ittifakla onları eski hale çekip götürdü.
Ey Mahdum,
Kesret aynaları ile alâkalı şühud, lezzeti muciptir. Şühud-u tenzihî ise;
cehle nazırdır (Tenzihle ilgili görme ise; cehalete bakar). Onunla lezzet
almak, cidden zordur; uzaktır. Kendisine uyulan şeyhin imdadı olmadan onda
seyir çetindir.
Değerli kardeşimiz, Mevlâna Ahmed'i görmez misin? Avam onu ulema-i zahirden
sayar. Kendisine gelince, ne kendi hallerini bilir; ne de arkadaşlarının
hallerini... Bunun sırrı şudur ki: Onun batını, şühud-ü tenzihî'ye
müteveccihtir (dönüktür, o yöne bakar). Ki orası: Cehl yeridir. Onun imanı
dahi, ulema gibi, gaybe imandır. Onun batını dahi, üstün yaratılıştandır.
Kesretle karışık şühuda iltifat etmez. Zahiri ise; sofiyenin keşfe dayalı
sözlerine ne meftun olmuştur; ne de mağrur. Onun varlığı o
nahiyelerde
(beldelerde) bir ganimettir.
Husulünü haber verdiğim bu haller, öyledir ki: Adı geçen Mevlâna onlarla
muttasıftır. Bilsin veya bilmesin; nice zamandır onlarla tahakkuk etmiştir.
Fakir'e göre: O yerin medarı, Mevlâna'nın varlığına bağlı.. Asıl şaşılacak
durum şu ki: Bu mânâ, o havalideki keşif
ehline nasıl gizli kalmış?
Halbuki, Mevlâna'nın kadri kıymeti; Fakir'in ilminde zahir ve bahirdir.
Tıpkı: Güneşin varlığı gibi..
Bundan daha ziyade ne yazayım?.
Sizden beklenen duadır.
Vesselam..
Hakîkat Kitâbevi Tercümesi
|
|
|