MEVZUU:
a) Sübhan Hakkın ihata ve sereyanının (kuşatma ve sirayetinin) tahkiki ile bunun misallerle izahı.
b) Vücubiyet ve imkâniyet mertebelerini korumaya riâyetin beyanı..


***

NOT: İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu, Mevlâna Bedreddin'e yazmıştır.

***

Bilesin ki,

Sübhan Hakkın eşyayı ihatası ve sereyanı; mücmelin, mufassalı ihatası ve sereyanı gibidir. Meselâ: Bir kelime gibi.. Ki o, bütün kısımlarında sâridir. İsim, fiil, harf.. Diğer kısımlarında mazi, muzari, emir, nehiy, masdar, ism-i fail, ism-i mef'ul, müstesna, münkati, muttasıl, hal, temyiz.. Sülâsî, rübaî, humasî.. Huruf-u carre ve nasibe, fiillere mahsus harflerle, isimlere mahsus olan harfler, fiillere ve isimlere dahil olan harfler.. Bu sayılan kısımlardan daha başka sonsuz kısımlardan hâsıl olanlar vardır.. Bütün bunlar, kelimenin gayrı değildir. Hatta bu itibarlar, kelime tahtına derc edilmiştir. Onların tafsili, temyizi kelime için bir fazlalık getirmez. Onlardan bazısının bazısından ayırd edilmesi, ancak aklî bir itibardır. Ama hariçte, kelimeden başka bir şey değildir. Bu mânâ icabı olaraktan da, onun diğerlerine hamli sahih olur. Ne var ki, mertebelerden her bir mertebenin bir ismi var ki, bu isim ona mahsustur. Ve; onların ayrıca hükümleri vardır ki, başkasında bulunmaz..

Üstte anlatılanlara misal olarak, şöyle de diyebiliriz:

— Kelime, müstakillen (bağımsız olarak) zamana iktiran ederse (zaman ile bir araya gelirse); fiil olur; zamana iktiran etmeyince de, isimdir. Müstakillen bir manaya delâlet etmediği takdirde o harftir. Geçmiş zamana iktiran edince, fiil-i mazi olur. Hazır zaman ve istikbâle iktiran edince de, muzari olur.

Meşhur olup bilinen dokuz illetten (yani: Sebepten) biri onda mevcud olduğu takdirde münsarif olmaz; olmadığı takdirde munsa-rif olur.

Cerr (esre) okutan harfler carredir; nasb (üstün) okutan harfler de nasibedir.

Bir mertebenin ismini diğer mertebeye vermek; birinin hükmünü diğerinde icra etmeye kalkmak fiil-i maziyi muzari üzerine ıtlak etmek olur; munsarifi gayr-ı münsarif, carreyi nasibe etmeye benzer.. Bütün mertebelerde kelimenin aynı olduğu halde, üstte anlatıldığı gibi yapmak dalâlettir; doğru yoldan çıkmaktır.

Üstteki misalleri getirdikten sonra deriz ki:

— Sübhan Allah, en iyi bilendir. Vücud, tenezzülü mertebelerinden her bir mertebe için, kendine has bir isim vardır; keza hükümleri vardır. Bu, yalnız onda bulunur; başkasında bulunmaz.

Vücub-ü zati, istiğna-i zatî cem ve ülûhiyet mertebelerine mahsustur. İmkân-ı zati, iftikar-ı zatî ise; kevn ve fark mertebesine mahsustur.

— Birinci mertebe; Rübubiyet ve halikıyet mertebesidir.

İkinci mertebe ise; ubudiyet ve mahlukiyet mertebesidir.

Mânâ üstteki gibi olunca, birinin isimleri diğerine verilse; bir mertebeye mahsus olan hükümler diğer mertebede yürütülmeye kalkışılsa.. sırf küfür ve zındıklık olur.

Asıl şaşırtıcı durum, bazı zındıklardan ve mülhidlerden gelmektedir. Bunlar, nasıl da mertebeleri karıştırmakta ve bir mertebenin hükümlerini diğerinde icra etmeye kalkmaktadır. Mümkini vacib sıfatı ile vasfetmekte ve vacibi mümkin sıfatları ile anlatmaktadırlar. Halbuki mümkin sıfatların temayüzünü bilmektedirler. Ki o, biri diğerinden gelen bir mertebeden ibarettir. Hükümleri de karışıktır. Onları temyiz etme durumunun zeval bulmadığını, hükümlerinin de asla değişmeyeceğini de bilirler. Hem de, kevnî mertebede ittihatlarına rağmen.. Misal olarak anlatacağımız şu mânâyı dahi bedahetle bilirler: Hararet ve aydınlık, ateşin sıfatlarındandır; ona mahsustur. Bunların biri suda bulunmayacağı gibi, su dahi onlarla vasfedilemez.

Aynı şekilde bürudet (soğukluk) dahi suya mahsus olan bir isim olup ateşte yoktur.

Üstte anlatılan misalden başka, yine onlar; kadınları ile anaları arasında zaruri olarak bir ayırım yaparlar. Bu mânâdan olaraktan da onların değişik durumlarına göre hükümler verirler.

İrşad yoluna hidayet eden Sübhan Allah'tır.

Selâm hidayete tabi olanlara.

 


Hakîkat Kitâbevi Tercümesi