MEVZUU: Sorulara cevap mahiyetindedir.

***

NOT: İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu Molla Salih`e yazmıştır.

***

Allah'a hamd olsun. Salât ve selâm Allah'ın Resulüne.. Hemen hepinize dualarımın tebliğini dilerim.

Kardeşe malum olsun ki,

Kasıd ile gönderilen mektup ulaştı; ferahı mucib oldu.

Yazıyorsun ki:

***

— Nefy ve isbat zikri (LÂ İLAHE İLLALLAH) yirmi bire ulaştığı zaman, daha fazla devam etmek olmuyor. Bu durumda, çoğu kez, gaybet ve istiğrak hali zahir oluyor.

Ey Muhib..

Zahir olan şu ki, zikrin şartlarından bir şart yok olmuştur. O kadar ki; bunun için dahi, o zikre bir netice terettüb etmiyor. İnşaallah bu mânâyı şifahî olarak tefsir ederiz.

***

Bundan başka:

— Hazret-i Sıddık tarafından, işini tamama erdirdikten sonra söylediği anlatılan şu kavlin mânâsı nedir?. Demekte ve tefsirini istemektesiniz:

— Dilin zikri laklakadır, kalbin zikri vesvesedir; ruhun zikri şirktir; sırrın zikri de küfürdür..

Bilesin ki,

Bu mânâ, zâkirden ve mezkûrdan haber vermektedir. Ama hangi zikir olursa olsun.. Halbuki asıl gaye: Zikredenin ve zikrin, zikri edilende fenâ bulmasıdır, işbu mânâ icabı olarak zikir için:

— Laklaka, vesvese, şirk ve küfürdür.

Diye anlattı..

Bir şiir:

Bırak, ne alırsa seni sevgili vuslatından:
Güzel veya çirkin, seni ne oyalarsa ondan..

***

Ancak zikre, anlatılan isimlerin arız olması; uygun düşer ki: Fenâ ve bekâ husulünden evvel olduğu görüşüne varıla.. Zira zikredenin varlığı, zikrin dahi onun için sübutu, fenânın husulünden sonra mezmum (zemmedilmiş, kötü) değildir.

Eğer anlatılan mânâda, gizli bir yan kaldıysa; o da huzurda anlatılır. Tefsir edilip açıklanır. Çünkü: Mektubun havsalası dardır.

Ayrıca bu cümleyi. Hazret-i Sıddık (r.a.) için:

— İşini tamama erdirdikten sonra söyledi..

Diye bir nisbet yapmak, pek beğenilecek bir bağlantı değildir.

Yazmış olduğun şu cümlenin mânâsını sorup tefsirini istiyorsun:

— Şeyh Ebu Said Ebülhayr, Şeyh Ebu Ali bin Sina'dan esas maksada dair bir delil taleb etmiş. Şeyh Ebu Ali bin Sina dahi ona cevab olarak şöyle yazmış:

— Mecazî İslâmdan çık; hakikî küfre gir.

Şeyh Ebu Said dahi bunu Ayn'ül-kuzat'a yazıp şöyle demiş:

— Bin sene ibadet etmiş olsaydım; Ebu Ali bin Sina'nın cümlesinden hâsıl olan mânâ, o ibadetten hâsıl olmazdı.

Ayn'ül-Kuzat dahi şöyle yazmış:

— Eğer anlamış olsalardı; o miskin gibi levm edilmiş ve kendilerine taan edilmişlerden olurlardı.

Bilinmesi gerekir ki,

Hakikî küfür, ikiliğin kalkması ve kesretin tamamen kapanmasıdır. Bu dahi, fenâ makamıdır. Bu küfr-ü hakikinin fevkinde, hakiki İslâm vardır. Bu dahi, bekâ makamıdır. Küfr-ü hakikide, hakiki İslama nazaran tam bir noksanlık vardır.

İbn-i Sina'nın hakikî İslâm'a delâlet edemeyişi, kusurlu görüşündendir. Hakikatta dahi, onun hakikî küfürden yana bir nasibi yoktur. O dediği kadar demiş; yazdığı kadar yazmıştır; ama ilim ve taklit yollu... Belki de mecazî İslâm'dan dahi aldığı bol bir haz yoktur. Hatta, felsefe hurafeleri içinde kalmıştır. Hatta, İmam-ı Gazalî dahi onu tekfir etmiştir.

Gerçek olan şu ki: Felsefe usulleri, İslâmî usullere aykırıdır. Bütün bunlardan başka, Şeyh Ebu Said'in yaşadığı zaman, Ayn'-ûl-kuzat'ın yaşadığı zamandan çok evveldir. Kendisine anlatılan hususta nasıl yazabilir?.

Eğer bunda da, anlaşılmayan bir şey varsa; o dâhi, huzurda tefsir edilip anlatılır..
 

 


Hakîkat Kitâbevi Tercümesi