MEVZUU: Tarikat-ı Nakşibendiye-i Aliyye'nin esaslarından olan;

- NAZAR BER KADEM

- HOŞ DERDEM

- SEFER DER VATAN

- HALVET DER ENCÜMEN tabirlerinin beyanı üzerinedir.

***

NOT: İMAMI RABBANİ Hz. bu mektubu, Hacı Yusuf Keşmiri'ye yazmıştır.

***

Şunun bilinmesi gerekir ki,

Allah, meşâyihinin sırlarının kudsiyetini artırsın; Tarikat-ı Nakşibendiye'nin mukarrer temellerinden biri:

— NAZAR BER KADEM.. (GÖZLER AYAKTA..) Tabiri ile anlatılmaktadır. Bundan murad, gözün ayakta olması değildir. Uygun düşer ki: Nazar ayaktan daha ötede ola; daha yukarıya meylede.. Yani: Ayak atılmadan evvel.. Zira öbür türlüsü, vakıanın hilâfınadır. Zira, nazar ayaktan yukarıda ve daima ondan öndedir. Nazar edilir; ondan sonra adım atılır. Kaldı ki, yüksek basamaklara çıkmak, önce nazarla olur; bundan sonra ayak atılır. Kadem, nazar mertebesine geldiği zaman; nazar onu aşar daha yüksek dereceye çıkar. Ayak dahi ona tabi olarak yükselir. Nazar dahi, tekrar yükselir; o makamdan çıkar ve ayak ona tabi olarak peşinden çıkar. Bu kıyas, böylece devam edip gider. O cümleden murad, şayet şu demek ise:

— Nazar için, bir makama terakki etmek uygun düşmez ki; orada kademin mecali olmaya..

İşbu cümle ile ifade edilen mânâ dahi gayrivakidir. Zira, kademe bağlı seyirlerin tamamında, nazar tek başına kalmadığı takdirde; kemal mertebelerinden nicesini kaçırır.

Üstte anlatılmak istenen mânâların daha açık beyanı şöyledir:

Kademin nihayeti, salikin istidad nihayetine kadardır; salik, kademi üzerinde olduğu peygamberin istidadı nihayetine kadar da olabilir. Ne var ki, birinci kadem asâletle olup ikinci kadem ise; tebâiyet (tâbi olmak) iledir. Bu istidad mertebelerinin üstünde dahi bir kadem yoktur; amma nazar vardır.

Eğer anlatılan nazarın bir keskin görüşü olursa; onun müntehası, kademi üzerinde bulunduğu salik peygamberinin nazarının nihayetidir. Zira bütün kâmil olan peygamber etbâından her birinin, ondaki bütün kemalâttan nasibi vardır.

Lâkin, kadem ve nazar, salikin istidad mertebelerinin nihayetinde birbirlerine uyarlar; asâletle ve tebâiyetle.. Bundan sonra, kadem aciz kalır; tek başına nazar yükselir. Peygamberin nazar mertebelerinin nihayetine kadar terakki eder.

Üstte anlatılan mânâlardan dahi bilinmiş oldu ki: Peygamberlerin nazarı, kademlerinin fevkinde yükselir. Onların kâmil olan etbâının dahi, nazar makamlarından nasipleri vardır. Nitekim, aynı şekilde kademlerinden dahi nasipleri vardır.

Hatem'ür-risalet Resulûllah (S.A.) efendimizin kademinin fevkinde rüyet makamı vardır. Bu dahi, ondan başkalarına âhirette vaad edilmiştir. Başkasına sonradan olacak şey, onun için peşin olmuştur. Onun kâmil tâbilerine dahi bu makamdan nasip vardır; isterse rüyet olmasın.

Bu mânâda bir şiir:

Boş söz yoktur hiç de Hafız'ın feryadında;

İbretli söz, kıssa var anlattıklarında..

Biz yine mevzuumuza dönelim.. Deriz ki:

— Eğer o cümle ile murad, kademin nazardan geri kalması ise.. şu şekilde ki: Vakitlerin hiç birinde nazar makamına ulaşamaya.. bu mânâ güzeldir. Zira bu mânâ, terakkiye mâni değildir.

Şayet nazardan ve kademden murad, zahiri olan nazar ve kadem ise; bunun için de bir mecal vardır. Yani: Bir mânâda tevil yanı.. Zira nazar, dağılır; yürüme vaktinde dağınık mahsusata kapılmak sureti ile, perişan duruma düşer. Bu durumda, nazarı ayak üstünde tutmak, mânâ topluluğu için daha yararlıdır. O kelime için bu mânâ daha yerindedir.

Ayrıca, anlatılan mânâ üstte geçen tabirin beraberinde gelen:

— HUŞ DERDEM.. (Her nefesin farkında olmak.)

Tabiri ile anlatılmak istenen manaya da uygun düşer.

Netice kelâm şu ki:

Üstte anlatılan birinci tabir, afaki hallerden doğup gelen tefrikayı önlemek üstünedir. İkinci tabir ise; enfüsî dağınıklığı düzeltmek üstünedir.

 

(Yine sözümüze dönelim. Ayağın, görüşten ayrılması, hiçbir zaman gördüğü yere adım atmaması demek ise iyidir. Çün ki, böyle yapmak, yükselmeğe mâni’ değildir. Bunun gibi, insanın görünen ayağı ve bakışı demek denilirse de yeri vardır. Çün ki, yürürken insanın gözleri öteye beriye dağılıyor. Birçok şeyler görüyor. Yürürken hep ayağının üstüne bakarsa, gönlünü toparlaması kolay olur. Böyle anlamak, (Hûş der Dem) kelimesine de uygun olmaktadır. Birinci kelime, öteye beriye bakarak gönlün dağılmasını önlemek içindir. Bu ikinci kelime ise, düşüncelerle gönlün dağılmasını önler. / HAKİKAT Yayınevi Tercümesi)

— SEFER DER VATAN.. (Yani: Kendi özünde sefer; seyir - seyr-i enfüsi - vatanda seyahat, içerideki yolculuk..)

Tabirinde olan üçüncü cümle ise; enfüsî seyirden ibarettir. İşbu enfüsi seyir ise; nihayetin bidayete (sonun başlangıca) derc edilmesi husulünün menşeidir. Bu dahi, Tarikat-ı Nakşibendiye-i Aliyye'ye mahsustur.

Enfüsî seyir, her ne kadar diğer tarikatlarda dahi varsa da; seyr-i afaki (dışarıdaki manevi yolculuk, seyir) husulünden sonradır. Amma, bu Tarikat-ı Aliyye böyle değildir. Zira, bunda seyr-i enfüsî ile başlanır; seyr-i afakî ise; onun zımnına dahildir. Eğer biz:

— Bu Tarikat-ı Aliyye'de nihayet bidayete derc edilmiştir.

Demiş isek; anlatılan itibara göredir; yerinde bir mânâdır.

 

(Üçüncü kelime, "Sefer der Vatan"dır. Bu kelime, insanın kendinde seyr etmesi, ilerlemesidir. Bu yüksek yolda bulunan, nihâyetin bidâyette yerleştirilmesi, bu seyrden hâsıl olmaktadır. İnsanın kendinde seyr etmesi, bütün tarîkatlerde var ise de, (Seyr-i Âfâkî) hâsıl olduktan sonradır. Bu yolda ise, seyre bu (Seyr-i Enfüsî)den başlanır. Seyr-i Âfâkî, Seyr-i Enfüsînin içine yerleştirilmiştir. Bu yüksek yolda, bu bakımdan da, nihâyet bidâyette yerleştirilmiştir demek yerinde olur. / HAKİKAT Yayınevi Tercümesi)

Anlatılan üç tabirin dördüncüsüne gelelim:

— HALVET DER ENCÜMEN.. (Yani: Toplulukta yalnız olmak - Halk içinde Hak ile olmak..)

İşbu tabirle anlatılan mânâ, vatanda sefer mânâsı ile müyesser olur. Yani: Vatan halvetinde.. Hem de, tefrikanın kendinde.. Hiç bir şekilde, âfak tefrikası, enfüs hücrelerine girmemelidir. Böyle bir şey dahi, bütün hücrelerin kapısını kapamak ve cümle pencerelerini ve açık yanlarını tıkamakla olur. O şekilde ki: Tefrika açıklığında, konuşacak, muhatab olacak, iltifat edilecek hiç bir kimse bulunmamalıdır.

Ancak, bütün bu zorlu çalışmalar, bidayette ve orta hallerdedir. Amma, nihayette, böyle bir şey lâzım olmaz. Zira, müntehi olan bir kimse, tefrikanın kendi özünde cemiyet haline girmiştir. Gafletin kendinde ise; huzura girmişlerdir.

Üstte anlatılan mânâdan sanılmaya ki: Tefrikanın oluşu ve olmayışı müntehinin cemiyet halinde mutlaka müsavidir; böyle bir şey olamaz. Bundan asıl murad o ki: Onlar batın mânâsı cemiyetinde müsavidirler. Durum böyle olmasına rağmen, zahiri batını ile birleşse.. zahirden tefrika def edilse; daha uygun ve yerinde olur. Bu mânâdan olarak, Yüce Allah'ın Resulûllah (S.A.) efendimize buyurduğu şu âyet-i kerimeyi alabiliriz:

— «Rabbın adını an; yalnız ona yönel..» (73/8)

 

(Dördüncü kelime, (Halvet der Encümen)dir. (Sefer der Vatan) denilen yolculuğa kavuşulunca, herkesin arasında da bu seyr yapılır. Dışardaki dağınıklıklar, içeri girmeğe yol bulamaz. Fakat, içeriye girilecek yolları, kapıları, pencereleri kapamak lâzımdır. Herkesin arasında, söyleyen ve dinleyen ayrılığı olmamalı, gönlünde kimseye yer vermemelidir. Bunlar, başlangıçta güç olur. Uğraşmak lâzımdır. Fakat, yolda iken ve nihâyete varınca, kendiliğinden hâsıl olur. Hiç uğraşmak istemez. Herkesin arasında iken, kalbi toparlanmıştır. Gaflet içinde iken huzûrdadır. Bu sözden, müntehînin gönlünün dağınık olması ve olmaması eşittir sanmamalıdır. Elbette başka başkadır. Bu söz, kalbdeki topluluk için, dışardaki dağınıklık ile topluluk arasında başkalık olmadığını anlatmaktadır. Böyle olmakla berâber, zâhirle bâtını birbirine uygun olarak yapmak, zâhirden de dağınıklığı gidermek dahâ iyi ve dahâ uygun olur. Allahü teâlâ, Müzzemmil Sûresi'nin sekizinci âyetinde, sevgili Peygamberine “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” meâlen buyuruyor ki: (Rabbinin ismini zikr et. Gâfiller arasında bulunma!) / HAKİKAT Yayınevi Tercümesi)

Şunun da bilinmesi yerinde olur ki: Bazı vakitlerde, halkın haklarını eda için, zahiri tefrika gerekli olur. Böyle olunca, bazı vakitlerde, zahirî tefrika güzel görülür. Batınî tefrikaya gelince; vakitlerin hiç birinde güzel değildir. Zira o (batıni tefrika olmaması): Halis olarak Sübhan Allah'ın hakkıdır.

Sübhan Allah'ın Müslüman kulunda üç hakkı vardır. Şöyle ki:

a) Batınının tamamı;

b) Zahirinin yarısı..

c) Zahirin kalan yarısı dahi halkın hakkını eda için olup bu hakları, Sübhan Hakkın emrine uyarak yaptığı takdirde, Sübhan Hakka döner.

Bu mânâda bir âyet-i kerime meali:

— «İş tümden ona varır; (Yani: Yüce Allah'a.) öyle ise; ona ibadet et..» (11/123)
 

 


Hakîkat Kitâbevi Tercümesi